Binmişiz de bir delinin dingiline
Düşüyoruz
birlikte zaman tüneline
Salmışız
da evlatlarımızı
Fesadın
rahle i tedrisatına
Dönüyoruz
giderek
Mollanın
ağılında koyuna
Hey
gidi koca İnönü! Kafasında birkaç tilkinin birbirini görmeden dolaştığı
söylenmiş, kendisi ufak ama aslı koca bir dev olan, ileri görüşlü, insan
sarrafı yüce Atatürk’ün de favorisi ve emperyalist düvelin Lozan’da baş
edemediği, hani o mübarek küçük dev adam. Adamcağız bizden hayır duası istemiş
bugün yine anlaşılan. Allah senden razı olsun, nur
içinde yat aziz insan. Bütün akil insanlar gibi her düşündüğünü
söylemeyen, az ve öz konuşan ama söylediğinin de sapına kadar arkasında duran –
ki adını alan tarihi zaferleri ve Lozan’dan bu yana harbi siyasi yaşamı bunun
teyididir – İnönü’nün, çok partili sisteme geçme kararı aldığında, aklından
geçenleri bilebilmemize ne yazık ki artık imkân yok.
Nitekim CHP’nin bünyesinden sapan ve
aslında yoz bir türevi olan, giderekte, tıpkı Hz. Muhammed İmametinden
saptırılan İslam gibi, Kemalizm’den de, şerefsiz Amerikalı iblisin yatına,
zengin arabasına binen fakir mahalle kızı gibi binerek yoldan sapan ya da
baştan çıkartılan DP’nin, bence en büyük günahı, Anadolu aydın fabrikaları olan
Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır. Bunda ki ana etken’in, aydın düşmanı toprak
ağalarının ki Menderes de onlardan biriydi,
bağnaz ve sinsi ticaret erbabı eşrafın, fesat yuvası dergâhlar, cemaatler ve
tekkelerin, hoca kisveli bağnaz cahillerin, din simsarı ucuz siyasilerin olduğu
bilinse de, hiç şüphesiz karar mercii olan ve bu asosyal güruhların temsilciliğini
üstlenen DP ye çıkarılacaktı fatura doğal
olarak.
O dönem de TBMM’nin irticaya,
Atatürk kilidiyle sımsıkı kapalı duran kapısını aralamakla, Amerikan iblisinin
kucağına ülkeyi oturtup, Kemalist ilkeleri ve kitaplarını kenara atarak, çakma Amerikan sömürge eğitimini(!) temel alınca da, kaçınılmaz
olarak affedilemezler tarihinde yerlerini almışlardır hiç kuşkusuz. Bana göre
bugünkü 4+4+4 parodisinin de tek sorumlusudurlar aslında. Ne var ki açtıkları
yoldan fütursuzca ilerleyen bugünkü AKP’ye baktığımızda, hele Başbakanlarıyla
da mukayese ettiğimizde, Menderesin idamı çok ağır kalmıştır
diye düşünüyorum. Bu idam gününde, Tanrı günahlarını affetsin diyerek, kendisini
bizde anmış olalım böylece.
Aslında mademki bir Cemal Gürsel devrimi(?) olacaktı, o zaman DP’nin geride kalan bütün
sinsi ve yeraltına gizlenen parazitleriyle birlikte, sömürgeci
teslimiyeti de tasfiye edilmeliydi yüce Atatürk’ün Cumhuriyetinden ki,
buna devrim veya en azından revizyon diyebilelim.
Hem böylelikle, bugünleri de yaşamamış ve bir AKP ile de asla tanışmamış
olurduk. DP on yıllık icraatının sonunda, tıpkı bugünkü AKP gibi, gül
bahçesinde feodal bir ısırgan otu gibi kalmıştı. Ve çok iyi bilindiği üzere de,
irticaya kapı açmak demek, aslında sömürgeci
ümmeti olmak demek değilmidir(?).
Kendi adıma içlerinde en fazla
yüreğimi sızlatan, rahmetli Fatin Rüştü Zorludur.
Keşke bugün de o mental de, kültür ve ahlâk seviyesinde bir bakanımız olsaydı. Hele
de bugünkü çakma hariciye nazırının(!) yerine, hatta CHP’nin de bünyesine,
yakışırdı doğrusu. Ne var ki rahmetli Zorlunun bu AKP hükümetinde görev alacağına
asla inanmazdım. Bu da DP lehine, AKP ile arasında ki açık farkı ortaya koyuyor
sanıyorum. Şayet 27 Mayıs’ın, aslında olması gereken bir devrim olmadığını
kabul ediyorsak ki öyle de olmuştur maalesef. Bu bağlamda da o adamların boşuna
harcandıklarını kabul etmek zorunda kalırız o zaman. Çünkü neticede sakat
beygir aynı kalmış ama jokey değiştirilmiştir.
Bu resmi heyulamızdan çıkartıp önümüze
koyunca da, rahmetli İnönü’nün, kendisinden sonra, hem de kendi içlerinden gelenlerin
dahi, yüce Atatürk’ün koca Cumhuriyet Çınarını, çok
partili demokrasi baltasıyla(!) böyle zedeleyerek yola çıkacaklarını
bilseydi, en az kendi sonuna kadar sistemi muhafaza ederdi gibi gelmiştir hep
bana.
Sonrası ise kendiliğinden oluştu ve
hep birlikte bugünkü kaotik ortamın içinde buluverdik birdenbire kendimizi.
Şimdi de neden diye aptallar gibi
sorguluyoruz. Oysa nedeni apaçık, ‘Köy Enstitüleri’ gerçeğiyle ortada ve gözümüze de bağırta
bağırta parmağını sokmuyor mu? Böylece çoğunluğu teşkil eden kırsal
insanlarımız ümmi bırakılarak(!) bir
zamanların, tarlada bile Aristoları, İbn i Sinaları okuyan entelektüel Köy Enstitülü seçmenleri, bugünün cahil, torbacı sıçmanları
haline böyle dönüştürülmediler mi?
Aslında hepsi de kendi adlarına birer
sömürgeci uşağı olan güruhların yanında ve aynı bağlamda, ezoterik
kurgusallarıyla, cahil kalan kafaları daha da bir karıştırıp, sözde aydın(!) kimliğini ülkede monopol haline
getirerek, bilimsellik yaftasıyla aslında emperyalist uşaklığı yapan, Mason
derneklerinin sinsi politikaları da, bütün bu yozlaşmanın ve temelinde yatan uluslararası sömürünün nedenleridir.
Buna itirazı olanlara bir soru
soralım o zaman. Atatürkçü ve milli birlikçi olduğunu iddia eden her devrin adamı Masonlar, Atatürkçü ve ahde vefa
sahibi, asker sivil bütün vatan evlatları adalet
ararken, neden seslerini çıkartmıyorlar. Oysa bu ülkenin altın yumurtlayan
tavuklarına sahip her kümesinde pay ve söz sahibi
oldukları halde. Ve neden bizimkilerin yanına kendi ağırlıklarını da
koymuyorlar acaba? Şimdi bütün bu ansız ve
vatansızlar beraberce, müsait yerlerine ne kadar kına
yaksalar azdır. Bu bağlamda kimse de, yalan yanlış belgelerle tevil
yaratmaya kalkmasın artık. Hele de dünyevi gerçeğimiz karşımızda, aşırı şişirilmiş
ve başımıza çarpmaya hazır koskoca su kabağı
gibi ortada sırıtıp duruyorken.
Yukarda, yüce Atatürk’ün ve Türkiye
Cumhuriyetimizin aydın yuvaları olan Köy
Enstitülerinin başına getirilenleri, nedenleriyle küçük yazımıza
sığdırmaya çalıştık. Bu konu kendi adıma her aklıma geldiğinde seve seve vakit
ayırdığım ve beni ziyadesiyle duygulandıran bir temadır da aynı zamanda. Ne var
ki böyle 3-5 satırla bu acıtan gerçekler ifade edilemez.
Tefekkür yolunda giderek erozyona
uğratılmakta ve milli varlığından soyutlanmakta olan toplumumuz, sanki bütün
sorunları bitmiş gibi şimdi de, dörtlü bir garaip
eğitim kamburuyla(!) yüklenmektedir.
Bu sisteme 4+4+4 demek, bana fazlasıyla
itici geliyor, isterseniz buna dört dörtlük mütefekkir
eğitimi(!) diyelim. Öyle ya bu sistem, nasıl olsa her biri patent sahibi
ve bizi Atatürk döneminde ki, Türk Ekonomi
Mucizesinin de üstünden atlatacak(!) dünya çapında bilim adamları(!) ve
yeni aydınlar(!) – ki aslı çağcıl sömürge ümmeti
- yetiştireceğine göre, sizce de bu başlığı hak etmiyor mu(?)
§ Burada bir not daha düşmek gerekirse: Son günlerde yabancı
ajanların yolgeçen hanına döndüğü söylenen Güneydoğu hudutlarımızın durumu,
aslında yeni bir şey değil. Ne var ki Amerikanın kontrolü elinde tuttuğu, güçlü
olduğu dönemlerde, CIA bu kadar ayağa düşmemişti. Sessiz sedasız işini yapıp
yeni bir sahnede rol alıncaya kadar da kimsenin ruhu bile duymadan erketeye
yatardı. Şimdi ise, Yahudi ajanlarından bile ulu orta yardım dilendiklerine
bakılırsa, panik içinde oldukları, kafalarının da iyice karışık olduğu, çünkü Okyanus
ötesinde ki büyük patronun da artık kapütüle
etmesine çeyrek kaldığı anlaşılıyor. Yoksa acınacak durumlara düşüp, rezil
olacağının o da farkında anlaşılan. Ve akıllı davranıp her şeye sahip
olamayacağını, her şeyini birden kaybetmektense de, koparabildiği ile iktifa
etmesi gerektiğini nihayet anlamış gibi görünüyor.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder