Biz büyüdükçe şekiller değişti, kaba
kuvvetin, sopanın yerini bu defa yönlendirme, yani ebeveynimiz bizi kontrolüne
almak adına, yumuşak karnımız üstüne geliştirdiği yönetme teknikleri kullanmaya
başladı. İşte bunun kıssadan açıklaması da, ‘komplo’dan
başka bir şey değildir. Ve buradan da anlıyoruz ki, günü gelince kaba kuvvetin
yerini mutlaka ‘komplo’ alıyor. Ne ki,
komployu da ‘doğruyla ikna ederek – müspet -’ veya ‘aldatarak – menfi veya
fitne -’ diye ikiye ayırmak gerekiyor.
Büyüdükten sonra biz de kendi
tekniklerimizi geliştirerek, ben merkezimizi kabul ettirmek adına, önce
ebeveynlerimiz, sırayla da arkadaşlarımız, ailemiz, çocuklarımız ve tüm dost ve
düşmanlarımıza uygulamaya başladık. Yeni doğmuş bir bebeğin ağzını şapırdatarak
doyduktan sonra bile, sürekli anasının memesini araması, onu doyurduktan sonra
yakasını kurtarmak adına küçük canavarın ağzına emziğini dayayan annenin
davranışları, komplo kurmak olmaz da ne olur.
Normalde, erkek olarak dikiş tutmaz
bir kocanın, yatakta canı burnunda ki karısına hava basmak adına, her gece azgın
koca numarası yapması, zavallı kadınınsa yuvasının ve yavrusunun selameti adına
her gece tatmin olan, mutlu(!) kadını oynamak zorunda kalması vb. hangisi
komplo değildir ki. Hele birde, çaresiz ve bağımlı kadınlar üstünde, asırlardır
süren ve maalesef de sürecek olan, aslı kadından aciz erkek(!) sultası komplosunu
masaya yatırırsak, vay ki ne vay!
Bunu kabul etmekte zorlansanız da, neresinden
baksanız bu uğraşlarımızın hepsi de komplodur. Dostlar dostlara, düşmanlar
dostlara, dostlar düşmanlara, aile, klan, millet ve devletlerin de birbirlerine,
içinde sürekli komplo uyguladığı yaşam dediğimiz devinim, işte böyle sonsuza
doğru sürüp gidecek olan devasa bir komplodur.
Hatta aldığımız nefesi bile doğanın
komplosuna borçluyuz. Neden mi? Ne oluyor da güneş, kozmik ışınlarını direk
olarak dünyamıza yollarken ve dünya asla yaşanamayacak bir yer olacakken, bu
zararlı nükleer ışınları, nasıl bir
flitrasyon – komplo – sistemlerinden geçirip belini kırarak, dünyayı bizim için
yaşanabilir bir mavi cennet haline getiriyor. Bir başka ifadeyle de, doğanın
doğaya uyguladığı böylesi haşmetli bir komploya mucize deniyor.
Buraya kadar ki mülahazamıza daha
çok ilaveler yapılabilecekken, hatta yapılması da gerekiyorken, burada keselim
en iyisi, zira bu konu hayli uzundur. Biraz da konuyla dolaylı olarak ilgisi
olacak bazı noktalara dokunduralım. Mesela diyelim ki, mademki insan varsa
komplo da var – veya fitne – ve bu
maalesef yaşamın olmazsa olmazı ise, o halde en mükemmel komplo, bize karşı
oluşacak komploları - fitneleri - daha
oluşmadan sahibine karşı döndürmek değilmidir.
Hele de tarihte hiçbir zaman olmamış
ve olmayacak, menşei belirsiz, lisanı bile kendisinin olmayan, emperyalist
imalatı çakma Kürt – aslı kripto Yahudi - denen çoğunluğu lejyoner, Ermeni,
Yahudi vs. kâfir ve putperest bir topluma verilmesi istenen muhayyel
‘Kürdistan’ palavrası adına, aslan evlatlarımızın pisipisine kırıldığı bu
günlerde, dostumuzun, hatta düşmanımızın bile düşmanı, ABD denen ve bütün bu
melanetin organizatörü İblis ile dans ediyorsak.
Bakın etrafınıza, bu İblisin Arap
baharı sloganıyla Ortadoğu Müslüman devletlerine ektiği laboratuar
damıtıklarına, onlarda oraların PKK’ ları değil mi? Dolayısıyla, bütün bu
komplolara, başınızda ki PKK damarı AKP hükümeti vasıtasıyla, yok halinizle
kendi adınıza – öyle ya vergi ödüyorsunuz - ne kadar finansman ayırmak zorunda bırakıldığınızı
da lütfen bir hesaplayıverin.
Ve bu vesileyle iddia ediyorum ki,
uzlaşma sloganı(!) yaftası altında, bugün ‘Kürt Açılımı’ masalıyla yola çıkan
iktidar ve muhalefet tarafı, yarın bu ülkede çok ağır bir vebal ödemek zorunda
kalacaklardır, bizden uyarması. Bizi işin Kılıçdaroğlu tarafı ilgilendirdiği
için, bu bağlamda onun kulağını çekmekte de yarar görüyoruz. Ayrıca uyarmak
gerekirse, bu açmazı gören Tayyip Erdoğan, yarın Amerika ile yapacağı yeni bir
ikili manevrayla, kendisini toplum önünde yapayalnız bırakacaktır.
Ondan sonra da ‘bakın bu işler
kimseye ödün vermeden de olurmuş, Kılıçdaroğlu’na kalsak ödün verecektik’
diyerek onu toplum önünde açık düşürecek, siyasi itibarını belki de sıfırlayacaktır.
Bu da muhtemelen ikinci bir Baykal vakası olacak ve AKP ye yeni bir avans
oluşturacaktır, kimbilir. Yoksa tasarlanan komplo bumudur acaba. Hani komplodan
bahsetmişken bunu da bir hatırlatalım istedik.
Yukarda demiştik hani, mükemmel
komplo, rakibininkini kendisine döndürendir diye. Bizim iyi niyetli sevgili
Kılıçdaroğlu, belki de yavaş yavaş içinden çıkamayacağı bir tuzağa doğru
sürükleniyor gibi geliyor bana. İnşallah yanılıyorumdur. Ama çok iyi tahmin
edebiliyorum ki, Amerika bin bir meşakkat ve masrafla, Türkiyemizde kendi adına
çok avantajlı bir konuma getirdiği satranç pozisyonunu, sonuna kadar da sürdürmeye
kararlıdır.
Benim buradan kendi adıma gördüğümü,
CHP kurmayının fark edemiyor olması ya da anlaşılamaz suskunluğu, inanın insanı
hayrete düşürüyor. Oysa kiminle dans ettiklerini artık öğrenmiş değil,
ezberlemiş olmaları gerekiyordu. 10 yıldır hem de Tayyip Erdoğan gibi bir
partnerinizin atacağı adımı hala önceden kestiremiyorsanız, durumunuz sadece
ayıp değil vallahi trajikomik oluyor dostlar.
Sonuç olarak, daha baş İmamı Hz.
Muhammedin ölümünden hemen sonra, komplolarla – fitneler – ve İmamet
meseleleriyle, fırkalaşarak şirazesinden çıkan İslamı temel almak zorunda kaldığımızda,
yaşamı, düşünce yapısı ve erdemiyle, Hz Muhammed’e göre de, kurtuluşu bulacak kendisinden
olan sadık ashabının başına, ‘Allah’ın askeri Türkler’in
lideri yüce Atatürk’ü yerleştirmek gerektiği, kendiliğinden anlaşılmıyor mu?
Buna göre de, bize karşı sanal İslamı
kullanan komploculara, ‘Hilafet, Olimpiyatlar gibi
dört senede bir Müslüman devletleri arasında el değiştirsin’ diyen, baş İmam Atatürk örneğiyle gerçek İslam adına cevap
vermemiz, kaçınılmaz olmuyor mu? İşin özüne gelince, İslam’ın bayrağı dahi, Peygamber’in
ashabı, baş İmam Atatürk’ün elinden başka bir ele de yakışmıyor.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder