İçinde sayıları gittikçe artan ve
Ulusal Güvenlik Birimi yutturmasıyla anılan kurumların mevcudiyetlerinin gerçek
nedeni, Amerikan millet’inin - daha doğrusu demokratik(!) ümmetinin - Ulusal
güvenliği değil, olsa olsa piramidin tepesinde oturan ve ülkeyi gizlice yöneten,
oligark patron ‘para babalarının’, dış dünyanın da haracını yemek adına kurduğu,
sivil-askeri Mafya örgütlerinin tetikçiliğidir.
Bugün yedi milyonun üstünde evsiz ve
sayılamayacak kadar çok, her geçen gün de sayıları artan işsizlerin ve paçavra
fakirlerinin yoğunlaştığı Amerikada, her yanı sapır sapır dökülen sosyal
güvenliği yerine, her yıl bu tetikçi kurumlara ayrılan fonlar ve astronomik
silah harcamaları ise, dudak uçuklatmakta ve Amerikan halkları adına yürek
sızlatmaktadır.
Aslında başta CIA, NSA vb. olmak
üzere bu kurumların, sözde Amerikan Ulusal(!) güvenliği paravanı arkasında sürdürdükleri
asosyal faaliyetleri, ülkelerine sürekli düşman kazandırdığından, kendi ulusal
menfaatlerine de aslında ısrarla ama ters orantıda zarar veren bir görünüm arz
etmektedir. Yani akıllı teknokrat geçinen ABD, gerçekte sadece kendisini yok
etmeye çalışan bir bunalım(!) sorunu yaşamaktadır aslında.
Ve ne yazık ki egemen azınlığın içinde
bulunduğu bu histerik bunalım, bir salgın hastalık gibi Amerikan toplumuna da
sirayet ettirilerek(!) toplumu da arkasına almak adına, bir ‘sosyal histeri’ haline getirilmiştir. İşte kendi toplumu
adına da en büyük tehlike, tam da bu nokta da yatmaktadır.
Sömürgelerine de aynı hastalığı
bulaştırdıklarını söylemek yanlış olmaz. Hele de bizim bile bu resmi bir yerden
tanıdığımızı iddia etmemiz, asla abartı olmayacaktır. Bize bulaşan hastalığın arazlarından
da kısa bir örnek vermek gerekirse; yönetimin başında ki oligark kalkıyor,
gerçekleri çatır çatır çiğneyip, ülkelerini tarihinin borç batağına getirdiği
ve çektiği sıkıntıdan bizar olmuş milletin gözünün içine baka baka, kriz
bize teğet geçti diyebiliyor mesela.
Oysa diğer yanda bakıyoruz,
sıkıntıda Yunanistan’ı bile sollamış ve – aynı ağızlara
göre, hem de altın çağımızı yaşarken(!) - iflasın eşiğine neredeyse biz
gelmişiz. Sokaklar, talebesinden, emeklisine, işçisine, memuruna ve içerde
yatan tüm hürriyetleri gasp edilmiş diğer, çoğunluğu da vasıflı vatandaşlarına
ve son olarak da kürtaj zorunluluğu(!) olan kadınlarına kadar, haklarını arayan
ve figan eden ettikçe de sopa yiyen, biber gazı yutan insan manzaralarıyla
dolu.
İyi ki Yunanistan’ın yerinde değiliz
demeye bile dilimiz varmıyor. Zira tam on ikiden vurulup kanlar içinde yatarken
ve yok halimizle başımızda ki Amerikan devşirmesi hükümete(!), dolaylı vergiler
adı altında ‘HARAÇ’ öderken, nerde kaldı bunun teğeti,
yoksa biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz acaba, diye de düşünmeden geçemiyoruz.
Yazmaya kalkınca da yamuk üstüne yamuk çıkıyor karşımıza, konu o kadar çok ki,
hangi birini yazalım diyoruz.
Mesela bir örnek daha verirsek;
şirket patronu, yöneticisi ve idari personeli bazı dostlarımızdan
duyduklarımıza göre, günün en son modası, gerek dolaylı baskı, gerekse açık
tehdit yoluyla çeşitli promosyonların, dinsel matbuatın bağış adı altında zorla
şirketlerine satılmasıymış. Bu makbuzsuz bağışların – anlam itibarıyla
haraçların – miktarları ise, şirket boyutlarıyla artan bir orantı da
tutuluyormuş. Ne yani, en azından adil adamlar değil mi(!) Bakalım daha neler
duyacağız, göreceğiz..
Birbirini çağrıştıran bütün bu
olaylar, netice itibarıyla basit hadiselermiş gibi görünüyorlar ama arkalarında
her biri, romanlık derin hayat trajedileri saklıyor. Tüm bu yamukluğun faillerinin
unuttukları ise, sonuçta faturayı kendilerinin yanı sıra, aileleri, çocukları
ve tüyü bitmemiş yetimler gibi bütün günahsızların da ödeyeceğidir.
Bundan çıkardığımız toplam süje ise,
bütün bu yamuk işlerin çarpık adamlarının, tek ortak paydası, kendi yere batası
egolarından başka hiçbir değer tanımamalarıdır. Yani bu tip insan türünün, her
ne kadar aksini iddia etse de, bırakın vatan müktesebatını, ne aile ne de din mefhumu
vardır. Bakın şu yakalandığımız Amerikan hummasının bize verdiği ilhamlara, nerelere
geldik, üstüne romanlar da yazabilirdik.
İşte tüm şekilleriyle yedi düvele bulaşıp,
zehrini akıtan, bu çirkin kurgusal ve saldırgan yapısıyla ABD, giderek bütün
dünyada düşman ilan edilirken sonuçta, tehlikenin büyüklüğünün farkında olmayan
ve piramidin eteklerinde, yukardan atılanlarla yaşam mücadelesi verirken, sırtında
ki vampire sürekli kanını emdiren Amerikan halklarının ödeyeceği fatura da,
diğer taraftan süratle semirmektedir.
Şimdi Amerikan halkları, dünya
mekânını paylaştıkları diğer insanlarla aynı oranda ‘İNSANLAR’ olarak, kendi
kaderlerini tayin edebilme özgürlüğüne sahip olma haklarının, bir an önce farkına
varmak zorundadırlar. Ve kendi gelecekleri hakkında karar alma yetkisini, kendilerini
egemen ilan etmiş menfaat gruplarına bırakma gafleti uykusundan da acilen uyanmak
zorundadırlar. Yoksa ‘egemenlerinin’ ki gibi kendi gelecekleri de
olmayacak ama nereden bakılsa kendileri daha önce telef olacaklardır.
Dahi Atatürk’ümüzün bütün
öngörülerinin tecelli ettiği ve edeceği bir dünyada yaşadığımızı unutmayarak, yukarda
ki tezimin, bir takım statiksel belgelerle gerekçeli kılınmaya ihtiyacı
olmadığını da biliyorum. İsteyenler, dünya da ki tüm kaynak dağılım’ının, neredeyse
7x24 saat standart tedavül parası Doları basmaktan başka marifeti(!) olmayan
bir ülkenin payına, ne oranda ve ne kadar haksız dağıtıldığını, oturdukları
yerden de, Internet üstünde ki sayısız kaynaktan temin edebileceklerdir nasıl
olsa.
O halde şimdi bir daha soruyoruz. Ölçüyü
böylesine kaçıran ve aynı zamanda da zırvalayan bir ülke’nin gelecek garantisi,
sizce ne kadar güvenceli olabilir acaba. İşte bu soruyu, bugün gençliği zorla yakalandığı
emperyalist hastalığı nedeniyle, kendi geleceğine dair iki yıllık plan dahi
yapamaz hale getirilmiş Amerikan halkları, önce kendilerine sormakla
başlayabilirler mesela.
Başka da bir soruya ihtiyaçları
olduğunu sanmıyorum. Şayet bir an önce uyanabilirlerse, aslında içinde
yaşadığımız cennet olan mavi planetimizin, taşın taş üstünde bırakılmadığı, yeni
bir kan gölüne dönüşmesinin önüne geçerken de, aynı bağlamda tarihten silinmek
yerine, tarih yazabilmek şansına da sahip olabileceklerdir belki de, kimbilir.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder