29 Eylül 2012 Cumartesi

OLAY BU YA! ALBERT İLE BİZİM RIZA..

            Olay bu ya, vaktiyle ülkemizde hastanenin birinde, doğum sonrası Einstein ailesinin oğlu Albert ile bizim çoban Abdülrezak Ümmi’nin oğlu Rıza, kazara hastanede karıştırılsalardı ve tesadüfen bu iki yavru da patolojik olarak birbirlerinin hayat ikizi olsalardı, acaba bu iki bebeğin gelecekleri nasıl olurdu. Bu durumda Rıza’nın önünde üç gelecek modeli oluşurdu. Ya ondan hiçbir şey olmaz, ya sadece sıradan ama eğitimli bir birey olur veya da bilinen Einstein’ın bile fevkinde bir bilim adamı olurdu. Ne var ki, gariban Albert’in ise, en fazla iyi bir çoban olabilmekten başka da hiçbir geleceği olamazdı. Burada bize, evrensel olan âdemi mantığı inkâr eden Darwin’cilerin dışında, hiç kimsenin de itirazı olmayacağını, neden acaba çok iyi biliyoruz(!) 
            Çünkü sosyo-ekonomik ve ekolojik açıdan toplumlar ele alındığında, aslında Albert’in olması gereken şartlarda büyüyen Rıza’nın, neler elde edebileceğini anlamak hiç de zor değildir bizler için de ondan. Kaderi değişen gariban Albert’i bekleyen ve asla da elde edemeyeceği şartlar ise, yokluk, çaresizlik ve çok kısıtlı çevreleri içinde gözlerini dünyaya açmış olan diğer evlatlarımız, Ahmetlerden, Mehmetlerden vs. oluşan milyonlarınkinden fazla olamayacaktı hiç kuşkusuz. Zira insan yavrusu, deha sahibi olarak bile doğsa(!) – ki dâhi doğulmaz olunur, çünkü deha da keşfedilmeyi bekler - tırmanabileceği ağacı bile olmayan kurak bir ortamda, yaşamak için yer altına inmek zorunda kalan organizmalardan, fazla da bir şansı olmayacaktır. 
            Buradan da şimdi göğsümüzü gere gere savunabiliriz ki artık, insanı bırakın âlim yapmayı, birey dahi yapan önce çevresi ve o çevreyi oluşturan nedenleridir. Şimdi bu perspektifle şöyle bir geriye uzanalım ve yüce Atatürk’ümüzün özenle açtığı, bir zamanların Anadolu aydın fabrikalarımız olan, ne yazık ki yaşatamadığımız ‘KÖY ENSTİTÜLERİMİZE’, gelin hep birlikte bir kere daha rahmet okuyalım isterseniz.
            İsterseniz gelin birlikte ortak geleceğimizin adını da koyalım şimdi. Adam olabilmemizin ilk şartı; ‘Köy Enstitüleriyle’ tekrar şaha kalkacak yeni bir ‘eğitim reformu’, ikincisi de yine Atatürk’ümüzün başlayıp da bitiremediği özgün, adil ve olmazsa olmaz ‘Toprak Reformudur’. Gerisi ise, nasıl olsa kendiliğinden gelir, hiç merakınız olmasın.
           
            Her ne kadar, aynı şeyleri tekrarlıyor gibi oluyorsak da, onlar sistemi her defasında şeriat özlemiyle, emperyalist ümmetçiliğin ilkel basamaklarına oturtup, nesillerimizin geleceğini karartırken ve ısrarla da kafalarını buna takmışken, biz de helâk ettikleri asal değerlerimizi, aynı kafalara vura vura gündeme getirmeğe devam edeceğiz.

§  Atatürk, Samsun İstiklal Ticaret Mektebi’nde öğretmenlere yaptığı konuşmada:
“… Dünyada her şey için, medeniyet için hayat için, muvaffakiyet için en hakiki
mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir,
dalâlettir. Yalnız; ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikada ki safhalarının tekâmülünü
idrâk etmek ve terakkiyatını zamanla takip eylemek şarttır…”8 Ayrıca eğitimin önemini
vurgulayan başka bir konuşmasında; “… En mühim ve feyizli vazifelerimiz milli eğitim
işleridir. Milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin hakiki
kurtuluşu ancak bu suretle olur…”9 demiştir. (Dr. N. Nurhan Kara)

6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçler l-lll, C. II, Ankara, 1989, s. 46.
7 Ziya Bursalıoğlu, “Atatürkçü Eğitim Üzerine”, 1. Uluslararası Atatürk Sempozyumu (Açılış Konuşmaları,
Bildiriler 21-23 Eylül 1987), Ankara, 1994, s. 344.
8 Atatürk’ün Söylev ve Demeçler l-lll, C.II, Ankara, 1989, s. 202.
9 Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Maarife ait Direktifleri, İstanbul, 1939, s:10’dan aktaran, Utkan
Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, s. 118. §
                                                                                 
            Yüce Atatürk’ümüzden yaptığımız yukarda ki alıntıyı, sanal eğitmen hümanizminin ardına saklanan ve çocuklarımızın geleceğini sömürge eğitimine peşkeş çeken, tüm kanı bozuklara ithaf ediyoruz.
           
                                                                                              Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder