Şahsen daha
önce, aciliyeti en fazla olan bu konuya, tükenmez geyik muhabbetlerinden, aynı
kardeşlerin vakit ayırabildiklerine fazla da şahit olmamıştık. Sonunda sıra kendi
evlatlarına, aile bireylerine, yakınlarına da gelince mi açılacaktı gözleri,
Fatih Terimlerin ve diğer kardeşlerimizin. O vakit de tren çoktan kaçmış olmayacakmıydı
acaba kendileri için.
Bildiğim
kadarıyla Fatih Terim Adanalıdır. Komşu Antep ten sonra, sıra da Adana da
olabileceği için mi kâbustan silkiniverdi birden. Oysa çok öncelerden, daha BOP
kısaltmasıyla tanıştığımız ilk günlerden itibaren, bir gün bu ucubenin bize kader
yapılacağının işaretini almamışmıydık. Nerelerdeydi akıllarınız o zamanlar
beyler. Daha ne kadar evladımız boku bokuna ölmeliydi de – ki daha neler olacak
– beyzadelerimizin gözleri açılsaydı. Menfaat küplerini ellerinizin tersiyle
itip, bir an önce de adam sandıklarınızın, altın suyuna batırılmış tenekeler
olduğunu anlayabilmeniz için, karatlarını da mı ölçmeniz gerekiyordu.
Bu konu
daha ilk gününden itibaren artık milli davamız olmuştur. Ve Güneydoğu
hudutlarımızda konuşlanan, gerektiğinde de, nasıl Peşmergeler Irak ta Amerikan ordu çuvalı – üniforması - giymişlerse,
kendileri de ülkemizde ki bazı çakma PKK komplolarında(!) Peşmerge çuvalı giyen Conileri – ki son Antep
olayına da parmak attıkları gün gibi açıktır –, bizatihen
cephemize almadıkça ve başımızda ki devşirmelerini, artık yeterince olmuş
dutlar gibi tepemizden silkmedikçe, bu davadan da
kurtuluş yoktur.
Bu noktada,
içlerinde ki hükümet yalakası güvenilmez iş adamlarını ve profesyonel siyasi
marjlı olanlarını tenzih etmek kaydıyla, geriye kalan bütün yiğit ve vatan
evladı spor liderlerine, çok iş düşmektedir artık. Haydi bakalım spor
emekçileri, gösterin delikanlılığınızı da, önce sizler örnek olun
talebelerinize. Bari sizler koyun ortaya kalıplarınızı da, gösterin öncelikle
devşirme hükümetinize, sonra da 30 Ağustos’u Çankaya
da kutlamaya hazırlanan, Osmanlı saray paşalarına(!) ve diğerlerine,
delikanlı kime derler ve nasıl delikanlı olunur.
Haydi
yiğitler, gerektiğinde topa vurduğunuz tekmeyi, işe yaramaz kıçlara da nasıl
vurabileceğinizi koyun ortaya. Koyun da, yüce Atatürk’ün gerçek evlatları ve
ona layık olarak, siz de emsali olmayan bir mucizeyi, sokuverin yedi düvel’in
gözüne. Zira delikanlılık, boynundan
madalyon sarkıtıp, kadınlara bıyık burmak, afi kesmek, düğün dernekte silah
atmak veya Âdemoğluna olur olmaz efelenmek demek değildir. O olsa olsa
magandalık, kıroluktur. Delikanlı diye, ayrıldığı çaresiz ve korumasız eşini
birkaç yerinden bıçaklayana ise hiç demezler. Hele bu gibiler, illede birilerini
şişleyeceklerse, kaldırsınlar kafalarını da bir hudut ötelerine bakıversinler
ve oralarda ne şişlemelikler olduğunu görsünler, çaresiz kadıncıkları şişleyeceklerine
de, onlara hiç olmazsa delikanlı diyelim
bari.
Delikanlılık
her şeyden önce Atatürk gibi olmak ve Kemalce (Kemalist) düşünmek demektir.
Hadin bakalım eski sporcular, mademki gerçekleri uykuda ve sanal delikanlılar
ortada, iş sizlere düşüyor demektir artık. Başlayın bakalım o zaman bizzat
talebelerinizden, delikanlı yetiştirmeye de görsün bu âlem.
Yukarda
tüccar ve siyasetçi ayırımı neden yaptık. Bunda da bir ayırım yapmak gerekirse,
tüccarın parayı müktesebat yapmış olanı ve
siyasetçinin de siyaseti profesyonelleştirmiş
olanını aslında tenzih ettiğimiz bilinmelidir. Bunun da nedeni, böylelerinin parayı
ve asla da hak etmedikleri makamı ellerinde tutmak için, gerektiğinde
ailelerini, tanrılarını bile satarken, vatanlarını da satmış olmalarının,
gözlerinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını bilmemizdendir.
Bu siyasetçi
tipinden örnek mi lazım, bakın etrafınıza, logosu ampullü bir iktidar partisi
var AKP denen, oysa tek kandilli ve bütün yağdanlıkların da o tek kandile
çalıştığı, bir yağdanlıklar partisidir aslında. Ne var ki o kandil de bütün
beslemelere rağmen giderek, ha söndü, ha sönecek. Şimdi neresi bunun, Türkiye
Cumhuriyeti Devletini temsil eden elle tutulur siyasi görüntüsü. İşte başımızda
ciddi bir devletimiz olmadığından dolayı ve dış dünyada da bizi yağdanlık olarak
gördüklerinden, gelen giden banıyor ya bize.
Şimdi bu
neviden tüccar mı arıyorsunuz? Bakın o halde biraz daha alıcı gözle çevrenize.
Kara paraya odaklı, ithalat ekonominizde, arada sırada ya nasip diyerek verilen
devlet teşviklerine rağmen, milli bir yatırımcı görebilecekmisiniz. Milli
yatırımcı adına, bütün göreceğiniz, iktidar yalakası, har vurup harman savuran,
Ferrari, Maserati vs. tutkunu bir sürü tipsiz at cambazı yandaş. Şimdi bu
kaşalotlarla mı, yüce Atatürk’ün harp sonrası yorgunu Türkiyesiyle bile realize
edebildiği, o dönemin dünya lideri Türk Ekonomi Mucizesini aşmayı(!) düşünüyordunuz
yoksa. Ama sömürgeciye biat etmişsen, ekonominde işte böyle sömürge ekonomisi olur. Atatürk’ün öyle bir dönemde
bile milli yatırımcıyı nasıl bağımsız kılıp, nasıl yüreklendirerek organize
ettiği ise, aslında başımızda ki haset ve kıskançlıkla atıp tutan tutsakların,
ibretle alması gereken emsalsiz bir derstir.
Siyasetçi adına son olarak şöyle bir tanımlama
yaparsak, konuya daha fazla açıklık getirmiş oluruz belki. Devrik, düşük,
cahil, cühela olmayan hangi aklı başında insan, yüce Atatürk’e profesyonel siyasetçi diyebilir şimdi. Oysa o da
hayatının son dönemlerinde üniformasını çıkarıp, devlet adamlığı yapmış ve
devletinden sembolik bir maaş da almıştı. Demek ki, istisna da olsa tarihe mal
olan siyasetçiler de vardır ve uluslarının kaderini değiştirmek adına, var olmak
zorundadırlar da aslında. Hiç şüphesiz tüccar içinde de, misak ı milli
mücadelesinde, atasının yanı başında yer almış ve kutsal mücadelede her şeyini
ortaya koymuş, adam gibi adam olabilen ve öyle de kalabilen istisnalar da vardı
ve onlar da her zaman olacaklardır.
§ 40 yıllık sistem analist ve organizatör
perspektifimle, bu adamların sisteminden(!) somut bir şeyler çıkaramadığıma
bakıyorum da, bunda mantıksal bir olgu bulamıyorum – ki buna normalde imkân yoktur - . Bunun tek
nedeninin, gerçekte bir sistemlerinin olmadığı, güne göre yaşatıldıkları ve
bütün siyasi icraatlarının ancak, önceden yazılı veya sözlü - belgesiz –
olarak kendilerine iletilmiş olabileceği kanısına varıyorum. Bununla aslında çözülmemişlik
de ortadan kalkmış oluyor. Bu nedenle de devşirme denmiyor mu onlara esasen.
Çünkü
otonomisi kendi elinde olan her hükümetin – ki hele de tek partiyse – mutlaka
parti orijinli bir programı olmalıdır ve parti de, asla tek adamın ağzına da
bakılmaz, her şeyleri o tek adam bilmez, her kesin fikri ve söz hakkı vardır,
hatta Atatürk’e bile bakılmamış, Atatürk her zaman kendi görüşünü belirtmiş ve
ekseriyet kararlarını onaylamıştı. En akil yine kendisi olduğundan, genelde de
hep onun görüşleri kabul görmüştü. Şayet tek adam partisi bile olmuş olsa, o
tek adamın da bu kadar saçmalamasına, kendini her adımında böyle tekzip
etmesine, normal insan doğasında imkân olmadığı gibi anormalinde de ortaya
koyan bir misal yoktur.
Demek ki
AKP dedikleri aslında bir parti de değildir veya başlangıç programlarını kenara
bırakmak zorunda bırakılmışlardır. Ki bunu da önceden tespit edebilen
aralarında ki gerçek akil olanlar, onlardan çoktan yollarını ayırmışlardır.
Pekiyi nasıl oluyor da o zaman, normal veya akil olduğunu iddia edebilen insanlar, böylesi tek
lidere biat edebiliyorlar. İşte sorunda burada yatıyor esasen. Ya kendileri
iddia ettikleri gibi değiller veya da enorm bir menfaat ilişkisi var
aralarında. Pekiyi biz şimdi hangisini alalım(?) Her
iki şıkta da, iddia ettiğimiz gibi aslında milli bir
devletimizin olmadığı ortaya çıkmıyor mu?
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder