Ne var ki, insan olarak da bilinen
şeytan-tanrının tekliğine has, sosyolojik ve de ekonomik-politik egosu
nedeniyle, kendisini aynı zamanda birey yapan ‘inanç’ yetisinin, peygamberin
kısa ömrüyle özdeş olarak, sadece 23 yıl süren - kendi
insanı değerleriyle örnek yaşantısıyla, dekore ettiği liderlik dönemi süresince
– özüne dönük bir ahde vefa gösterebildiğini de, işaretlemeden geçemiyoruz.
Nitekim peygamberin ölümünden sonra,
daha ilk halife Ebu Bekir döneminde bile ilerde mezhepleri oluşturacak ilk
sapmalar başlamıştı. Bunu da temel alınca gerçek İslam’ın tarihte ancak 23 yıl
dayanabildiğini, 1500 yıldan bugüne sarkanınsa aslında tefsirleri olduğunu ve
İslam’da nasıl böyle olduysa, diğer dinlerde de bundan farklı olmadığını
anlıyoruz. Mesela 2000 yıllık İncilin bile 4000 den fazla tefsirinin var olduğu
biliniyor. Hangisini temel alsın ki inanç sahipleri.
İşte bizim bugün özgün ve bağımsız
akıl yoluyla da kolayca varabildiğimiz bu bilginin, aynı zamanda temel İslamın
da hak, adalet, insana özgü bir akıl ve erdem dini olduğunun altını çizmemize
vesile olduğunu bilerek, başka da bir itilafa mahal bırakmadan, İslami portreyi
tamamlayalım. Pekiyi kendilerini her vesilede Müslüman satarken, aynı
doğrultuda bu resmin dışında kalanları ne yapalım. Ben kendi adıma
onları size havale ediyorum. Onlar için ne diyor, ne diliyorsanız benimde
kabulümdür.
Biz bunları söyleşmekte olalım,
birileri önceden hazırlanmış futbol sahası konumlu ‘showroom’
larda, binlerce taşınmış şakşakçı figüran önünde, ağdalı dizelerle, ülkesinin
öz kaynakları yetmiyormuş gibi şimdi de dinini, çok uluslu sömürgenlere
pazarlıyor. Asırların biriktirdiği fırkalar cürufunun üstüne adeta tüy diker
gibi ve de İslamı bir daha yok sayarcasına, Okyanus ötesine kendi kendini
sürgüne yollamış sahte, Vatikan kurgulu yarım vaize, açık davetiye çıkartıyor.
Hoş hazret bu davete ne kadar icabet edecektir, o da ayrı bir
vuslattır(!).
Bu meşhur(!) vaizin - belki de
kendisine kalsa çoktan gelecekti ama ona kimse sormuyor - ‘Türkiye’de
güvenli ortam yok’ gerekçesiyle dönmemesinin ardında yatan ana nedense,
Amerikalı sahibinin bu kadar emek ve masrafla yarattığı ürünü, Atatürk’ün
Türkiyesi’nin bir Humeyni İran’ı olmadığını iyi bildiğinden, uygun ortam
oluşmadan da riske atıp kaybetmekten korktuğu olsa gerektir. Bekleyelim
bakalım, nasıl olsa yakında bunun da bombası patlayacak, biz de göreceğiz, el
mahkûm!
Bu arada komşumuzun yeni lideri ki,
her ne kadar tek başına lider olamasa da, yakın geleceğin adayı olarak, başta
AB olmak üzere hepimize(!) hayırlı ve kafasının içi kararmışlara da ışık olsun.
Sözün özü; kendi spiral devinimi içinde oluşmuş
mezhepler sarmalına, sözde İslam’ın en yeni ve Vatikan kurgulu versiyonu, yeni
bir dinler baharı formatıyla Türkiye merkez
üssünden, bütün Ortadoğu ve Müslüman dünyasına tepeden monte edilmeye
hazırlanıyor.
Bu yapılırken de paralelinde, çeşitli şerefsiz
ve satın alınmış kişiler ve odakların bombardımanı altında bırakılan şerefli Türk ordusu, yarın Okyanus ötesinden bu defa
silahla gelmeye cesaret edebilecek erik hırsızı Amerikalının, bahçesine yalancı
kabadayılar gibi elini kolunu sallaya sallaya – Irana olduğu gibi – gireceği
dirençsiz ortamı bulabilmesi adına yıpratılıyor, etkisiz bırakılmaya
çalışılıyor.
Ne var ki, bu milletin atasının ‘TÜRK’ ve bizi iyi tanıyan, hesap bilir Almanlarında
dediği gibi ‘unberechenbar’ (hesaplanamaz) veya
Napolyon’un da tabiriyle ‘belki öldürülebilir ama
asla esir alınamaz’ olduğunu unutuyor.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder