12 Ağustos 2012 Pazar

İLK DOĞACILARDAN GÜNÜMÜZE..

         İlk bilinen, tarihle belgeselleşmiş doğa filozoflarının bazılarının külliyatından, bize de uyarlı olacağı düşüncesiyle seçtiğim birkaç deyişi, aşağıda görüşlerinize sunuyorum.

Zenon
- Kardeşlerinizin sayısını arttırın. Bedenler ilaçlarla şifa bulduğu gibi canlar da, kardeşlerle beka bulur.
- Zenon sahilde hüzünlü bir halde dolaşan ve dünyaya sitem eden bir genç görmüştü. Ona, Genç adam! Dünyaya bu kadar sitemin niye? Çok zengin biri olsaydın ve servetini yüklediğin bir gemiyle denize açılsaydın, gemi yara alıp batmak üzere olsaydı, bütün istediğin varlığını gözden çıkarıp canını kurtarmak olurdu değil mi?" dedi. Genç, "Evet" dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: "Büyük bir kral olsaydın ve çevren seni öldürmek isteyenler tarafından sarılmış olsaydı, tek dileğin krallığını bırakıp canını kurtarmak olurdu değil mi?" Genç adam buna da "Evet" diye cevap verdi, Bu cevap üzerine şöyle dedi: "Öyleyse sen hem çok zengin bir adam, hem de kralsın!" Genç bu sözle teselli bulup haline sevindi.
- Yaşlılığında kendisine şöyle denilmişti: Nedir bu halin? O da şu cevabı vermişti: Gördüğünüz gibi ağır ağır ölüyorum. Peki, öldüğünde seni kim defnedecek?' Diye sorduklarında ise şu cevabı verdi: Yükselen kokular kimi rahatsız ederse o!
- Hakkı kendinizden verin! Onu sahibine vermediğinizde hakkın husumetine maruz kalırsınız.
- Mal mülk sevgisi şerrin belkemiğidir. Çünkü diğer kötülükler ona ilişiktir. Arzulara düşkünlük de ayıpların belkemiğidir. Çünkü diğer ayıplar ona ilişiktir.
- Dünya kendinden kaçana yetiştiğinde onu yaralar. Kendisini istemeyeni ele geçirdiğinde ise onu öldürür.
- Günlük yiyeceğinden başkasını istemezdi. Bir gün, 'Kral sana kızıyor' denilmişti. O da şöyle karşılık verdi: Kral kendinden daha zengin birini sever mi?!
- Çekirgede yedi büyük hayvanın yaratılışı mevcuttur: Başı at başı, boynu öküz boynu, göğsü aslan göğsü, kanatları kartal kanadı, ayakları deve ayağı, karnı akrep karnı, kuyruğu yılan kuyruğu gibidir.

Solon
- Oğul, emaneti koru ki o da seni korusun, muhafaza et ki muhafaza edilesin.
   (Sanki bizim oğullar için söylememiş mi?)
- Öğrencilerine şöyle demiştir: Cahile değer vermeyin, yoksa sizi hafife alır. Kötülerle ilişki kurmayın, yoksa onlardan sayılırsınız. Doğrunun öğrencileriyseniz zengine güvenmeyin. Gece ve gündüz yapmanız gerekenleri ihmal etmeyin. Yoksulları hiçbir zaman hafife almayın.
- Ona sorulmuştu: Neyi biliyorsun da başkalarından üstün oluyorsun? Şöyle cevap verdi: ne kadar az bildiğimi biliyorum.

Homeros
- Başların çokluğunda hayır yoktur.
- Hayatın bizler için kölelik, ölümün de kurtuluş olduğunu bilen kimse, ölümü hayata tercih eder.
- Akıl iki yönlüdür: Tabii ve tecrübî. Bu ikisi su ile toprağa benzer. Ateş nasıl altın ve gümüşü eritip işlenir hale getiriyorsa, akıl da meseleleri eritip saflaştırarak işleme hazır hale getirir. Aklın bu iki yönünden birinde yeri olmayan kimsenin yapacağı en hayırlı işi ömrünü kısa tutmasıdır.
- Körlük cehaletten daha hayırlıdır. Çünkü körler için endişe edilecek en büyük zorluk bir kuyuya düşüp ölmektir. Cahil ise ebedî helake maruz kalabilir.
- Zaman hakkı açığa çıkarır ve onu aydınlatır.
- Nefsine her zaman bir insan olduğunu hatırlat.
- İnsan isen öfkeni nasıl bastıracağını bil.
- Bir zarara uğradığın zaman bunu hak etmiş olduğunu bil.
- Nefsin dışında herkesin rızasını ara.
- Zamansız gülmek, sonra ağlamanın amcaoğludur.
- Toprak her şeyi doğurur, sonra da geri alır.
- Korkaktan çıkan görüş de korkaktır.
- Düşmanından öyle bir intikam al ki sana zararı olmasın.
- Allah seni kurtarmak istediğinde denizi vaha gibi aşarsın.
- Allah Teâlâ ile konuşabilen akıl çok yücedir.
- Yasanın dayanağı baştır.
- İnsan güruhu güçlü de olsa akıldan yoksundur.
- Yüce gelenek anne babaya tanrı gibi saygı duymayı emreder.
- Bana göre anne baban senin için tanrı gibidir.
- Baba, doğurtan değil terbiye edendir.
- Zamansız söylenen söz ömrü heba eder.
- Tabiat kanunları öğrenilmez.
- Eli el, parmağı parmak yıkar.
- Kendin için biriktireceğin azık, ilim ve hikmet, başkası için biriktireceğin ise maldır.

Hipokrat
- Zehir içiren, çocuk düşürten, hamileliği engelleyen ve hastaya kaba davranan tabipler benim yolumdan değildir.
- Bedenin aşırı sıhhatli olması tehlikenin zirvesidir.
- Tıp, sağlıklı kimselere uygun gelecek şeylerle sağlığı korumak, hastalıkları da onların zıtlarıyla gidermeye çalışmaktır.
- Ölümü hafife alın. Çünkü onun verdiği acı korkudadır.
- Ona sorulmuştu: Hangi tür hayat daha iyidir? Şöyle cevap verdi: Yoksul ama güvenli olmak, zengin ama korku içinde olmaktan daha iyidir.
- Şehirleri surlar ve kaleler değil, insanların fikirleri ve hikmet sahiplerinin tedbirleri korur.
- Her hasta kendi toprağının ilaçlarıyla tedavi edilir. Çünkü tabiat onun havasını bilir ve gıdasına meyleder.
- Zararı azaltmak, yararı çoğaltmaktan hayırlıdır.
- İnsan tek bir tabiattan yaratılmış olsaydı hastalanmazdı. Çünkü tek tabiatta çatışma olmadığı için hastalık da olmaz.
- Bir hastayı ziyaretinde ise şöyle demişti: Ben, hastalık ve sen varız. Eğer hastalığını iyileştirmek için söylediklerimi yaparak bana yardımcı olursan biz iki kişi oluruz, hastalık da tek başına kalır. Biz de onu yeneriz. Çünkü iki kişi, her zaman bir kişiye galip gelir.
- Ona sorulmuştu: İlaç alındığı zaman insan vücudunda niçin köpürme oluyor? Şöyle cevap verdi: İnsan bedeni eve benzer. Ev de süpürüldüğü zaman tozar.
- Çok olan tabiata da aykırıdır. Yeme, içme, uyku, cinsî münasebet ve çalışmada orta yolu tutun.
- Ancak hoşlandığınız şeyleri yiyin. Hoşlanmadığınız yiyecekler sizi yer bitirir.
- Ona sorulmuştu: Ölü niçin ağır olur? Şöyle cevap verdi: Çünkü hayatta iken ikiydi. Biri hafif ve yükseltici, diğeri ağır ve aşağı itici. Kişi Öldüğü zaman hafif ve yükseltici olan gider ve ağır olan tek başına kalır.
- İnsan bedeni genelde beş biçimde tedavi edilir: Kafa kısmı gargarayla, mide kısmı kusmayla, beden kısmı ishalle, deri kısmı terlemeyle, iç organlar ve damarlar kısmı ise kan vermekle tedavi olur.
- Öğretilerinden alınması gereken en önemli husus ise; Hipokrat yeminini etmiş ve yaşamının sonuna kadar da yeminine sadık kalmış olmasıdır.

            Yukarda ki söylemlerden de anladığımıza göre insan veya da şeytan-tanrı adına, dünden bugüne söylenenler hep aynı olmuş. İşte düz aklın vardığı ortak nokta budur. Ne var ki, insan doğası yeni bir evrim – muhtemelen sibernetik - geçirmedikçe, bundan sonra da söylenecek olanlar da üç aşağı beş yukarı, hep aynı kalacaktır. Sibernetik dedik de, şayet genetiğimizi yeni tasarımlar için, sömürgeci siberologlara teslim edersek, gelecekte maymuna mı, tavşana mı benzeyeceğimiz konusu vicdanlarına kalacağından, bütün bütün hapı yutacağımızın da resmidir o zaman.
            Etrafımızda, bön bakışlı yandaş ve liboş akademisyenlerin bolardığı, üstüne komedi gibi TÜBİTAK kıyamıyla da, milli ve gerçek bilim adamlarımızın yok edildiği bir ortamda, ihtiyacımız olanları nereden bulsak da, siberolojiyi de millileştirebilsek. Bunun için ne yapalım, yoksa sibernetik dâhisi El-Cezeri ile – ki ne âlimlerimiz varmış, nerede şimdi bunlar – telepatik bir seans mı oluşturalım(!)
            § 12. yüzyılda Anadolu'da Artuklu Türklerden fizikçi, robot ve matris ustası bilim insanı 
El-Cezeri sibernetik alanın en büyük dâhisi kabul edilmektedir. Dünya bilim tarihi açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim adamıdır. - Bak. El-Cezeri  §

            Ölüm, kalım, cisim, ruh, iyilik, kötülük gibi Âdemden bu yana, kabul edilen olmazsa olmaz ortak heyulalar - tasavvur – için söylenmiş sayısız ifadeyi genelleştirirsek, şöyle de bir manzara ortaya çıkmıyor mu?

            Gemlenemeyen arzu, yokuşun üstünde freni patlamış kamyon gibidir, önüne çıkanı süpürürken, kendi de parçalarına ayrılır, sonuç Âdemî hezimettir.
            İblise uymak kolaydır, sen akil kalabilirsen eğer, özünle bir bütün ve de en azından tek parça kalmışsın demektir.

            Acımasız ve herkesin size gülüp geçtiği seküler bir dünyada, hala bu kadar ruhanî  – aklı öbür tarafta(!) - takılıyor, deve kuşu gibi de kafanızı kuma gömerek, bağnaz yaşamı tercih ediyorsanız, illetinizi bulmuşsunuz ve neticede bugünkü halinizden de şikâyet edecek bir yanınız kalmamış demektir. O halde başınızdakilere, ‘din bezirgânları’ falan demeye de hiç kalkmayın. Demek ki her millet, kendi ‘illetine’ uygun yönetilirmiş diyerek, aynı zamanda ‘her millet layık olduğu biçimde yönetilir’ genellemesinde ki yanlışı da revize etmiş olalım. Öyle ya her milletin içinde, aynı illetle muzdarip olmayan diğerleri de yok mudur?
            Mesela hazır illet demişken de; son günlerde spor kulüplerimize bindirilen şike başlıklı karar gerekçelerine bakıldığında, hukuksal sorumluluklarını kısmen de olsa hatırlamış gibi görünen hukukçu kardeşler, konu Ergenekon, Silivri, Hasdal olunca, neden biranda gugukçu cüppelerini giyiverirler. Bu ne mene bir ilettir acaba(?) diye sormamız da gerekmez mi?
            Bu arada, devletin yeni sağlık önlemlerinin yenilemez tadından şikâyet edip isyana kalkan emekli kardeşler, çoğunuzun şahsi gayretiyle, sosyal ve adil hukuk diye, kişiye özel sucuk, hepimizin olması gereken Başbakanlık kurumundan ise, SGGBB açılımıyla da, Sahibine Göre Gündem Boş Bakanlığı yarattığınız ülkenizde, bir de sosyal devletiniz mi kaldı sanıyordunuz. Ne demeli, size ancak gülünür. Yeri geldiğinde güzel Türkçemizde, ne de güzel laflarımız vardır hani, ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ filan gibi.
           
            Dünyaya öğrettiğin ve eski Olimpiyatlarda kimseye altın bırakmadığın, ata sporun güreşte bile sıfır çektin. Neden çünkü onlar aya, sen yayasın. Çünkü adam çalışıyor, öğreniyor kendini hep ileriye taşıyor, sense ‘Batıdan sadece ilmi alın’ diyen yüce Atatürk’ünü bile bir kenara bıraktırıldın ve bugün bulabileceğin ücretsiz tek eğitimin imam hatip olacağı bir BÜYÜK(!) devletin ÇAĞ ATLAMIŞ(!) ülkesinde, torba nohut, paket kömür ekonomisi mağduru ve yine kimliksiz bir ümmet haline getirildin. Neyse ki yüce Atatürk’ün altın madalyalı kızları da var. Onlar, erkekleri havlu atmış ülkelerinin onurunu kurtarıyorlar nasıl olsa.
            Siz bütün mağdurlar, tutun o halde Sultan babanızın elinden, beraberce geçin aynanın karşısına da birlikte seyredin hal i pür melalinizi, görün acınacak halinizi. Aynada gördüğünüz boy, pos, güç, kuvvetse o devede de var. Hele de zürafa, boyda hepinize fark basar. Ne denir ki başka da bağnaza. BEN demeden önce BİZ diyebilmenin erdemliliğini kavrayabilirseniz, şayet biraz da düşünebilmeyi öğrenirseniz, gerisi arkadan nasıl olsa gelecektir. Çünkü vaktiyle bu emaneti sizlere bırakan asıl sahipleri, BİZ’ i düşünebildikleri için, BİZ bugün varız.
            Yalnız unutmayın ki bu son trendir ve o da kalkmak üzeredir. Kaçırırsanız ne mi olur. Osmanoğluyla devam edegelen aşağı Asya Anadolu Türk beyliği, yok olduğu sanılan bazı Türk boyları gibi yeniden dirilişini beklemeye çekilirken, aynı bağlamda yüce Atatürk’ün emekleri boşuna gitmiş ve aziz şehitlerimizin kanları da boşuna dökülmüş olur. Ne var ki, başına her zaman yeni Atatürklerini de çıkarmasını bilecektir yüce Türk Ulusu. Yoksa onların tarihlerinden çok önceden beri var olmuş koca Türk’ü yani bizim Emmioğlunu, tarihten silmeye bu dünyanın gücü yetmez, bu konuda da asla merakınız olmasın.
            İşte sizi imam hatiplerde çürüyüp, kokuşmaya ve giderek de unutulan bir beyliğe dönüştürmeye kalkan başınızda ki iktidar, bu olası en kötü son senaryoyu da gerçekleştirmek amacıyla, ezeli düşmanlarınız olan AB & ABD Gladiosu tarafından başınıza oturtulmuştur. Şimdi de hep beraber içinde Türk ve Atatürk olmayan yeni bir anayasa hazırlamaya ve bunu da sizlere yeni Türkiye Cumhuriyeti anayasası olarak yedirmeye çalışıyorlar. Peki diğerleri, yani muhalefet mi ne yapıyor? Şimdilik seyrediyorlar ve onların ritmiyle de bir ileri, iki geri zıplıyorlar. Bekleyelim ve de sonucu görelim. Peki, bütün bunları yemek veya yememekse, ha bakın o ayrı bir husustur işte. Şimdi bu satırın sonunda ki noktaya odaklanırsanız, size göz kırptığımı da göreceksiniz(.)

            Almanya’da çalıştığım yıllarda, askerliğini Nazi ordusunda yapmış, İngiltere’de iki yıl esir kalmış ve ülkesinde ki yabancılara, birçok anti Nazi Almandan çok daha ‘humaniter’ bakan ve büyüğüm olan bir Alman dostum – ki kendisine birçok projede karşılıksız yardımcı olmuştum – bir gün bana; ‘Serendip şayet bütün Almanlar senin hamurundan yaratılmış olsalardı, biz harbi kaybetmezdik’ demişti. İnanın bunu kendi adıma, hem de bir Nazi’den alınmış, bir onur nişanı gibi kabul ediyorum.
            Lütfen beni yanlış anlamayın. ‘BEN’ olduğum için değil ama meseleye ‘BİZ’ gözlüğüyle baktığım için anlattım bunu. Ve bilemeyeceğiniz bir şey daha söylemem gerekirse, bir kere Nazi hep Nazidir. İçlerinde ‘dönme’ diye bir şey yoktur. Fırsat bulunca da çevirecekleri film yine aynısı olacaktır. Çünkü bu da onların milliyetçilik anlayışıdır ve tabiatıyla herkes de TÜRK’ e benzemez.

            §  Nasıl olsa bizim ülke, ipsizlerin yolgeçen hanına dönüştü artık. Bir İngiliz vatandaşı daha var ya hani, şu meşhur maliyeciniz(!) ‘Emekliler arttı’ diye kelâmda bulunmuş da yine meseleye kıç gözüyle bakıvermiş anlaşılan. Nasıl olsa birileri için çiftlik haline dönüştü bu memleket. Yat uzan, arada sırada da zırvala, ay sonunda da işsizlerin, emeklilerin, memurların ve bütün sıkıntı çeken vatandaşlarının haklarından kesilenlerle, sana ve senin gibilere ödenen katmerli maaşını, hazineden cukkaya at. Dürüst ol, bir zahmet de söyleyiver bari maaşınla müsemma vergi ödüyormusun ülkene(!) hiç olmazsa!
            ‘Yat uzan para kazan’ lafı eskiden kötü yola düşmüş kadınlar için kullanılan bir tabirdi, şimdi ise genelde erkekler için kullanılıyor ülkemizde artık. Doğrusu çok da utanç verici(!). Bakın AKP ile ne günlere getirildik. Bakalım yarınların filozofları bu durumu nasıl yorumlayacaklar. Haberiniz olsun, artık öyle bir döneme gelindi ki, BDP ve AKP aynı çizgide buluştu. Yarın tarih bu ikisine de rey verenleri, vatan haini olarak anacaktır. Bu böyle biline, bu çizgide olan dostlar(!) da hiç alınmasınlar!
            Ulan biraz da ülkenizde ki esas sorunun, haraç vergilerin altında inim inim inleyen vatandaşlarınız ve tüyü bitmemiş yetimlerin sırtlarından, sayenizde malı götüren yandaş medyasından, kara para yatırımcılarına, ihale taşeronlarına vb. kadar, kısaca da toplumun kanını emen asalak türler artışında olduğunu görseniz ya! Senin ve emsallerin gibi bu ülkeye vatandaş bile olmayan, onu uluslararası talan pazarına dönüştürmekten başka da bir faydaları dokumayanlarda ve milletin sırtından malı götürenlerde, yetim ahı alanlarda olduğunu da kabul etsen ya!
            Bir yandan milletine paramız yok diye ağlarken, diğer yandan kamyon dolusu paralar, yeni Sultan hanımlarınız(!) tarafından, dünyanın bir ucunda ki çakma Müslümanlara(!) taşınırken, aslında hangi amaçlara yatırım olduklarını da, maliyeden sorumlu baş muhasip olarak bir açıklayıversen ya!
            Bütün bunlar, hepimizin yani yurtlarında hazinelerine şerefleriyle, yıllarca primlerini, ayrıca destek primlerini de kuruşuna kadar saymış emeklilerin, çalışan, çalışmayan bütün dar gelirli vatandaşların, yok halleriyle bir de sırtlarında taşımaya çalıştıkları KAMBURLARI değil mi? Utanmadan birde zırvalayacağına, kaldır da o kamburu sırtlarımızdan, sayende biraz nefes alalım bari. Boş tabanca gibisin ekonomist(!). Senin işin de bu değilmi aslında. Bunun için ödemiyormuyuz sana. Ama ne gezer! Bunu yapabilmek için önce erdem, sonra da yürek taşımak gerekir

            Bir büyük ülkede ahde vefa görmesi gereken vatandaş katmanlarının başında sırasıyla, önce aziz şehitleri ve gazileriyle ordusu, atalık kemaline ermiş mukaddes ölüleri, sonra yaşayan emeklileri, daha sonra da düz vatandaşları gelirler. Bu bir büyük sosyal devlette olması gereken sosyal mertebeler sıralamasıdır. Bu statüde güncel devlet erkânının bile yeri, düz vatandaşlar mertebesindedir. Onlar ancak öldükten sonra, bu sıralamada mertebelerine göre yer alabilirler. Bu sosyal statüyü bilmeyen veya bilmek de istemeyenlere, o ülkede vatandaş bile demezler.
            Şimdi buna itirazı olanlar, önce örnek alabilecekleri herhangi bir büyük sosyal devletle, bir durum muhasebesi yapıp, ondan sonra fikir yürütsünler lütfen. Hele de bizim İngiliz, zırvalamadan önce kendi ülkesinde ki durumla bizimkisini mukayese etmiş olsaydı, daha akıllı davranmış olmazmıydı? Ama o zaman da ne diyeceğini tahmin edebiliriz böylesi takiyecilerin(!). Türkiye bir İngiltere değil derdi hiç kuşkusuz(!). Ama ‘orada ki hükümette, buradaki kadar hırsız ve asosyal yoktur’ diye de ilave edermiydi acaba(?) Bu tahmin de size kalsın. §



TÜBİTAK GÜNCELİNDEN BİLİMSEL(!) BİR GÜLDÜRÜ




    PS.  Yukarda ki farklı temaslarımıza bakılıp, asla filozoflarla yarıştığımız gibi uçuk iddialar sahibi olduğumuz algılanmasın. Zira haddimizi biliriz. Ama ahde vefa sahibi, duygusal bir vatandaş terennümleri olarak alınmalıdır.

                                                                                                          Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder