Yerel
seçimler yaklaştıkça korkutma hedefli yapay iç düşmanlığı körükleyip duruyorlar.
Hâlbuki seçmen sayılarını nasılsa yine manipüle etmek varken ve kimsenin de
sesi çıkmıyorken buna ne gerek varsa. Asıl rahatsız eden nedir biliyor musunuz?
Milli güvenlik sorunu had safhada iken iktidar, muhalefeti dolayısıyla da
milletin yarısından fazlasını düşmanı olarak gördükçe, Devletimizin elini
kolunu bağlayan anti milli kördüğümün çözüleceği yoktur.
Bu durum sürdükçe de bizim bölünüp,
federatif Devletçiklere – ön Türk Budunlarının boylara ayrıştırıldığı gibi – ayrışmamızı
planlayan BOP endeksli AB&ABD emperyal emellerinin de önü açılıyor
demektir. Ve hal böyle iken iktidar ne mi yapıyor?
Şöyle özetleyelim: Mesela arabanızla
ıssız ve karanlık bir yolda gece sürüşü yaparken, uzun farlarınızla yol
alıyorsunuz. İlerinizde sizi soymak üzere pusu kuran bir kişi, elindeki ayna
ile kendi ışığınızı gözünüze yansıtarak sizi kaza yapmaya zorlayabilir. İşte
Erdoğan’ın bilhassa da ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na yaptığı tam da
budur.
Ayna misalinde olduğu gibi kendisine
yapılan haklı eleştirileri ayna tutmuş gibi yansıtarak, ana muhalefeti kaza
yapmaya zorlarken de kontrollü bir provokasyon uyguluyor. Böylelikle arkasına
aldığı yandaş hukukçularıyla ana muhalefeti, yapay hakaret tazminatlarıyla
iflasa zorluyor. Hiç bu davranışlar, bırakın koca Türkiye Cumhurunun başındakini,
bir muhtemel Potamya kralına bile yakışır mıydı acaba?
Kontrollü demişken ne hikmetse,
bütün yetkileri kendi eline veren ve bugün bile ne olduğu, nasıl olduğu hasıraltı
edilen şu meşhur darbe geliverdi aklıma birden. O zaman da bu olacakları
söylemiştik. O nedenle de bana sürpriz olmuyor artık hiç, tüm öngördüklerim. Aynı
şeyleri tekrarlamaksa beni de bıktırıyor.
Gözüne ayna tutulan sürücü ne
yapmalıdır. Sadece yakın farlarını yakıp oyunu bozarak, yoluna hiç durmadan
devam etmelidir. Belki de seçimler öncesi, milletin toptan sesini kısarak
şaibeli yeni sonuçlara şimdiden alıştırmaya çalışıyorlar büyük olasılıkla yine,
diye düşünüyor insan ister istemez?
Doğuda Çin, Batıda Bizans
belgelerinden, bizde ise ancak Göktürklerin Orhun yazıtlarıyla başlayan yazılı tarihimizden
öğrendiğimize göre; Türk gücünden korunabilmek için büyük Türk Budunlarını
küçük boylara bölerek dağıtmışlardır.
Sonra da bunları birbirleriyle
vuruşturarak, hepsinden kurtulmak üzere her daim zorunlu olarak da, Türk
karşısında korku dolu ve entrikacı bir yaşama mahkûm olmuşlardır. Hristiyanlık
bahane, dolayısıyla Türk düşmanlıkları da bundan olsa gerektir.
Tabii daha Batı yazı nedir
bilmiyorken, çok daha öncelerinden itibaren Türklerin mağara duvarlarına,
kayalara, mezarlarına kazıdıkları sonra da Latincenin de kaynağını oluşturan tamga
yazıtları da vardı elbette. Ve anlamlarını yorumlayamadan sadece harf
sembollerini kullanmışlardı. Ne ki bugün de emperyalist Batı dünyası, Türklere
karşı aynı o eski oyunun oyuncusudur yine.
Ateşini, tekerleğini, yazısını,
felsefesini hatta tanrısını bile aşırıp putlarını, fetişlerini terk ederek
ancak uygarlıklarının eşiğine gelebildikleri Türklere, bırakın barbar desinler.
Buna sadece gülünür. Hoş bunun böyle olduğunu kendileri de çok iyi biliyor; ama
dürüst olmadıkları için de açık söylemiyorlar. Lakin kendi şanlı tarihlerini bizim
çocuklarımız bilsin, bize yeter. İşte o yüzden de milli eğitimi iğdiş ediyorlar
ya zaten.
Şimdi gelin vatansever dostlarım tam
da bu noktada, manipüle edilen milli eğitim üzerine yıllardır tek başına
mücadele veren, bilhassa da ilk eğitim kitaplarında yapılan sinsi uyarlamaları
belgeleriyle ortaya koyan Sayın Mahiye Morgül öğretmene, minnetle teşekkür edelim. (NET: mahiye.com)
Ayrıca kendisine açılan davalarda,
bu yiğit Karadenizli amazonumuzu hiç yalnız bırakmayan, hukukçusundan
eğitimcisine kadar her sınıftan ahde vefa sahibi vatanseverlerimize de, bu
vesileyle çocuklarımız ve torunlarımız adına minnet ve şükranlarımızı
yollayalım ve hepsini kutlayalım.
O halde varlığımızı koruyabilmemizin
tek yolu, milli birliğimizi korumak ve hep tek parça halinde kalmak
zorunluluğumuzdur. Bu durumlar tarihte de defalarca görülmüştür. Özellikle
lükse, rahata alışıp, günlük yaşamcı vatansız Dünya vatandaşlarıyla – mesela
bugün içimizdeki Amerikalılar(!) gibi - aynı yaşamı paylaştığında, kimliğini
kaybeden Türk’ün, diğerleri gibi yok olacağını iyi bilen Tonyukuk, Bilge Kağan
ve diğer liderleri Türk Budununa bu doğrultuda öğretici sayısız mesajlar
bırakmışlardır.
Öyleyse nedir: Hazinesine kadar
kurutulmuş Türkiye Cumhuriyetini temsil ettiği söylenen bir Sarayda, ucuz
figüranlarla sürekli oynanan ihtişamlı çadır tiyatrosunun aslı astarı. Alıştıkları
için – ki alışmış kudurmuştan da beterdir – kanlarını da zehirlemiş olan lüks
düşkünü muhteris yaşamlarını, milletin sırtında sürdürmeye devam üzere, yine ezilmiş
milletin sırtına kambur olacak uzun vadeli dış kredilerin, tekrar önünü mü
açmaya çalışıyorlar yoksa.
İyi de, milli rezerv olan
altınlarımızı bile sömürgeci tefecinin kasasına emanet ederken bunu nasıl
yapacaklarını düşünüyorlardı acaba. Öyle ya sen bütün varlığını kendi elinle hırsızına
teslim ettikten sonra, onun bir de üstüne sana para vereceğini mi umuyordun acaba…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder