11 Haziran 2012 Pazartesi

GLASNOST NEYDİ?

            Sol görüşlü insanları yıllarca komünist(!) oldukları gerekçesiyle içeri atıp, ıslak kuru çeşitli işkencelerden geçirdiler. Bilmedikleriyse, komünist olduklarını düşündüklerinin, isteseler de komünist olamayacakları asal gerçeğiydi. Komünizm’i kim kaybetmiş de onlar bulmuşlardı. Bütün suçları inanmak olan, sayısız insan evladı boşu boşuna cefa çekti ve halen de çağ ötesi ortamlarda en ilkel biçimlerde çekiyorlar. Bugün erdemli kişilikli ve gerçek aydın hangi birey, sosyal bağımsız görüş ve inanç sahibi değil ki? O zaman da hepimizi komünist diye kapamaları gerekmiyor mu?

            Artı artık değeri tartışmasız bir realiteyle ortaya koyup, sömürü denen evrensel enek hırsızlığını tespit etme dehasına sahip olan Marx, her şeyin sonunda kendi alternatifine dönüşeceğini, oto dinamizmle mükemmel tespit etmiş ve Komünizm’i de, Sosyalist aşamanın sonunda, çağdaş insanoğlunun otomatikman ulaşacağı yüksek ahlak düzeyi olarak var saymıştı. Keşke öyle olabilseydi. Ne yazık ki bu bir paradigmadan öteye geçemedi. Marx’ın bilmediği veya bilmek istemediği – Hocanın göle attığı yoğurt mayası gibi, hani bir tutarsa(!) hesabı -  ise evrensel Âdemoğlunun yapısal olarak bu yetiye sahip olmadığı gerçeğiydi.
            Çok iyimser olduğu için oto dinamizmi insan denen şeytan-tanrı için kullanmadı veya kullanmaktan da korktu. Şayet böyle olmasaydı, Komünizme varabilmek için bilinen insan değil ama yeni bir laboratuar insanı türüne ihtiyaç olduğunu, hiç kuşkusuz kendisi de tespit edecekti, belki de etmişti. İşte bunu bilmiyoruz.

            Evet, insanoğlu ne yazık ki birey tanrı veya kendi başına – sonsuz evrende kendisinden bir adet mevcut -  benmerkezci ayrı bir dünya olma özelliği nedeniyle, Komünist olabilmeye uygun yapıda değildi. Belki de böylesi, kendi yapısı adına daha hayırlıydı, bu konu esasen büyük tartışmalara da her zaman açık ve görelidir. Aynı doğrultu da, hem de Türk’ün var oluş nedeniyle de çelişkili olduğuna, Atatürk gibi bende inanıyorum.
             Zaten bu mayanın da, uzun yıllar Marksist-Leninist Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinde, birebir denendikten sonra bile tutmayacağı anlaşılmadı mı? Nikita Kruschev değilmiydi, ‘90 larda Komünizme varacağız’ diyen ve de aynı 90 larda Gorbaçov’un, bizim Tayyiplerin demokratik açılımına(!) özdeş Glasnostuyla, Sosyalizme de veda etmek zorunda kalınan, sınıf farkını kaldırıyoruz derken, devlet bürokratları yüksek sınıfının(!) içine düştüğü – ya da kendi alternatifine dönüştüğü - açmaz nedeniyle de, kendiliğinden gelen o unutulmaz çöküş. Ben böyle hatırlıyorum, yanıldıysam siz düzeltin.

            Buradan da bir kere daha anlıyoruz ve revize edilmiş sağlıklı uygulanabilecek sosyalist-Kemalist bir Milli Ekonomi modelini distanse etmek kaydıyla, komünist olabilmek için bile gen yapılarıyla oynanmış ve birbirlerinin kopyası biyonik insanlardan oluşacak yeni cemiyetlere ihtiyaç vardır diyoruz. Bu da olsa olsa ancak geleceğin oratoryolarının temasadır. Tabiatıyla bu konuda deneyimi olmayan ama bilimselliğini her zaman takdir ettiğimiz Marx’ın, bunu o zaman bilmesi de düşünülemezdi.
            Ne var ki sosyalist revizyondan geçmiş tam bağımsız ve Kemalist bir Milli Ekonomi modelini öngörürken, en ufak bir hafiflikle bile, tarihimizin her safhasında dışarıdan yönlendirilmiş, kafasına buyruk ve sözde özgürlükler(!) adına emperyalist-ayrılımcı hiçbir politikaya da açılamayacağımızı(!) bilhassa vurguluyoruz. Her türlü reformun, revizyonun ancak mutlak birlik, bağımsızlık ve misak ı millimiz üstüne olabileceğine olan iman ve inancımızı da bir kere daha kuvvetle haykırıyoruz. 

            Marx şayet bugün yaşasaydı ne düşünürdü, her devletin bireylerinin özgür, bağımsız, adil, karşılıklı sosyal saygının, evrensel barış, ahenk ve uyumun sağlandığı, içinde emperyalistin barınamayacağı, asosyallerin olmadığı ve toplumlarına zarar veremediği, özgün bir dünya için nasıl bir formül uygulamaya kalkardı acaba. Buna belki de yapacağımız beyin fırtınasıyla bizlerde bir empati köprüsü oluşturabiliriz. Neresinden baksak denemeye değer hem de dünya insanlığı, kendi geleceği adına buna da mecburdur esasen. Meğerki bu paralelde, toplumların her şeyden önce aşağıda ki gibi düşünen ve ona uygun olarak da yaşayan kanaat önderi aydınlara ihtiyacı olduğunu da kabul etmek mecburiyetinde olduğumuzu bilelim.

            §  Vicdan hürriyeti, Toplantı-gösteri ve basın hürriyeti; Bu iki hürriyet anı prensipten çıkar. O prensip, insanların fikirlerini (duygu ve düşüncelerini) serbest söylemek ve yaymak hakkıdır. Vatandaşlar, kendi öğrenim ve eğitimleri için ve toplumun menfaatleri açısından, fikir alışverişinde bulunabilmeli, düşündüklerini istedikleri gibi söyleyebilmelidirler. En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbestçe ortaya konulması ve karşılıklı söylenebilmesi ile meydana çıkar ve yükselir. Kişisel ve Siyasi haklar, cins, yaş ve kabiliyet farkı olmaksızın milletin her ferdine verilmiştir. (1930 / 289 – Medeni Bilgiler, TTK-Prof. Afet İnan, 1969
     Tenkit, münakaşa ve münazara tamamen hürdür. Bu hürriyet herkes tarafından, hiç kimsenin etkisi olmadan, kendi kendine kullanılır. Hükümeti ve Meclisi dikkatli bulunduran tenkit hürriyetidir. Kamuoyunun tenkit hürriyeti, başlıca çok sayıdaki yayınlar ile olur. Yayınlar yolsuzluklara engel olur ve hükümet organlarını vazifelerini doğru yapmaya mecbur eder. Yayın, en etkin kontrol vasıtalarındandır. Bu noktada, tenkidin kolay ve fakat yapmanın güç olduğu hakikatinin unutulmaması lâzımdır. Gerekli görülen fikirler, toplumun iyiliği için ortaya atılmalıdır. (1930-MB)

 (Alıntı: M. Nevruz Sınacı – DOĞRULUĞUN VE ADALETİN TEMİNATI FİKİR HÜRRİYETİDİR)

                                                                                                                             Serendip Altındal


Özün Kişiliğinin Aynasıdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder