2 Nisan 2012 Pazartesi

HAYAT İKSİRİMİZİN TARİFSİZ LEZZETİ..

           Sümbülün altında bülbülü, Mediapark’da Turanı aramayalım da kendimizi kandırmayalım. Biliyoruz ki, bizi bu açmaza paketleyen dış kaynak bellidir. Bize bu ambalajı yapan sinsi güçle, elde ki mevcut kafayla başa çıkabilmek de mümkün değildir. Çünkü düşman tarihte emsali görülmediği kadar kancık ve puşttur ay zamanda da erdem, ahlak ve yiğitlikten uzaktan bile nasip almamış piçler güruhudur. Bugün küreselcilik yaftasıyla tanımlanan son icadı olan ve sadece belden aşağı çalışan, konvansiyonel, sessiz ama tesirli eko-politik silahını kullanmaktadır artık.
            Bu silahı bundan sonra da şayet ömrü vefa ederse, yaşamı adına daha da tesirli hale getirerek kullanmak zorunda kalacaktır. Zira savaş gücü de kalmamıştır artık. Kore, Vietnam, Afganistan ve Irağa kadar uzanan bir çizgide, stratejik kayıpları giderek daha da ağırlaşan bir tablo çizerek sonuçlanmaya devam edecektir. Kolunu bile oynatmadan, oturduğu yerden bütün dünyaya sahip olsun diye de, ömür boyu 7x24 saat dolar da bastırtmayacaklardır adama hiç kuşkusuz. Okyanuslu Joni artık kendi sonunu hazırlamakta ve kendi kafasına namluyu doğrultmaktadır.
            Ne var ki, başlarında ki, mazlum atasını bile inkâr eden Kunta Kintelerin torunu ve şimdi adam olduğunu farz eden yeni bitme eşkıya başı, üstüne haddini aşan hesaplar yaptığı Türk Ulusunun, kendi nesillerinin tohumları bile yokken, kendisinin ki gibi göçmen yerleşkesinin değil ama dünya tarihinin ilk devletinin sahibi olarak yola çıktığını ve binlerce yıldır başı hep yukarda, düvellere hükmettiğini bilmez ya da bilmek istemez. 

            Bizim ‘Emmioğlu’ bugüne kadar, en azından adam gibi düşmanlarla savaşmış, karşısında da hep açık cepheler bulmuştu. Türk evladı buna alışıktır, bununla da beslenir aslında. Ne ki bundan böyle karşısında emperyalistin açık cepheleri olmayacak ve kavgaları Türk’e göre ‘PUŞTÇA’ yapılıyor olacaktır ki, işte o buna alışık değildir. Bundan sonra bölgesel harplerin yerini, üçüncü dünya harbinin alacağı gerçeği de artık kapıya dayanmıştır. Zira dünya ufalmış ve stratejik olarak bu zorunluluğa sıkışıp kalmıştır. İşte Türkoğlu da bu nedenle apışıp kalıyor, olana bitene akıl erdiremiyor ve hiç de alışık olmadığı bu ataleti de, izah edemediği karışıklığın yarattığı, bu zorunlu kararsızlığından geliyor esasen. Ve ne yazık ki anavatan’ının, alıştıra alıştıra küreselci eşkıya tarafından işgal edildiğinin, bu yüzden de farkında olamıyor aslında.
            Şimdi ise Emmioğlunun, kendisini özüne döndürecek, ona olmazsa olmazı demek olan hayat iksirini sunacak yeni bir cepheye ihtiyacı vardır. Bu cephe de Okyanus eşkıyasının dümen suyunda kalmakla açılamaz. Yani emperyalist sırtlanı acilen provoke edip karşına alacak ve sana silahlı bir saldırıya icbar edeceksin. Bu gerçeği kabul edebilmekse, Türkü tanımaktan geçer. İnanın bundan başka da çözümü kalmamıştır Emmi’nin gari. Çünkü manüplatif başka bir çözüme de aklı basmaz, bassa da ahde vefa yüklü vicdanı almaz. Dürüsttür, saftır ve de bakirdir.
            Bu da neresinden baksak, içimize yerleştirilmiş ajanların, besleme medyatiklerin ve transfer edilmiş devşirme akademisyenlerin işi değildir. Kendi yiğit evlatlarına çuval geçirenlere seyirci kalan hatta alkış tutan üniformalıların işi de hiç değildir. Türk’ün, Kemalist diplomalı Türk evlatlarına, öz vekillerine, öz aydınlarına, öz diplomatlarına, öz hukukçularına acilen ihtiyacı vardır. Ve Emmioğluna, kendisine yakışan Kemalist komutanlar gerekir. Bütün bunlarsa Türk’ün vatanında yeterinden fazla mevcuttur, yalnız bir an önce aynı kampta toplanmak mecburiyetleri vardır.
            Türkoğlu gerektiği zaman ve mekânda komutanını da kendi bünyesinden çıkarabilecek karakter ve vasfa sahiptir. Yedi düvel de bunu çok iyi bilir aslında. Bugüne kadar Türk gerçeği buydu, böyle olmuştur ve bundan sonra ebediyete kadar da böyle olacaktır. Kendi öz toprağından yeşeren Atatürk, emsalsizliğiyle tarihe mal olan İstiklal harbi ve Cumhuriyet mucizesi de, işte Türk evladının bu özellikleri nedeniyle var olmuşlardır. Şimdi bunu da bilin ya da bilin Bey ve Hanımefendiler.

            Karşısında ki kancık düşmanın, devamlı çalkalayan tarz ve üslubuna alışık olmayan Türk evladının, ihtiyacı olduğu cepheyi açmanın yolları ise quantum fiziğinden geçmez. Aslında çok açık, seçik ve de basittir. Yapılacak yegâne iş, kadim komşularının üstüne şarlatılmaya çalışılan Türk ordusunu, en sağlam gerekçe sayarak, başta Okyanuslu eşkıyanınki olmak üzere kendisine arka çıkan bütün köpeklerin elçiliklerine ve mal varlığına el koyarak içindekileri, tüm ajan provokatörleriyle birlikte hudut kapılarının önüne atmaktır.

            Sözün özü; Türk evladı kendi adına, kendi müktesebatı için savaşmalıdır yani başkaları istediği için değil. Nefsi müdafaa kavgası ise, onun yaşam gerçeği ve nedenidir. Çünkü Türkoğlu sadece kendi nefsi müdafaasında Türklüğünün büyük hazzına, lezzetine ve de orgazmına varır. Bu nedenle de, kendi adıma Korede ki kayıp evlatlarımıza şehit diyemiyorum, tıpkı sömürgeci adına birilerinin şehit addettiği Anzaklara demediğim dibi. Ne işleri vardı bizim topraklarımızda.

            Şimdi soralım o zaman bu dediklerimize delilik değip dudak bükenlere;  yiğide deli denirse, deliye de dahi denmez mi? Aslında ikiz olan, delilik ile dehayı birbirinden, beyinde ki örümcek ağcığının ayırdığını biliyorsak, köşeye sıkışmış düşmanı kendi silahıyla vurmaya veya kendi piyonuyla mat etmeye, deha denmez de ne denir.

                                                                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder