29 Mayıs 2012 Salı

TARİH YAZABİLMEK ŞANSI VARKEN..

           Yeryüzünde milletiyle egemen sınıflarının en fazla çelişki içinde olduğu, başka bir ifadeyle de toplumsal birliğinin tarihten silinmek bahasına, egemenlerinin menfaatleriyle en fazla çatıştığı tek ülkedir ABD.
            İçinde sayıları gittikçe artan ve Ulusal Güvenlik Birimi yutturmasıyla anılan kurumların mevcudiyetlerinin gerçek nedeni, Amerikan millet’inin - daha doğrusu demokratik(!) ümmetinin - Ulusal güvenliği değil, olsa olsa piramidin tepesinde oturan ve ülkeyi gizlice yöneten, oligark patron ‘para babalarının’, dış dünyanın da haracını yemek adına kurduğu, sivil-askeri Mafya örgütlerinin tetikçiliğidir.
            Bugün yedi milyonun üstünde evsiz ve sayılamayacak kadar çok, her geçen gün de sayıları artan işsizlerin ve paçavra fakirlerinin yoğunlaştığı Amerikada, her yanı sapır sapır dökülen sosyal güvenliği yerine, her yıl bu tetikçi kurumlara ayrılan fonlar ve astronomik silah harcamaları ise, dudak uçuklatmakta ve Amerikan halkları adına yürek sızlatmaktadır.
            Aslında başta CIA, NSA vb. olmak üzere bu kurumların, sözde Amerikan Ulusal(!) güvenliği paravanı arkasında sürdürdükleri asosyal faaliyetleri, ülkelerine sürekli düşman kazandırdığından, kendi ulusal menfaatlerine de aslında ısrarla ama ters orantıda zarar veren bir görünüm arz etmektedir. Yani akıllı teknokrat geçinen ABD, gerçekte sadece kendisini yok etmeye çalışan bir bunalım(!) sorunu yaşamaktadır aslında.
            Ve ne yazık ki egemen azınlığın içinde bulunduğu bu histerik bunalım, bir salgın hastalık gibi Amerikan toplumuna da sirayet ettirilerek(!) toplumu da arkasına almak adına, bir ‘sosyal histeri’ haline getirilmiştir. İşte kendi toplumu adına da en büyük tehlike, tam da bu nokta da yatmaktadır.

            Sömürgelerine de aynı hastalığı bulaştırdıklarını söylemek yanlış olmaz. Hele de bizim bile bu resmi bir yerden tanıdığımızı iddia etmemiz, asla abartı olmayacaktır. Bize bulaşan hastalığın arazlarından da kısa bir örnek vermek gerekirse; yönetimin başında ki oligark kalkıyor, gerçekleri çatır çatır çiğneyip, ülkelerini tarihinin borç batağına getirdiği ve çektiği sıkıntıdan bizar olmuş milletin gözünün içine baka baka, kriz bize teğet geçti diyebiliyor mesela.
            Oysa diğer yanda bakıyoruz, sıkıntıda Yunanistan’ı bile sollamış ve – aynı ağızlara göre, hem de altın çağımızı yaşarken(!) - iflasın eşiğine neredeyse biz gelmişiz. Sokaklar, talebesinden, emeklisine, işçisine, memuruna ve içerde yatan tüm hürriyetleri gasp edilmiş diğer, çoğunluğu da vasıflı vatandaşlarına ve son olarak da kürtaj zorunluluğu(!) olan kadınlarına kadar, haklarını arayan ve figan eden ettikçe de sopa yiyen, biber gazı yutan insan manzaralarıyla dolu.
            İyi ki Yunanistan’ın yerinde değiliz demeye bile dilimiz varmıyor. Zira tam on ikiden vurulup kanlar içinde yatarken ve yok halimizle başımızda ki Amerikan devşirmesi hükümete(!), dolaylı vergiler adı altında ‘HARAÇ’ öderken, nerde kaldı bunun teğeti, yoksa biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz acaba, diye de düşünmeden geçemiyoruz. Yazmaya kalkınca da yamuk üstüne yamuk çıkıyor karşımıza, konu o kadar çok ki, hangi birini yazalım diyoruz.
            Mesela bir örnek daha verirsek; şirket patronu, yöneticisi ve idari personeli bazı dostlarımızdan duyduklarımıza göre, günün en son modası, gerek dolaylı baskı, gerekse açık tehdit yoluyla çeşitli promosyonların, dinsel matbuatın bağış adı altında zorla şirketlerine satılmasıymış. Bu makbuzsuz bağışların – anlam itibarıyla haraçların – miktarları ise, şirket boyutlarıyla artan bir orantı da tutuluyormuş. Ne yani, en azından adil adamlar değil mi(!) Bakalım daha neler duyacağız, göreceğiz..

            Birbirini çağrıştıran bütün bu olaylar, netice itibarıyla basit hadiselermiş gibi görünüyorlar ama arkalarında her biri, romanlık derin hayat trajedileri saklıyor. Tüm bu yamukluğun faillerinin unuttukları ise, sonuçta faturayı kendilerinin yanı sıra, aileleri, çocukları ve tüyü bitmemiş yetimler gibi bütün günahsızların da ödeyeceğidir.
            Bundan çıkardığımız toplam süje ise, bütün bu yamuk işlerin çarpık adamlarının, tek ortak paydası, kendi yere batası egolarından başka hiçbir değer tanımamalarıdır. Yani bu tip insan türünün, her ne kadar aksini iddia etse de, bırakın vatan müktesebatını, ne aile ne de din mefhumu vardır. Bakın şu yakalandığımız Amerikan hummasının bize verdiği ilhamlara, nerelere geldik, üstüne romanlar da yazabilirdik.

            İşte tüm şekilleriyle yedi düvele bulaşıp, zehrini akıtan, bu çirkin kurgusal ve saldırgan yapısıyla ABD, giderek bütün dünyada düşman ilan edilirken sonuçta, tehlikenin büyüklüğünün farkında olmayan ve piramidin eteklerinde, yukardan atılanlarla yaşam mücadelesi verirken, sırtında ki vampire sürekli kanını emdiren Amerikan halklarının ödeyeceği fatura da, diğer taraftan süratle semirmektedir.
            Şimdi Amerikan halkları, dünya mekânını paylaştıkları diğer insanlarla aynı oranda ‘İNSANLAR’ olarak, kendi kaderlerini tayin edebilme özgürlüğüne sahip olma haklarının, bir an önce farkına varmak zorundadırlar. Ve kendi gelecekleri hakkında karar alma yetkisini, kendilerini egemen ilan etmiş menfaat gruplarına bırakma gafleti uykusundan da acilen uyanmak zorundadırlar. Yoksa ‘egemenlerinin’ ki gibi kendi gelecekleri de olmayacak ama nereden bakılsa kendileri daha önce telef olacaklardır.

            Dahi Atatürk’ümüzün bütün öngörülerinin tecelli ettiği ve edeceği bir dünyada yaşadığımızı unutmayarak, yukarda ki tezimin, bir takım statiksel belgelerle gerekçeli kılınmaya ihtiyacı olmadığını da biliyorum. İsteyenler, dünya da ki tüm kaynak dağılım’ının, neredeyse 7x24 saat standart tedavül parası Doları basmaktan başka marifeti(!) olmayan bir ülkenin payına, ne oranda ve ne kadar haksız dağıtıldığını, oturdukları yerden de, Internet üstünde ki sayısız kaynaktan temin edebileceklerdir nasıl olsa.

            O halde şimdi bir daha soruyoruz. Ölçüyü böylesine kaçıran ve aynı zamanda da zırvalayan bir ülke’nin gelecek garantisi, sizce ne kadar güvenceli olabilir acaba. İşte bu soruyu, bugün gençliği zorla yakalandığı emperyalist hastalığı nedeniyle, kendi geleceğine dair iki yıllık plan dahi yapamaz hale getirilmiş Amerikan halkları, önce kendilerine sormakla başlayabilirler mesela.
         Başka da bir soruya ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum. Şayet bir an önce uyanabilirlerse, aslında içinde yaşadığımız cennet olan mavi planetimizin, taşın taş üstünde bırakılmadığı, yeni bir kan gölüne dönüşmesinin önüne geçerken de, aynı bağlamda tarihten silinmek yerine, tarih yazabilmek şansına da sahip olabileceklerdir belki de, kimbilir.

                                                                                                    Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder