21 Eylül 2012 Cuma

DEVRİM Mİ, DEVİRMEK Mİ?

            Şayet Atatürk devrimi yarı yolda engellenmemiş, Köy Enstitüleri kapatılmamış, Toprak Reformu Atatürk’ün TBMM programına uygun olarak yapılabilmiş ve Milli Eğitimin dumura uğratılarak yozlaşmanın mihrak noktasına erdiği, bizi sömürge ümmetine dönüştüren, Amerikan eğitimine geçtiğimiz bir DP dönemi yaşanmadan, istikrarla bu günlere gelebilmiş olabilseydik, tarafsız olarak iddia edebiliriz ki, Türkiyemiz Dünyanın bir numaralı devleti olmuştu.
            Bugün ise başımızdaki devşirmeler sayesinde, yolunmuş kazlara dönüşmüş halimizle(!), içerden ve dışarıdan kolu kanadı kırılmış ordumuzla(!) bile, hala Dünya’nın sayılı büyükleri arasında sayılıyorsak, Kemalizm’in doğrusunda kalabilseydik eğer, kimbilir neler olabileceğini, sizin de düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum. Bununla da, Kemalist doğrunun şaşmazlığı ve ihtişamı, kendisini bir kere daha teyit ediyor ya zaten.

            Tarihin gördüğü İstiklâl Savaşımız gibi en anlamlı ve emsalsiz bir zaferin üstüne, bir Allah Kuruş(!) borcu olmayan ve hazinesi dolu Türk Ekonomi Mucizesini Dünyanın onurlandırdığı, yeni Atatürk Cumhuriyetimizin tatlı rehaveti içindeyken; koynumuzda beslediğimiz yılanın uyumayacağını ne yazık ki düşünemedik. Nitekim de çok geçmeden çatlak sesler duyulmaya başladı. Tek partimiz CHP içinde ki menfaat çelişkileri, sapma ve yozlaşmalardan sonra DP adlı bir evladımız oldu ve hemen de babasından saltanatı devraldı. İcraatlarını tek tek belgelemek bu yazının amacını aşar; ama bunu araştırmak için on dakika net’te gezinmek yeterli ve geniş seçeneği de sizin olacaktır.
            Yollar, hanlar, hamamlar, tarımsal reformlar(!) adına başarı(!) öyküleriyle geçen bir on yılı, daha 1945 de son kuruşuna kadar çoktan ödenmiş Osmanlı borçlarının üstüne, bizi yine yabancı kredilere mahkûm eden ve bize emperyalistle tek taraflı gizli sömürge antlaşmaları imzalatan, o kısır yeni Kapitülasyon dönemini, müsaade edin de başarı masalı olarak aktarmak gafletinde bulunmayalım. Zira bu takiye bize hiç yakışmaz ve bizi de hiçbir yere taşımaz. Ama devrim(!) diye takdim edilen 27 Mayıs takiyesine de haklı olarak itibar etmeyelim.
            Yüce Atatürk’ün Cumhuriyetinde bir DP iktidar olabildiyse, aynı minvalde bir başkası da o koltuğa neden oturmasındı. Neticede nur topu gibi, AKP adlı bir evladımız(!) daha oldu. Sonrası malumunuz ve bugünlere güle oynaya hep beraber geldik. Sonuç ise ortada, şimdi ise acep sütü devirmiş kediye mi, yoksa utanç duvarının önünde altına kaçıran meczuba mı döndük. Buna siz karar verin.

            Bu vatanın şahadet defterinde yerini alan bütün şehitlerimiz, hepimizin evlatlarıdır. Ve bu defterde Türk, Kürt, Çerkez vs. değil, sadece ŞEHİT yazıyor hepsi adına; çünkü onlar bütün Türk Ulusunun has evlatlarıdır. Evlatlarımızın helâk edilmesinde baş suçlu Hükümet iken, bunu asıl haykırması gereken sizlerin yerine, bayrağını açarak senin adına feryadını ve yüreğini ortaya koyan anneyi yumruklayan ellerin kırılsın, diyemiyorum sana cahil kadın, çünkü neticede sen de gözü yaşlı bir annesin ve bu dediklerimizi de maalesef yorumlayabilecek durumda değilsin. Bu nedenle de seni tenzih ediyorum.
            Lakin sen ve senin gibi olan diğer şehit anaları da asla unutmasınlar ki, şehit olan evlatlarınız bütün Türk Ulusunun bağrında kanayan bir yaradır, yoksa mezarlarında ne işimiz olurdu ki. İşte o, aslında sizlerin yapması gerekeni yaparken de teşekkürleriniz yerine, hiç de hak etmediği darbelerinize muhatap olan kadıncık da sizler gibi bağrı yanık; ama bu dediklerimizi ta yüreğinin derinliklerinde hissedebilen ahde vefa sahibi bir anneydi. Yoksa senin evladının mezarında, ne işi olurdu ki be kadın.

            Arap Baharı ülkemizde 2002 den beri zaten yaşanmaktadır. Zira Amerikan’ın AKP bağlamında finanse ettiği geçici işgal hükümetiyle, Türkiyemiz esasen Amerikan işgali altında bir sömürge olmuştur. Yani DP nin 50 li yıllarda gayri resmi olarak başlattığını, AKP resmileştirmiştir. Meselede budur aslında. Vaktiyle beyliğimiz olan Ortadoğu da Arap Baharı yaftasıyla, kanlı biten ve hala da devam eden bu emperyalist işgaller, ne yazık ki elbirliği ile cahiller, yandaşlar, aymazlar ve ürkek ceylanlar yurduna dönüştürülmüş Türkiyemizde, silahsız, güle oynaya gerçekleştirilmiştir.
            Herifler mermi bile yakmadan Türk ordusu gibi bir devi harcamışlardır. Koca Türk Ordusu bir Irak, bir Suriye ordusu hatta bir Gazze birliği kadar bile olamamıştır. Vaktiyle Ulusların yapamadığını iki Amerikan CIA oğlanı(!) ve aşüftesi becerivermiş, Irakta yetişkin adamları soyup üst üste yatırdıkları gibi koca ordumuzun da ırzına geçmeye kalkmışlardır. Buna daha ne denebilir ki. Kimbilir de nasıl keyifleniyor, nasıl fiyaka yapıyorlardır birbirlerine bu itler. Bu nedenle de bu hükümetin istifa etmesini düşünmek veya beklemek tamamiyle abesle iştigal etmek demek olur.

            Hepsi bu kadar; acısı, tatlısı, şakası, kakası, sözü ve sohbetiyle; şaka da buraya kadar olsun diyelim!            Pekiyi şimdi hep birlikte nasıl çıkacağız bu badireden. Bir fikriniz var mı? Biz fikrimizi daha doğrusu işin olmazsa olmazını, defalarca çoktan ortaya koymuştuk. Yazılarımız teyidimizdir. Şimdi ise sıra, Ulusumuzun bu olmazsa olmazı ve bütün yolların artık bu son durakta kesiştiğini, biran önce benimsemesinde artık. Türk Ulusu için soru, aslında çözüm demektir. Sorunun doğru çözümü de, acilen başımızdaki emzirme iktidar ve arkasında ki sütnineden kurtulmaktır. Gerisi ise nasıl olsa, bu doğrumuza paralel olarak çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir, inanın!

                                                                                                          Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder