12 Ocak 2019 Cumartesi

KONTROLLU PROVOKASYON..


            Yerel seçimler yaklaştıkça korkutma hedefli yapay iç düşmanlığı körükleyip duruyorlar. Hâlbuki seçmen sayılarını nasılsa yine manipüle etmek varken ve kimsenin de sesi çıkmıyorken buna ne gerek varsa. Asıl rahatsız eden nedir biliyor musunuz? Milli güvenlik sorunu had safhada iken iktidar, muhalefeti dolayısıyla da milletin yarısından fazlasını düşmanı olarak gördükçe, Devletimizin elini kolunu bağlayan anti milli kördüğümün çözüleceği yoktur.

            Bu durum sürdükçe de bizim bölünüp, federatif Devletçiklere – ön Türk Budunlarının boylara ayrıştırıldığı gibi – ayrışmamızı planlayan BOP endeksli AB&ABD emperyal emellerinin de önü açılıyor demektir. Ve hal böyle iken iktidar ne mi yapıyor?

            Şöyle özetleyelim: Mesela arabanızla ıssız ve karanlık bir yolda gece sürüşü yaparken, uzun farlarınızla yol alıyorsunuz. İlerinizde sizi soymak üzere pusu kuran bir kişi, elindeki ayna ile kendi ışığınızı gözünüze yansıtarak sizi kaza yapmaya zorlayabilir. İşte Erdoğan’ın bilhassa da ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na yaptığı tam da budur.

            Ayna misalinde olduğu gibi kendisine yapılan haklı eleştirileri ayna tutmuş gibi yansıtarak, ana muhalefeti kaza yapmaya zorlarken de kontrollü bir provokasyon uyguluyor. Böylelikle arkasına aldığı yandaş hukukçularıyla ana muhalefeti, yapay hakaret tazminatlarıyla iflasa zorluyor. Hiç bu davranışlar, bırakın koca Türkiye Cumhurunun başındakini, bir muhtemel Potamya kralına bile yakışır mıydı acaba?

            Kontrollü demişken ne hikmetse, bütün yetkileri kendi eline veren ve bugün bile ne olduğu, nasıl olduğu hasıraltı edilen şu meşhur darbe geliverdi aklıma birden. O zaman da bu olacakları söylemiştik. O nedenle de bana sürpriz olmuyor artık hiç, tüm öngördüklerim. Aynı şeyleri tekrarlamaksa beni de bıktırıyor.

            Gözüne ayna tutulan sürücü ne yapmalıdır. Sadece yakın farlarını yakıp oyunu bozarak, yoluna hiç durmadan devam etmelidir. Belki de seçimler öncesi, milletin toptan sesini kısarak şaibeli yeni sonuçlara şimdiden alıştırmaya çalışıyorlar büyük olasılıkla yine, diye düşünüyor insan ister istemez?


            Doğuda Çin, Batıda Bizans belgelerinden, bizde ise ancak Göktürklerin Orhun yazıtlarıyla başlayan yazılı tarihimizden öğrendiğimize göre; Türk gücünden korunabilmek için büyük Türk Budunlarını küçük boylara bölerek dağıtmışlardır.
           
            Sonra da bunları birbirleriyle vuruşturarak, hepsinden kurtulmak üzere her daim zorunlu olarak da, Türk karşısında korku dolu ve entrikacı bir yaşama mahkûm olmuşlardır. Hristiyanlık bahane, dolayısıyla Türk düşmanlıkları da bundan olsa gerektir.

            Tabii daha Batı yazı nedir bilmiyorken, çok daha öncelerinden itibaren Türklerin mağara duvarlarına, kayalara, mezarlarına kazıdıkları sonra da Latincenin de kaynağını oluşturan tamga yazıtları da vardı elbette. Ve anlamlarını yorumlayamadan sadece harf sembollerini kullanmışlardı. Ne ki bugün de emperyalist Batı dünyası, Türklere karşı aynı o eski oyunun oyuncusudur yine.

            Ateşini, tekerleğini, yazısını, felsefesini hatta tanrısını bile aşırıp putlarını, fetişlerini terk ederek ancak uygarlıklarının eşiğine gelebildikleri Türklere, bırakın barbar desinler. Buna sadece gülünür. Hoş bunun böyle olduğunu kendileri de çok iyi biliyor; ama dürüst olmadıkları için de açık söylemiyorlar. Lakin kendi şanlı tarihlerini bizim çocuklarımız bilsin, bize yeter. İşte o yüzden de milli eğitimi iğdiş ediyorlar ya zaten.

            Şimdi gelin vatansever dostlarım tam da bu noktada, manipüle edilen milli eğitim üzerine yıllardır tek başına mücadele veren, bilhassa da ilk eğitim kitaplarında yapılan sinsi uyarlamaları belgeleriyle ortaya koyan Sayın Mahiye Morgül öğretmene, minnetle teşekkür edelim. (NET: mahiye.com)

            Ayrıca kendisine açılan davalarda, bu yiğit Karadenizli amazonumuzu hiç yalnız bırakmayan, hukukçusundan eğitimcisine kadar her sınıftan ahde vefa sahibi vatanseverlerimize de, bu vesileyle çocuklarımız ve torunlarımız adına minnet ve şükranlarımızı yollayalım ve hepsini kutlayalım.


            O halde varlığımızı koruyabilmemizin tek yolu, milli birliğimizi korumak ve hep tek parça halinde kalmak zorunluluğumuzdur. Bu durumlar tarihte de defalarca görülmüştür. Özellikle lükse, rahata alışıp, günlük yaşamcı vatansız Dünya vatandaşlarıyla – mesela bugün içimizdeki Amerikalılar(!) gibi - aynı yaşamı paylaştığında, kimliğini kaybeden Türk’ün, diğerleri gibi yok olacağını iyi bilen Tonyukuk, Bilge Kağan ve diğer liderleri Türk Budununa bu doğrultuda öğretici sayısız mesajlar bırakmışlardır.

            Öyleyse nedir: Hazinesine kadar kurutulmuş Türkiye Cumhuriyetini temsil ettiği söylenen bir Sarayda, ucuz figüranlarla sürekli oynanan ihtişamlı çadır tiyatrosunun aslı astarı. Alıştıkları için – ki alışmış kudurmuştan da beterdir – kanlarını da zehirlemiş olan lüks düşkünü muhteris yaşamlarını, milletin sırtında sürdürmeye devam üzere, yine ezilmiş milletin sırtına kambur olacak uzun vadeli dış kredilerin, tekrar önünü mü açmaya çalışıyorlar yoksa.

            İyi de, milli rezerv olan altınlarımızı bile sömürgeci tefecinin kasasına emanet ederken bunu nasıl yapacaklarını düşünüyorlardı acaba. Öyle ya sen bütün varlığını kendi elinle hırsızına teslim ettikten sonra, onun bir de üstüne sana para vereceğini mi umuyordun acaba…

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder