Zenon
- Kardeşlerinizin sayısını arttırın.
Bedenler ilaçlarla şifa bulduğu gibi canlar da, kardeşlerle beka bulur.
- Zenon sahilde hüzünlü bir halde dolaşan
ve dünyaya sitem eden bir genç görmüştü. Ona, Genç adam! Dünyaya bu kadar
sitemin niye? Çok zengin biri olsaydın ve servetini yüklediğin bir gemiyle
denize açılsaydın, gemi yara alıp batmak üzere olsaydı, bütün istediğin
varlığını gözden çıkarıp canını kurtarmak olurdu değil mi?" dedi. Genç,
"Evet" dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: "Büyük bir kral olsaydın
ve çevren seni öldürmek isteyenler tarafından sarılmış olsaydı, tek dileğin
krallığını bırakıp canını kurtarmak olurdu değil mi?" Genç adam buna da
"Evet" diye cevap verdi, Bu cevap üzerine şöyle dedi: "Öyleyse
sen hem çok zengin bir adam, hem de kralsın!" Genç bu sözle teselli bulup
haline sevindi.
- Yaşlılığında kendisine şöyle
denilmişti: Nedir bu halin? O da şu cevabı vermişti: Gördüğünüz gibi ağır ağır
ölüyorum. Peki, öldüğünde seni kim defnedecek?' Diye sorduklarında ise şu
cevabı verdi: Yükselen kokular kimi rahatsız ederse o!
- Hakkı kendinizden verin! Onu sahibine
vermediğinizde hakkın husumetine maruz kalırsınız.
- Mal mülk sevgisi şerrin belkemiğidir.
Çünkü diğer kötülükler ona ilişiktir. Arzulara düşkünlük de ayıpların
belkemiğidir. Çünkü diğer ayıplar ona ilişiktir.
- Dünya kendinden kaçana yetiştiğinde onu
yaralar. Kendisini istemeyeni ele geçirdiğinde ise onu öldürür.
- Günlük yiyeceğinden başkasını
istemezdi. Bir gün, 'Kral sana kızıyor' denilmişti. O da şöyle karşılık verdi:
Kral kendinden daha zengin birini sever mi?!
- Çekirgede yedi büyük hayvanın yaratılışı
mevcuttur: Başı at başı, boynu öküz boynu, göğsü aslan göğsü, kanatları kartal
kanadı, ayakları deve ayağı, karnı akrep karnı, kuyruğu yılan kuyruğu gibidir.
Solon
- Oğul, emaneti
koru ki o da seni korusun, muhafaza et ki muhafaza edilesin.
(Sanki bizim oğullar için söylememiş mi?)
- Öğrencilerine şöyle demiştir: Cahile
değer vermeyin, yoksa sizi hafife alır. Kötülerle ilişki kurmayın, yoksa
onlardan sayılırsınız. Doğrunun öğrencileriyseniz zengine güvenmeyin. Gece ve
gündüz yapmanız gerekenleri ihmal etmeyin. Yoksulları hiçbir zaman hafife
almayın.
- Ona sorulmuştu: Neyi biliyorsun da
başkalarından üstün oluyorsun? Şöyle cevap verdi: ne kadar az bildiğimi
biliyorum.
Homeros
- Başların çokluğunda hayır yoktur.
- Hayatın bizler için kölelik, ölümün de
kurtuluş olduğunu bilen kimse, ölümü hayata tercih eder.
- Akıl iki yönlüdür: Tabii ve tecrübî. Bu
ikisi su ile toprağa benzer. Ateş nasıl altın ve gümüşü eritip işlenir hale
getiriyorsa, akıl da meseleleri eritip saflaştırarak işleme hazır hale getirir.
Aklın bu iki yönünden birinde yeri olmayan kimsenin yapacağı en hayırlı işi
ömrünü kısa tutmasıdır.
- Körlük cehaletten daha hayırlıdır.
Çünkü körler için endişe edilecek en büyük zorluk bir kuyuya düşüp ölmektir.
Cahil ise ebedî helake maruz kalabilir.
- Zaman hakkı açığa çıkarır ve onu
aydınlatır.
- Nefsine her zaman bir insan olduğunu
hatırlat.
- İnsan isen öfkeni nasıl bastıracağını
bil.
- Bir zarara uğradığın zaman bunu hak
etmiş olduğunu bil.
- Nefsin dışında herkesin rızasını ara.
- Zamansız gülmek, sonra ağlamanın
amcaoğludur.
- Toprak her şeyi doğurur, sonra da geri
alır.
- Korkaktan çıkan görüş de korkaktır.
- Düşmanından öyle bir intikam al ki sana
zararı olmasın.
- Allah seni kurtarmak istediğinde denizi
vaha gibi aşarsın.
- Allah Teâlâ ile konuşabilen akıl çok
yücedir.
- Yasanın dayanağı baştır.
- İnsan güruhu güçlü de olsa akıldan
yoksundur.
- Yüce gelenek anne babaya tanrı gibi
saygı duymayı emreder.
- Bana göre anne baban senin için tanrı
gibidir.
- Baba, doğurtan değil terbiye edendir.
- Zamansız söylenen söz ömrü heba eder.
- Tabiat kanunları öğrenilmez.
- Eli el, parmağı parmak yıkar.
- Kendin için biriktireceğin azık, ilim
ve hikmet, başkası için biriktireceğin ise maldır.
Hipokrat
- Zehir içiren, çocuk düşürten, hamileliği
engelleyen ve hastaya kaba davranan tabipler benim yolumdan değildir.
- Bedenin aşırı sıhhatli olması
tehlikenin zirvesidir.
- Tıp, sağlıklı kimselere uygun gelecek
şeylerle sağlığı korumak, hastalıkları da onların zıtlarıyla gidermeye
çalışmaktır.
- Ölümü hafife alın. Çünkü onun verdiği
acı korkudadır.
- Ona sorulmuştu: Hangi tür hayat daha
iyidir? Şöyle cevap verdi: Yoksul ama güvenli olmak, zengin ama korku içinde
olmaktan daha iyidir.
- Şehirleri surlar ve kaleler değil,
insanların fikirleri ve hikmet sahiplerinin tedbirleri korur.
- Her hasta kendi toprağının ilaçlarıyla
tedavi edilir. Çünkü tabiat onun havasını bilir ve gıdasına meyleder.
- Zararı azaltmak, yararı çoğaltmaktan
hayırlıdır.
- İnsan tek bir tabiattan yaratılmış
olsaydı hastalanmazdı. Çünkü tek tabiatta çatışma olmadığı için hastalık da
olmaz.
- Bir hastayı ziyaretinde ise şöyle
demişti: Ben, hastalık ve sen varız. Eğer hastalığını iyileştirmek için
söylediklerimi yaparak bana yardımcı olursan biz iki kişi oluruz, hastalık da
tek başına kalır. Biz de onu yeneriz. Çünkü iki kişi, her zaman bir kişiye
galip gelir.
- Ona sorulmuştu: İlaç alındığı zaman
insan vücudunda niçin köpürme oluyor? Şöyle cevap verdi: İnsan bedeni eve
benzer. Ev de süpürüldüğü zaman tozar.
- Çok olan tabiata da aykırıdır. Yeme,
içme, uyku, cinsî münasebet ve çalışmada orta yolu tutun.
- Ancak hoşlandığınız şeyleri yiyin.
Hoşlanmadığınız yiyecekler sizi yer bitirir.
- Ona sorulmuştu: Ölü niçin ağır olur?
Şöyle cevap verdi: Çünkü hayatta iken ikiydi. Biri hafif ve yükseltici, diğeri
ağır ve aşağı itici. Kişi Öldüğü zaman hafif ve yükseltici olan gider ve ağır
olan tek başına kalır.
- İnsan bedeni genelde beş biçimde tedavi
edilir: Kafa kısmı gargarayla, mide kısmı kusmayla, beden kısmı ishalle, deri
kısmı terlemeyle, iç organlar ve damarlar kısmı ise kan vermekle tedavi olur.
- Öğretilerinden alınması gereken en
önemli husus ise; Hipokrat yeminini etmiş ve
yaşamının sonuna kadar da yeminine sadık kalmış olmasıdır.
Yukarda
ki söylemlerden de anladığımıza göre insan veya da şeytan-tanrı
adına, dünden bugüne söylenenler hep aynı olmuş. İşte düz aklın vardığı ortak
nokta budur. Ne var ki, insan doğası yeni bir evrim – muhtemelen sibernetik - geçirmedikçe,
bundan sonra da söylenecek olanlar da üç aşağı beş yukarı, hep aynı kalacaktır.
Sibernetik dedik de, şayet genetiğimizi yeni tasarımlar için, sömürgeci siberologlara
teslim edersek, gelecekte maymuna mı, tavşana mı benzeyeceğimiz konusu
vicdanlarına kalacağından, bütün bütün hapı yutacağımızın da resmidir o zaman.
Etrafımızda, bön bakışlı yandaş ve
liboş akademisyenlerin bolardığı, üstüne komedi gibi TÜBİTAK kıyamıyla da,
milli ve gerçek bilim adamlarımızın yok edildiği bir ortamda, ihtiyacımız
olanları nereden bulsak da, siberolojiyi de millileştirebilsek. Bunun için ne
yapalım, yoksa sibernetik dâhisi El-Cezeri ile – ki ne âlimlerimiz varmış, nerede şimdi bunlar – telepatik bir
seans mı oluşturalım(!)
§ 12.
yüzyılda Anadolu'da Artuklu Türklerden fizikçi, robot ve matris ustası bilim
insanı
El-Cezeri
sibernetik alanın en büyük dâhisi kabul edilmektedir. Dünya bilim tarihi
açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim
adamıdır. - Bak. El-Cezeri
§
Ölüm, kalım, cisim, ruh, iyilik,
kötülük gibi Âdemden
bu yana, kabul edilen olmazsa olmaz ortak heyulalar - tasavvur – için söylenmiş
sayısız ifadeyi genelleştirirsek, şöyle de bir manzara ortaya çıkmıyor mu?
Gemlenemeyen
arzu, yokuşun üstünde freni patlamış kamyon gibidir, önüne çıkanı süpürürken,
kendi de parçalarına ayrılır, sonuç Âdemî hezimettir.
İblise uymak
kolaydır, sen akil kalabilirsen eğer, özünle bir bütün ve de en azından tek
parça kalmışsın demektir.
Acımasız
ve herkesin size gülüp geçtiği seküler bir dünyada, hala bu kadar ruhanî – aklı öbür tarafta(!)
- takılıyor, deve kuşu gibi de kafanızı kuma gömerek, bağnaz yaşamı tercih
ediyorsanız, illetinizi bulmuşsunuz ve neticede
bugünkü halinizden de şikâyet edecek bir yanınız kalmamış demektir. O halde
başınızdakilere, ‘din bezirgânları’ falan
demeye de hiç kalkmayın. Demek ki her millet, kendi ‘illetine’
uygun yönetilirmiş diyerek, aynı zamanda ‘her millet
layık olduğu biçimde yönetilir’ genellemesinde ki yanlışı da revize etmiş
olalım. Öyle ya her milletin içinde, aynı illetle
muzdarip olmayan diğerleri de yok mudur?
Mesela
hazır illet demişken de; son günlerde spor kulüplerimize bindirilen şike
başlıklı karar gerekçelerine bakıldığında, hukuksal sorumluluklarını kısmen de
olsa hatırlamış gibi görünen hukukçu
kardeşler, konu Ergenekon, Silivri, Hasdal olunca, neden biranda gugukçu cüppelerini giyiverirler. Bu ne mene bir ilettir acaba(?) diye sormamız da
gerekmez mi?
Bu arada,
devletin yeni sağlık önlemlerinin yenilemez tadından şikâyet edip isyana kalkan
emekli kardeşler, çoğunuzun şahsi gayretiyle, sosyal
ve adil hukuk diye, kişiye özel sucuk,
hepimizin olması gereken Başbakanlık kurumundan ise, SGGBB
açılımıyla da, Sahibine Göre Gündem Boş Bakanlığı yarattığınız ülkenizde, bir de
sosyal devletiniz mi kaldı sanıyordunuz. Ne demeli, size ancak gülünür. Yeri
geldiğinde güzel Türkçemizde, ne de güzel laflarımız vardır hani, ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ filan gibi.
Dünyaya öğrettiğin ve eski Olimpiyatlarda
kimseye altın bırakmadığın, ata sporun güreşte bile sıfır çektin. Neden çünkü
onlar aya, sen yayasın. Çünkü adam çalışıyor, öğreniyor kendini hep ileriye
taşıyor, sense ‘Batıdan sadece ilmi alın’
diyen yüce Atatürk’ünü bile bir kenara bıraktırıldın
ve bugün bulabileceğin ücretsiz tek eğitimin imam hatip
olacağı bir BÜYÜK(!) devletin ÇAĞ ATLAMIŞ(!) ülkesinde, torba nohut, paket kömür
ekonomisi mağduru ve yine kimliksiz bir ümmet haline getirildin. Neyse ki yüce Atatürk’ün altın madalyalı kızları da var. Onlar,
erkekleri havlu atmış ülkelerinin onurunu kurtarıyorlar nasıl olsa.
Siz bütün mağdurlar, tutun o halde
Sultan babanızın elinden, beraberce geçin aynanın karşısına da birlikte
seyredin hal i pür melalinizi, görün acınacak halinizi. Aynada gördüğünüz boy, pos, güç,
kuvvetse o devede de var. Hele de zürafa, boyda hepinize fark basar. Ne denir
ki başka da bağnaza. BEN demeden önce BİZ diyebilmenin erdemliliğini kavrayabilirseniz, şayet
biraz da düşünebilmeyi öğrenirseniz, gerisi arkadan nasıl olsa gelecektir.
Çünkü vaktiyle bu emaneti sizlere bırakan asıl sahipleri, BİZ’ i düşünebildikleri için, BİZ bugün varız.
Yalnız unutmayın ki bu son trendir
ve o da kalkmak üzeredir. Kaçırırsanız ne mi olur. Osmanoğluyla devam edegelen
aşağı Asya Anadolu Türk beyliği, yok olduğu sanılan bazı Türk boyları gibi yeniden dirilişini beklemeye çekilirken, aynı
bağlamda yüce Atatürk’ün emekleri boşuna gitmiş ve aziz şehitlerimizin kanları da
boşuna dökülmüş olur. Ne var ki, başına her zaman yeni Atatürklerini de
çıkarmasını bilecektir yüce Türk Ulusu. Yoksa onların tarihlerinden çok önceden
beri var olmuş koca Türk’ü yani bizim Emmioğlunu, tarihten silmeye bu dünyanın gücü
yetmez, bu konuda da asla merakınız olmasın.
İşte sizi imam hatiplerde çürüyüp,
kokuşmaya ve giderek de unutulan bir beyliğe dönüştürmeye kalkan başınızda ki
iktidar, bu olası en kötü son senaryoyu da gerçekleştirmek amacıyla, ezeli
düşmanlarınız olan AB & ABD Gladiosu
tarafından başınıza oturtulmuştur. Şimdi de hep beraber içinde Türk ve Atatürk
olmayan yeni bir anayasa hazırlamaya ve bunu da sizlere yeni Türkiye
Cumhuriyeti anayasası olarak yedirmeye çalışıyorlar. Peki diğerleri, yani muhalefet mi ne yapıyor? Şimdilik
seyrediyorlar ve onların ritmiyle de bir ileri, iki geri zıplıyorlar.
Bekleyelim ve de sonucu görelim. Peki, bütün bunları yemek
veya yememekse, ha bakın o ayrı bir husustur işte. Şimdi bu satırın sonunda ki
noktaya odaklanırsanız, size göz kırptığımı da göreceksiniz(.)
Almanya’da çalıştığım yıllarda,
askerliğini Nazi ordusunda yapmış, İngiltere’de iki yıl esir kalmış ve
ülkesinde ki yabancılara, birçok anti Nazi Almandan çok
daha ‘humaniter’ bakan ve büyüğüm olan bir
Alman dostum – ki kendisine birçok projede karşılıksız yardımcı olmuştum – bir
gün bana; ‘Serendip şayet bütün Almanlar senin hamurundan yaratılmış olsalardı,
biz harbi kaybetmezdik’ demişti. İnanın bunu kendi adıma, hem de bir Nazi’den
alınmış, bir onur nişanı gibi kabul ediyorum.
Lütfen beni yanlış anlamayın. ‘BEN’ olduğum için değil ama meseleye ‘BİZ’ gözlüğüyle baktığım için anlattım bunu. Ve
bilemeyeceğiniz bir şey daha söylemem gerekirse, bir kere Nazi hep Nazidir.
İçlerinde ‘dönme’ diye bir şey yoktur. Fırsat bulunca da çevirecekleri film
yine aynısı olacaktır. Çünkü bu da onların milliyetçilik anlayışıdır ve
tabiatıyla herkes de TÜRK’ e benzemez.
§
Nasıl olsa bizim ülke, ipsizlerin yolgeçen hanına dönüştü artık. Bir
İngiliz vatandaşı daha var ya hani, şu meşhur maliyeciniz(!) ‘Emekliler arttı’ diye kelâmda bulunmuş da yine meseleye kıç gözüyle bakıvermiş anlaşılan. Nasıl olsa
birileri için çiftlik haline dönüştü bu memleket. Yat uzan, arada sırada da
zırvala, ay sonunda da işsizlerin, emeklilerin, memurların ve bütün sıkıntı
çeken vatandaşlarının haklarından kesilenlerle, sana ve senin gibilere ödenen
katmerli maaşını, hazineden cukkaya at. Dürüst ol, bir zahmet de söyleyiver bari
maaşınla müsemma vergi ödüyormusun ülkene(!) hiç
olmazsa!
‘Yat uzan
para kazan’ lafı eskiden kötü yola düşmüş kadınlar için kullanılan bir
tabirdi, şimdi ise genelde erkekler için kullanılıyor ülkemizde artık. Doğrusu
çok da utanç verici(!). Bakın AKP ile ne günlere getirildik. Bakalım yarınların
filozofları bu durumu nasıl yorumlayacaklar. Haberiniz olsun, artık öyle bir
döneme gelindi ki, BDP ve AKP aynı çizgide buluştu. Yarın tarih bu ikisine de
rey verenleri, vatan haini olarak anacaktır. Bu böyle biline, bu çizgide olan dostlar(!)
da hiç alınmasınlar!
Ulan biraz da ülkenizde ki esas
sorunun, haraç vergilerin altında inim inim inleyen vatandaşlarınız ve tüyü
bitmemiş yetimlerin sırtlarından, sayenizde malı götüren yandaş medyasından,
kara para yatırımcılarına, ihale taşeronlarına vb. kadar, kısaca da toplumun
kanını emen asalak türler artışında olduğunu
görseniz ya! Senin ve emsallerin gibi bu ülkeye vatandaş bile olmayan, onu
uluslararası talan pazarına dönüştürmekten başka da bir faydaları
dokumayanlarda ve milletin sırtından malı götürenlerde, yetim ahı alanlarda olduğunu
da kabul etsen ya!
Bir yandan milletine paramız yok diye
ağlarken, diğer yandan kamyon dolusu paralar, yeni
Sultan hanımlarınız(!) tarafından, dünyanın bir ucunda ki çakma Müslümanlara(!) taşınırken, aslında hangi
amaçlara yatırım olduklarını da, maliyeden sorumlu baş
muhasip olarak bir açıklayıversen ya!
Bütün bunlar, hepimizin yani yurtlarında
hazinelerine şerefleriyle, yıllarca primlerini, ayrıca destek primlerini de
kuruşuna kadar saymış emeklilerin, çalışan, çalışmayan bütün dar gelirli
vatandaşların, yok halleriyle bir de sırtlarında taşımaya çalıştıkları KAMBURLARI değil mi? Utanmadan birde zırvalayacağına,
kaldır da o kamburu sırtlarımızdan, sayende biraz nefes alalım bari. Boş
tabanca gibisin ekonomist(!). Senin işin de bu değilmi aslında. Bunun için
ödemiyormuyuz sana. Ama ne gezer! Bunu yapabilmek için önce erdem, sonra da
yürek taşımak gerekir
Bir büyük ülkede ahde vefa görmesi
gereken vatandaş katmanlarının başında sırasıyla, önce aziz şehitleri ve gazileriyle
ordusu, atalık kemaline ermiş mukaddes ölüleri, sonra yaşayan emeklileri, daha
sonra da düz vatandaşları gelirler. Bu bir büyük sosyal devlette olması gereken
sosyal mertebeler sıralamasıdır. Bu statüde güncel devlet erkânının bile yeri,
düz vatandaşlar mertebesindedir. Onlar ancak öldükten sonra, bu sıralamada
mertebelerine göre yer alabilirler. Bu sosyal statüyü bilmeyen veya bilmek de
istemeyenlere, o ülkede vatandaş bile demezler.
Şimdi buna itirazı olanlar, önce
örnek alabilecekleri herhangi bir büyük sosyal devletle, bir durum muhasebesi
yapıp, ondan sonra fikir yürütsünler lütfen. Hele de bizim İngiliz, zırvalamadan
önce kendi ülkesinde ki durumla bizimkisini mukayese etmiş olsaydı, daha akıllı
davranmış olmazmıydı? Ama o zaman da ne diyeceğini tahmin edebiliriz böylesi
takiyecilerin(!). Türkiye bir İngiltere değil derdi hiç kuşkusuz(!). Ama ‘orada ki hükümette, buradaki kadar hırsız ve asosyal yoktur’
diye de ilave edermiydi acaba(?) Bu tahmin de size
kalsın. §
TÜBİTAK GÜNCELİNDEN BİLİMSEL(!) BİR GÜLDÜRÜ
PS. Yukarda
ki farklı temaslarımıza bakılıp, asla filozoflarla yarıştığımız gibi uçuk
iddialar sahibi olduğumuz algılanmasın. Zira haddimizi biliriz. Ama ahde vefa sahibi, duygusal bir vatandaş
terennümleri olarak alınmalıdır.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder