3 Ağustos 2012 Cuma

YAVRU GÜVERCİN..

           Son günlerde, sabahın erken saatlerinde yattığımız odanın penceresine, adeta dikkatimizi çeker gibi arada bir kanat vurmakta olan güvercinler, bende merak uyandırmaktaydılar. Zira her zaman alışık olmadığımız bu davranışlarıyla, sanki bize bir şeyler anlatmak istiyor gibiydiler. Ya da ben böyle hissettim, bilmiyorum. Ne var ki, sonunda bu değişikliğin olası nedeninin farkına varabildim. Doğal gaz kullanımı amacıyla yapılırken içine çelik boru döşenmiş bacanın, havalandırma deliğinden içeri, anladığıma göre ilk uçuşlarına çalışan bir yavru güvercin düşmüştü. Kendisine tuzak olan kaygan bacada tutunabilme olanağı da olmadığından, dışarı çıkabilme şansı da hiç yoktu.
            Herhalde son bir iki gündür o vaziyette kalmış ve gittikçe kesilen son çırpınmalarıyla, artık ümidini de yitirmek üzereydi. Aşağıdaki baca girişinden onu çıkarıp, avucumu musluğa dayayarak can suyunu içirdiğimde, yan gözle bana adeta korkuyla karışık bir minnetle baktığını hissettim. Sonra da onu, kendi eliyle azad etmesi amacıyla eşime vererek, duvarın dışındaki klima havalandırmasının üstüne bırakırsa, zekât vermiş gibi olacağını söyledim. Kendisi de öyle yaptı. Körpe hayatının ilk bağımsız uçuşlarına başladığı anlaşılan yavru güvercin, biraz dinlenip kendisine geldikten sonra dama doğru uçarak, muhtemelen de ailesiyle tekrar buluştu.
            İnanırmısınız, ondan sonra da sabahları alışkanlık haline gelen penceremizde ki kanat dokunuşları birdenbire kesiliverdiler. Bu evrende daha nice bilmediğimiz ama bir ilahi güce ve belki maddenin ruhuna da işaret eden birçok gizemin olduğunu, bir kere daha kendi kendime teyit etmek zorunda kaldım. Bir başkası değilde, olayı bizatihen yaşamamdı bu bağlamda benim için anlamı derinleştiren. Ve de inanıyorum ki, çok uzak olmayan bir gelecekte, quantum parçacıları, maddenin ruhuyla da el sıkıştıracaklardır Âdemoğlunu.

            Bu arada önce ülkem ve sonra da kendi adıma, bana ümit vererek sevindiren bir hususu daha belirtmeden geçmek istemiyorum. Bu yazıyı okumakta olduğunuz blog sayfam, görüldüğü gibi yazılarımdan başka, reyting oluşturmak amacıyla, arkasında sürpriz yumurtaların gizlendiği çeşitli bağlantılar içermiyor. Yani, sayfama bağlanan siz okurlarım sadece fikrî gönüldeşlerim olarak bunu yapıyorsunuz demektir. Yazıtlar okunmasaydı neye yararlardı. O zaman da bu durum, gönlünü bir şişeye boşaltıp belki birisi okur diye Okyanusa fırlatmaya benzerdi.
            Bu fikrî paylaşımlarımız her şeyden önce mütefekkirler içindir. Bu paylaşımlar ve iştirakleriniz aynı zamanda, yurdumuzun bekası ve ulusal yüceliğimiz adına da asla vazgeçilemez, bir ahde vefa mecburiyetimizdir. Bu nedenle de çok sağ olun. İşin nedeni de budur zaten. Sayfam bütün tevazuuna rağmen, bayağı da hatırı sayılır bir izlenme oranına erişti, sayelerinizde. Beni müşterek geleceğimiz adına, daha da ümitlendiren bu ilginize, lütfen teşekkürlerimi kabul buyurun. Hal nedeniyle, bana bir kere daha farz oldu, çünkü bu sayfayı artık birlikte yapıyoruz da demektir.

            Yurdumun en sıkıntılı döneminde, ortak kaderimizi de paylaşarak gönül koyduğum bu fikrî iletişimin, bana manevi bir hazdan başka hiçbir getirisi de yoktur. Ramazan ayında hele, torunlarına dahi – ki bugün küçük olanı üç yaşına giriyor - harçlık veremeyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin demeye dilim varmıyor ama intibaksız bir Tayyip Erdoğan emeklisi(!) – ki bu aslında her şeyi anlatmaya yeterlidir(!) - olarak, özüne uygun yapabilmemim imkânı olamayacağına göre, ayrıca zekât vermiş gibi de hissediyorum kendimi, tanrı affetsin.

            Yukarda ki güvercin anımı neden anlattım. Herhalde ateisti dâhil, hiç kimsenin tanrısıyla arasında üçüncü şahısların yerinin olmadığını savunan yapım ve buna karşı olmanın da, insanı insan yapan erdem’in antitezi olduğunu vurgulamak amacım olsa gerekir. İnsanî tevhid ve inançlar külliyesi, insanı insan yapan tefekkürün de – insanî erdem - olmazsa olmazıdır esasen.
            Âdemden – Homosaphien – beri bir tanrı, kendini ruhanî(!) ilan etmişler istediği için değil ama matlup olan ve Âdemle birlikte var olmuş tefekküre göre de bırakın evrenin oluşumunu, her insan’ın, hatta ateist, putperest kabul edilenlerin bile, bir ‘tanrısı’ olması gerektiği için vardır. Zira tanrısız, insan denen beşer, bu evrende çıplak ve de bütün bütün yapayalnız kalacaktır. O nedenle de esasen, insan tanrısından, tanrı da insandan arî değildir.
            Ve kabul etmek gerekirse de, Tarih öncesi Türklerinin ‘Gök Tanrısıyla’ dinler tarihine resmedilenden başlamak üzere, yeryüzünde varit olan bütün dinler bağlamında da en büyük günah ve şerefsizlik, asal olan bu Âdemi gerçeği yok sayarak, kendisi gibi düşünmeyenleri kâfir ilan ederek aşağılamaktır.
            Unutulmamalıdır ki ilk yaratılışlarında, Âdemi tefekkürle birlikte, bütün insanlar, kırmızı veya beyaz, acı veya tatlı, erkek veya dişi, cismanî veya ruhanî vb. tek bir yaratıcıya, öyle veya böyle varmış veya da eninde sonunda varacaklardır. İşte iman dediğimiz de aslında budur. Bu da varit olan hiçbir dinin tek başına inisiyatifinde tutabileceği bir husus değil, aksine Âdemî evrensel bir gerçektir. Laik veya seküler nasıl kabul edilirse, güncel yaşamında diğerlerinin dini inançlarının pazarlamasını yapmadan, onuruyla ve kendi tanrısıyla aracısız yaşamak istemek de, asla kâfir olmak demek değildir.

            Anti milli hedefinin yanında, çocuksu ve ilkel olan bu safsataları bir kenara bırakıp, yol yakınken ve de yok edilmeden önce, seküler gerçeğimizle bir an önce yüzleşmek ise erdemlilik ve akılcılıktır, Âdemoğlunu birey yapan da işte aslında bu akil davranışıdır. Büyük devletlerse buna göre yaşadıkları için büyük olmuşlardır. Yani dinle devleti asla bir araya getirmemiş, her zaman LAİK kalarak büyümesini bilmişlerdir.

            Bir de bu doğruları, kutsal ikilinin (İnsan-Tanrı) arasına giren üçüncülerin, kutsal ikilinin sırtından sağladığı dini rant bağlamında ele alırsanız, insanoğlu tarihinin, bırakalım antitezini de, en büyük şerefsizliğiyle karşı karşıya olduğunuzu da itiraf etmek zorunda kalırsınız. O zaman da, bu kirli rant’ı alışkanlık ve hayat felsefesi olarak kabul eden harami kafalıların, neden böylesi - ömür boyu aylık gelir - avantalarını, fetvaya dayalı anayasal sistemlerle pekiştirmek ve garanti altına almak temayülünde olduklarını da anlıyorsunuzdur herhalde.
            Yeni Osmanlı ümmet kültürünü, AKP eliyle yeni devlet anayasasına dönüştürürken, bunu topluma da yedirmek bağlamında, neden türlü manevralar yapıldığı, halk kitlelerinin sanal ama bölücü Demokrasi masallarıyla nasıl uyutulduğu, bir kere daha anlam kazanıyor da olmalıdır herhalde o zaman. Bunların, Kissinger zihniyetli Amerikalı sahiplerinin de, bu yeni ve yumuşak İslamî anayasadan(!) dolayısıyla nasıl hoşnut(!) olabileceğini de, tahmin edebiliyor olmalısınız aynı zamanda.

            Eğer bütün bu varsayımlar tutuyorsa, mesele yok. O zaman da artık millet halinde uyanmışız ve milli reaksiyona, yeni revizyonlara da hazır hale gelmişiz demektir. Öyle değil mi? O halde bize takılmaya hazırlanan prangaları da sahiplerinin kafalarına çarpacağımız günler de yakın olmalı o zaman, ne dersiniz?

            Genel çözüm önerimiz ise sadece, İstiklâl harbi döneminde Kuvayi Milliyecilerin önce kendi içlerinde ki pesimist ve pasifistlerden arınmakla işe başladıklarını anımsatmak olacaktır. Bundan daha iyi bir reçete de olabilir mi?
            Hem de, Henry Kissinger adında, eski Amerikan devlet adamlarından, şişirilmiş bir insan müsveddesinin; “Biz Amerika olarak neden çok güçlüyüz, biliyor musunuz? Bizler, aramızdaki vatan hainlerini hemen öldürürüz! Dünyanın diğer birçok ülkesindeki vatan hainlerini ise kahramana dönüştürerek, ülkelerinde önemli mevkilere getiririz!" diyen sömürgeci Amerikan zihniyetini, dünya vatandaşlarının suratlarına, sanal gücünün(!) böylesi küstah da yaptığı ve karşısındakini adam yerine koymayan bir asosyal siyasinin, bangır bangır çarptığı bir âlemde.

            Bu çarpığın bilemediyse, güçlü Amerikası(!) ilk havarileri olan Avrupalı asosyallerin, daha hayallerinde bile kurulmaya başlamadan çooook öncelerinden beri, sayısız dünya imparatorlukları kurmuş Türk’ün, binlerce yıllık şerefli tarihinde, bunu hep yaptığı ama düşmanlarının şerefsizlerini de asla adamdan saymadığıydı.

                                                                                             



            2.8.2012 tarihli Sözcü gazetesinde yayınlanan aşağıda ki resmin bana göre açıklaması:

            Anlaşılan köşeye sıkışan ve sabrı da taşan Yahudi lobisinin, sonunda Obama’nın münasip bir yerine parmağı geçirip, bizim Erdoğan’a göstersin diye de eline sopayı verdiği, onun da bunu yaptığı anlaşılıyor.

         Bu hareketi, Türk Ulusuna karşı yapılmış bir aşağılama eylemi olarak asla göremiyorum. Çünkü bunun aksi, Obama kıptisinin kişisel otonomisini çok aşmış olurdu. Ama ne yazık ki, - Türkiye Cumhuriyeti’ni tenzih ederek - Başbakanın(!) veya BOP’ un büyük eşbaşkanının(!) kişisel olarak alması gereken bir durum daha(!) ortaya çıkmıştır. Ve ilerde çok uluslu sahnelerde güldürü tuluatı oluşturacak olaylar(!) dosyası da, bizim eşbaşkan(!) adına giderek, artık bayağı da kabarmaya başlamıştır.
         İşte belki de asıl utanmamız gereken durum budur veya devşirme olduğundan ciddiye alınmayan bir hükümetimiz olduğu için ya da bu belanın başımıza silahla değil, bizatihen kendi karar özürlü aymazlarımızın oylarıyla geldiği sebebiyle, belki de daha fazla utanç duymalıyız. Ne dersiniz? Yoksa Reuters’in ısırmayan köpeği de olduğumuz için mi utanalım. Hangi biri, hangi biri! Seçim sizindir artık. Hadi gel de şimdi yine bizim sevgili(!) kararsızların kulağını çınlatma(!).

         Ve sopanı yesinler senin Obama emi! Hani elinden ziyade, onun daha da yakışacağı yerin de aklımıza geliyor ama...



                                                                                                                                 
                                                                                                                    Serendip Altındal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder