Bu silahı bundan sonra da şayet ömrü
vefa ederse, yaşamı adına daha da tesirli hale getirerek kullanmak zorunda
kalacaktır. Zira savaş gücü de kalmamıştır artık. Kore, Vietnam, Afganistan ve
Irağa kadar uzanan bir çizgide, stratejik kayıpları giderek daha da ağırlaşan
bir tablo çizerek sonuçlanmaya devam edecektir. Kolunu bile oynatmadan, oturduğu
yerden bütün dünyaya sahip olsun diye de, ömür boyu 7x24 saat dolar da
bastırtmayacaklardır adama hiç kuşkusuz. Okyanuslu Joni artık kendi sonunu
hazırlamakta ve kendi kafasına namluyu doğrultmaktadır.
Ne var ki, başlarında ki, mazlum
atasını bile inkâr eden Kunta Kintelerin torunu ve şimdi adam olduğunu farz eden
yeni bitme eşkıya başı, üstüne haddini aşan hesaplar yaptığı Türk Ulusunun,
kendi nesillerinin tohumları bile yokken, kendisinin ki gibi göçmen
yerleşkesinin değil ama dünya tarihinin ilk devletinin sahibi olarak yola
çıktığını ve binlerce yıldır başı hep yukarda, düvellere hükmettiğini bilmez ya
da bilmek istemez.
Bizim ‘Emmioğlu’ bugüne kadar, en
azından adam gibi düşmanlarla savaşmış, karşısında da hep açık cepheler
bulmuştu. Türk evladı buna alışıktır, bununla da beslenir aslında. Ne ki bundan
böyle karşısında emperyalistin açık cepheleri olmayacak ve kavgaları Türk’e göre
‘PUŞTÇA’ yapılıyor olacaktır ki, işte o buna alışık değildir. Bundan sonra
bölgesel harplerin yerini, üçüncü dünya harbinin alacağı gerçeği de artık kapıya
dayanmıştır. Zira dünya ufalmış ve stratejik olarak bu zorunluluğa sıkışıp
kalmıştır. İşte Türkoğlu da bu nedenle apışıp kalıyor, olana bitene akıl
erdiremiyor ve hiç de alışık olmadığı bu ataleti de, izah edemediği karışıklığın
yarattığı, bu zorunlu kararsızlığından geliyor esasen. Ve ne yazık ki
anavatan’ının, alıştıra
alıştıra küreselci eşkıya tarafından işgal edildiğinin, bu yüzden
de farkında olamıyor aslında.
Şimdi ise Emmioğlunun, kendisini
özüne döndürecek, ona olmazsa olmazı demek olan hayat iksirini sunacak yeni bir
cepheye ihtiyacı vardır. Bu cephe de Okyanus eşkıyasının dümen suyunda kalmakla
açılamaz. Yani emperyalist sırtlanı acilen provoke edip karşına alacak ve sana
silahlı bir saldırıya icbar edeceksin. Bu gerçeği kabul edebilmekse, Türkü
tanımaktan geçer. İnanın bundan başka da çözümü kalmamıştır Emmi’nin gari. Çünkü
manüplatif başka bir çözüme de aklı basmaz, bassa da ahde vefa yüklü vicdanı
almaz. Dürüsttür, saftır ve de bakirdir.
Bu da neresinden baksak, içimize
yerleştirilmiş ajanların, besleme medyatiklerin ve transfer edilmiş devşirme
akademisyenlerin işi değildir. Kendi yiğit evlatlarına çuval geçirenlere seyirci
kalan hatta alkış tutan üniformalıların işi de hiç değildir. Türk’ün, Kemalist
diplomalı Türk evlatlarına, öz vekillerine, öz aydınlarına, öz diplomatlarına,
öz hukukçularına acilen ihtiyacı vardır. Ve Emmioğluna, kendisine yakışan
Kemalist komutanlar gerekir. Bütün bunlarsa Türk’ün vatanında yeterinden fazla
mevcuttur, yalnız bir an önce aynı kampta toplanmak mecburiyetleri
vardır.
Türkoğlu gerektiği zaman ve mekânda
komutanını da kendi bünyesinden çıkarabilecek karakter ve vasfa sahiptir. Yedi
düvel de bunu çok iyi bilir aslında. Bugüne kadar Türk gerçeği buydu, böyle
olmuştur ve bundan sonra ebediyete kadar da böyle olacaktır. Kendi öz
toprağından yeşeren Atatürk, emsalsizliğiyle tarihe mal olan İstiklal harbi ve
Cumhuriyet mucizesi de, işte Türk evladının bu özellikleri nedeniyle var
olmuşlardır. Şimdi bunu da bilin ya da bilin Bey ve
Hanımefendiler.
Karşısında ki kancık düşmanın,
devamlı çalkalayan tarz ve üslubuna alışık olmayan Türk evladının, ihtiyacı
olduğu cepheyi açmanın yolları ise quantum fiziğinden geçmez. Aslında çok açık,
seçik ve de basittir. Yapılacak yegâne iş, kadim komşularının üstüne
şarlatılmaya çalışılan Türk ordusunu, en sağlam gerekçe sayarak, başta Okyanuslu
eşkıyanınki olmak üzere kendisine arka çıkan bütün köpeklerin elçiliklerine ve
mal varlığına el koyarak içindekileri, tüm ajan provokatörleriyle birlikte hudut
kapılarının önüne atmaktır.
Sözün özü; Türk evladı kendi adına,
kendi müktesebatı için savaşmalıdır yani başkaları istediği için değil. Nefsi
müdafaa kavgası ise, onun yaşam gerçeği ve nedenidir. Çünkü Türkoğlu sadece
kendi nefsi müdafaasında Türklüğünün büyük hazzına, lezzetine ve de orgazmına
varır. Bu nedenle de, kendi adıma Korede ki kayıp evlatlarımıza şehit
diyemiyorum, tıpkı sömürgeci adına birilerinin şehit addettiği Anzaklara
demediğim dibi. Ne işleri vardı bizim topraklarımızda.
Şimdi
soralım o zaman bu dediklerimize delilik değip dudak bükenlere; yiğide deli denirse, deliye de dahi denmez mi?
Aslında ikiz olan, delilik ile dehayı birbirinden, beyinde ki örümcek ağcığının
ayırdığını biliyorsak, köşeye sıkışmış düşmanı kendi silahıyla vurmaya veya
kendi piyonuyla mat etmeye, deha denmez de ne
denir.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder