22 Nisan 2012 Pazar

KALİTE Mİ, KANTİTE Mİ?

            Son Genar araştırmasına göre, ülkemizde adil yargı olmadığına inananların sayısı yüzde 67’leri geçmiş. Daha bile fazla olması gerekirdi aslında, çünkü aklın yolu birdir, muhtemelen sayım hataları da olmuştur mutlaka. Bu sonucun, anlaşılır Türkçe de en açık ifadesi ise, yüzde 67’nin hükümet karşıtı olduğudur. Öyle ya, hükümet yandaşı ve yalakaları, kendilerinin olan yargıya neden güvenmesinler ki? Nalıncının keseri gibi, kendi yargıları da hep onların tarafına yontacaktır nasıl olsa. Öyle ya da böyle, mademki işlerine geldiği zaman kaliteyi (asal olanı) bir yana fırlatıp kantitatif rakamları temel alıyorlar, neticede bu oluşkunun da - işlerine gelir veya gelmez - önümüzde ki seçimler genelinde, geçerli bir diagnostik değer olarak almaları gereğini de yadsıyamayacaklardır hiç şüphesiz.

            Şayet bir ülkede adil yargı sistemi işlemiyorsa ya da bizde olduğu gibi yargı, Sultan kapısına Kadı yapılmışsa veya adalet sarayının kapıcı dairesinde işlem yapar ve arka bahçesini de kullanır hale getirilmişse, devlet de bitmiş demektir. Mevcut olan bu durumda da sayım sonuçları, devletine daha doğrusu da hükümet partisine – ki bunların içinde çoğunluğu da AKP seçmenidir – artık bütün güvenini kaybetmiş büyük bir ekseriyetin, açık ve net görüşünü, dolaylı ifade biçimidir aslında. Şimdi bu sonuçtan Erdoğan hükümeti kendisine, yine nasıl bir takiye primi(!) çıkarır bilemem ama mesajı alması gerekenlerin almış olduğunu da düşünüyorum doğrusu.

            Adil yargımız gibi, milli ekonomimizi de sanal rakamlarla ucubeye(!) çevirip gündem çarpıtanlar, artık şapkalarını önlerine koyup, toplam ahval ve şeraitlerinin bir dökümünü almak zorundadırlar. Zira fazla da vakitleri kalmamıştır önlerinde. Biçilen(!) zaman, o da en fazla 2 yıldır – öyle dememişlermiydi hani – vadenin fazla uzatılacağı pek olası değildir ama her an öne de çekilebilir.
            Ayrıca karşı dağların ardında ki rüzgârların, bizim buralara neler taşıyacağı da hiç belli olmaz. Neticede verilen vade göz açıp kapatıncaya kadar geçecektir. Eeeee sonrası için ne düşünürsünüz beyler! Yani şu meşhur ‘sap döner, keser döner’ meselesi için. Genar bu konuyla da ilgili, bizatihi AKP’liler arasında bir anket yaparsa, zannederim hayli ilginç sonuçlar alacaktır.
           

            Diğer yanda tam da Barzani denen Kürt Yahudisi’nin – ki adamın genleri araştırılsa kesin Musanın parmak izlerine rastlanır - Başbakanı ziyaretinin arifesinde, ortaya bomba gibi atılan, bize de bir yerlerden tanıdık gelen (ergenekonvari), bombalı suikast ihbarı, toplumda kuşku uyandırdı. Bizim yeni bitme ‘senaryo polisi’, ‘Yahudiyi öldüreceğine korkut’ prensibinden yola çıkarak, gerilen tansiyonu düşürmek ve Başbakanın elini de hafifletmek mi istedi acaba.
            Konuşmalardan olumlu sonuçlar alınması bağlamında, Barzani’ye bir gözdağı vererek, üstüne de kendi balonunu mu şişirdi dersiniz. Hani kendi reklamını da yaparak, bir taşla iki kuş vurmak gibi. Yani bu sözde suikast, AKP işi tipik gündem yaratma numarası gibi geliyor insana doğrusu. Yapacak adam yapardı, son dakikada bunu ifşa etmez, bombasını da, kendi elleriyle(!) koymuşlar gibi şipşak buldurmazdı insanlara herhalde.

            Bu arada, seyretmeyi de sevenler için, yeni görsellerimin aşağıya bağlaçlarını koydum. Hani ne derler; ‘on defa anlatacağına bir kere yap göster’. Ne var ki, ne yaparsak yapalım ve okuma tembeli olalım, arada bir okumadan da olmuyor..

                                                                                             
            Yalın ifadelerle gerçekleri anlaşılır hale getirebilmek, her zaman mümkün değildir. Bazı vaz geçilemez değerlerin yerleşmesi için görmek ve bunun için de görselleri arada sırada devreye sokmak da gerekiyor. İşte bu nedenle, özümüz olan ‘Milli Birlik’ meselesinde, en fundamental esasları, görsel olarak da vurgulamaya bilhassa çalıştım.

            Özellikle de ‘ÖZLEMEK’ ve ‘TÜRKİYEMİZ 2008’ görsellerinde bu farkı ve maddenin nasıl ruh kazandığını, açıkça görebileceksiniz. Resimleri izlerken de dönemin ‘ruh ve fiziği’ ile nasıl ‘çakı gibi olan’ gençliğimizin bugün nerelere taşınmakta olduğunu bir kere daha yorumlayacak ve buna sebep olan, Atatürk’ümüz gibi aynı zamanda da bir devlet adamından sonra gelen, tüm siyasilere, dolu dolu lanetler yağdıracaksınız. İçlerinde tabiatıyla İnönü, Ecevit vb.- bu bağlamda fazla da iz bırakabilen olmadı -  bazı sağlamlarda olmuştu.

             Ne var ki, çevrelerinde ki mikroplar onlarında kanına girebilmeyi başarmışlardır. Salt silah arkadaşlığı, askeri başarılar veya belagat sanatı, adamı ne yazık ki, tarihe mal olmuş bir devlet adamı, hele de rahmetli Mustafa Kemal gibi ‘GERÇEK BİR LİDER’ yapmaya yeterli olmuyor. İşte Atatürk bu anlamda da tekdir.

            Görselleri izlerken özellikle de genetiği manipüle edilmiş Amerikan gıdalarıyla, ayakta beslenen bugünkü gençliğimizden, nasıl bir ‘obez Amerikan gençliği’ veya onların ki gibi çağdaş(!) bir ümmet(!) yaratılmaya çalışıldığının, farkına varabilecek ve cahil ‘Amerikalının’ kendi gerçeğinden bile haberi olamadığını daha iyi anlayacaksınız.

            Ve muhtemelen de tatlı tatlı yine de kendi halinize şükredeceksiniz. Zannedersem bu da size moral verecektir. Bakın, görsel deyip geçmeyin o halde. Buna rağmen, her gerçeği yazıyla ortaya koyabilmek mümkün değilse de, görsellerle de yazı dilinin ortaya koyabileceğini ifade edebilmek mümkün değildir. En iyisi ikisini de birleştirebilmek galiba. Bunun için de, karşı da olsak, bilgisaray(!) kaçınılmaz oluyor. Meğerki işletim sistemimiz milli olsun yani daha da Türkçesi, emperyalist bizi denetlemesin veya kendi özelimizi ifade edebilmemiz için, ondan icazet almak zorunda kalmayalım..

ATAM VE BEN    (Yaren için)

  
Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder