23 Ağustos 2012 Perşembe

SPOR LİDERLERİNE..

            Köşelerimizden yıllardır söylemeye çalıştığımız gerçeklere nihayet bugün, futbol gibi kitle sporu adamlarının da duyarlı bakmaya başlaması, bizim için pozitif bir algıdır ve buna çok sevindiğimi söylemezsem kendi adıma haksızlık etmiş olurum. Ne var ki, daha ne kadar günahsız evladı ölmelidir bu aziz vatanın da, milleti duyarlılık kazansın. Bravo Fatih hoca, İnşallah bu hepinizin adına geciken ama iyi bir başlangıç olur.
            Şahsen daha önce, aciliyeti en fazla olan bu konuya, tükenmez geyik muhabbetlerinden, aynı kardeşlerin vakit ayırabildiklerine fazla da şahit olmamıştık. Sonunda sıra kendi evlatlarına, aile bireylerine, yakınlarına da gelince mi açılacaktı gözleri, Fatih Terimlerin ve diğer kardeşlerimizin. O vakit de tren çoktan kaçmış olmayacakmıydı acaba kendileri için.
            Bildiğim kadarıyla Fatih Terim Adanalıdır. Komşu Antep ten sonra, sıra da Adana da olabileceği için mi kâbustan silkiniverdi birden. Oysa çok öncelerden, daha BOP kısaltmasıyla tanıştığımız ilk günlerden itibaren, bir gün bu ucubenin bize kader yapılacağının işaretini almamışmıydık. Nerelerdeydi akıllarınız o zamanlar beyler. Daha ne kadar evladımız boku bokuna ölmeliydi de – ki daha neler olacak – beyzadelerimizin gözleri açılsaydı. Menfaat küplerini ellerinizin tersiyle itip, bir an önce de adam sandıklarınızın, altın suyuna batırılmış tenekeler olduğunu anlayabilmeniz için, karatlarını da mı ölçmeniz gerekiyordu.

            Bu konu daha ilk gününden itibaren artık milli davamız olmuştur. Ve Güneydoğu hudutlarımızda konuşlanan, gerektiğinde de, nasıl Peşmergeler Irak ta Amerikan ordu çuvalı – üniforması - giymişlerse, kendileri de ülkemizde ki bazı çakma PKK komplolarında(!) Peşmerge çuvalı giyen Conileri – ki son Antep olayına da parmak attıkları gün gibi açıktır –, bizatihen cephemize almadıkça ve başımızda ki devşirmelerini, artık yeterince olmuş dutlar gibi tepemizden silkmedikçe, bu davadan da kurtuluş yoktur.
            Bu noktada, içlerinde ki hükümet yalakası güvenilmez iş adamlarını ve profesyonel siyasi marjlı olanlarını tenzih etmek kaydıyla, geriye kalan bütün yiğit ve vatan evladı spor liderlerine, çok iş düşmektedir artık. Haydi bakalım spor emekçileri, gösterin delikanlılığınızı da, önce sizler örnek olun talebelerinize. Bari sizler koyun ortaya kalıplarınızı da, gösterin öncelikle devşirme hükümetinize, sonra da 30 Ağustos’u Çankaya da kutlamaya hazırlanan, Osmanlı saray paşalarına(!) ve diğerlerine, delikanlı kime derler ve nasıl delikanlı olunur.
            Haydi yiğitler, gerektiğinde topa vurduğunuz tekmeyi, işe yaramaz kıçlara da nasıl vurabileceğinizi koyun ortaya. Koyun da, yüce Atatürk’ün gerçek evlatları ve ona layık olarak, siz de emsali olmayan bir mucizeyi, sokuverin yedi düvel’in gözüne. Zira delikanlılık,  boynundan madalyon sarkıtıp, kadınlara bıyık burmak, afi kesmek, düğün dernekte silah atmak veya Âdemoğluna olur olmaz efelenmek demek değildir. O olsa olsa magandalık, kıroluktur. Delikanlı diye, ayrıldığı çaresiz ve korumasız eşini birkaç yerinden bıçaklayana ise hiç demezler. Hele bu gibiler, illede birilerini şişleyeceklerse, kaldırsınlar kafalarını da bir hudut ötelerine bakıversinler ve oralarda ne şişlemelikler olduğunu görsünler, çaresiz kadıncıkları şişleyeceklerine de, onlara hiç olmazsa delikanlı diyelim bari.
            Delikanlılık her şeyden önce Atatürk gibi olmak ve Kemalce (Kemalist) düşünmek demektir. Hadin bakalım eski sporcular, mademki gerçekleri uykuda ve sanal delikanlılar ortada, iş sizlere düşüyor demektir artık. Başlayın bakalım o zaman bizzat talebelerinizden, delikanlı yetiştirmeye de görsün bu âlem.

            Yukarda tüccar ve siyasetçi ayırımı neden yaptık. Bunda da bir ayırım yapmak gerekirse, tüccarın parayı müktesebat yapmış olanı ve siyasetçinin de siyaseti profesyonelleştirmiş olanını aslında tenzih ettiğimiz bilinmelidir. Bunun da nedeni, böylelerinin parayı ve asla da hak etmedikleri makamı ellerinde tutmak için, gerektiğinde ailelerini, tanrılarını bile satarken, vatanlarını da satmış olmalarının, gözlerinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını bilmemizdendir.
            Bu siyasetçi tipinden örnek mi lazım, bakın etrafınıza, logosu ampullü bir iktidar partisi var AKP denen, oysa tek kandilli ve bütün yağdanlıkların da o tek kandile çalıştığı, bir yağdanlıklar partisidir aslında. Ne var ki o kandil de bütün beslemelere rağmen giderek, ha söndü, ha sönecek. Şimdi neresi bunun, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil eden elle tutulur siyasi görüntüsü. İşte başımızda ciddi bir devletimiz olmadığından dolayı ve dış dünyada da bizi yağdanlık olarak gördüklerinden, gelen giden banıyor ya bize.
            Şimdi bu neviden tüccar mı arıyorsunuz? Bakın o halde biraz daha alıcı gözle çevrenize. Kara paraya odaklı, ithalat ekonominizde, arada sırada ya nasip diyerek verilen devlet teşviklerine rağmen, milli bir yatırımcı görebilecekmisiniz. Milli yatırımcı adına, bütün göreceğiniz, iktidar yalakası, har vurup harman savuran, Ferrari, Maserati vs. tutkunu bir sürü tipsiz at cambazı yandaş. Şimdi bu kaşalotlarla mı, yüce Atatürk’ün harp sonrası yorgunu Türkiyesiyle bile realize edebildiği, o dönemin dünya lideri Türk Ekonomi Mucizesini aşmayı(!) düşünüyordunuz yoksa. Ama sömürgeciye biat etmişsen, ekonominde işte böyle sömürge ekonomisi olur. Atatürk’ün öyle bir dönemde bile milli yatırımcıyı nasıl bağımsız kılıp, nasıl yüreklendirerek organize ettiği ise, aslında başımızda ki haset ve kıskançlıkla atıp tutan tutsakların, ibretle alması gereken emsalsiz bir derstir.

             Siyasetçi adına son olarak şöyle bir tanımlama yaparsak, konuya daha fazla açıklık getirmiş oluruz belki. Devrik, düşük, cahil, cühela olmayan hangi aklı başında insan, yüce Atatürk’e profesyonel siyasetçi diyebilir şimdi. Oysa o da hayatının son dönemlerinde üniformasını çıkarıp, devlet adamlığı yapmış ve devletinden sembolik bir maaş da almıştı. Demek ki, istisna da olsa tarihe mal olan siyasetçiler de vardır ve uluslarının kaderini değiştirmek adına, var olmak zorundadırlar da aslında. Hiç şüphesiz tüccar içinde de, misak ı milli mücadelesinde, atasının yanı başında yer almış ve kutsal mücadelede her şeyini ortaya koymuş, adam gibi adam olabilen ve öyle de kalabilen istisnalar da vardı ve onlar da her zaman olacaklardır.

            §  40 yıllık sistem analist ve organizatör perspektifimle, bu adamların sisteminden(!) somut bir şeyler çıkaramadığıma bakıyorum da, bunda mantıksal bir olgu bulamıyorum  – ki buna normalde imkân yoktur - . Bunun tek nedeninin, gerçekte bir sistemlerinin olmadığı, güne göre yaşatıldıkları ve bütün siyasi icraatlarının ancak, önceden yazılı veya sözlü -  belgesiz – olarak kendilerine iletilmiş olabileceği kanısına varıyorum. Bununla aslında çözülmemişlik de ortadan kalkmış oluyor. Bu nedenle de devşirme denmiyor mu onlara esasen.
            Çünkü otonomisi kendi elinde olan her hükümetin – ki hele de tek partiyse – mutlaka parti orijinli bir programı olmalıdır ve parti de, asla tek adamın ağzına da bakılmaz, her şeyleri o tek adam bilmez, her kesin fikri ve söz hakkı vardır, hatta Atatürk’e bile bakılmamış, Atatürk her zaman kendi görüşünü belirtmiş ve ekseriyet kararlarını onaylamıştı. En akil yine kendisi olduğundan, genelde de hep onun görüşleri kabul görmüştü. Şayet tek adam partisi bile olmuş olsa, o tek adamın da bu kadar saçmalamasına, kendini her adımında böyle tekzip etmesine, normal insan doğasında imkân olmadığı gibi anormalinde de ortaya koyan bir misal yoktur.
            Demek ki AKP dedikleri aslında bir parti de değildir veya başlangıç programlarını kenara bırakmak zorunda bırakılmışlardır. Ki bunu da önceden tespit edebilen aralarında ki gerçek akil olanlar, onlardan çoktan yollarını ayırmışlardır. Pekiyi nasıl oluyor da o zaman, normal veya akil olduğunu iddia edebilen insanlar, böylesi tek lidere biat edebiliyorlar. İşte sorunda burada yatıyor esasen. Ya kendileri iddia ettikleri gibi değiller veya da enorm bir menfaat ilişkisi var aralarında. Pekiyi biz şimdi hangisini alalım(?) Her iki şıkta da, iddia ettiğimiz gibi aslında milli bir devletimizin olmadığı ortaya çıkmıyor mu?
                                                                                  
                                                                                              Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder