24 Mayıs 2012 Perşembe

ÖZGÜR DÜŞÜNCE İNSANI OLABİLMEK..

           Açık olun, dürüst olun kendi yüreğinize de. Ve Homosaphien’in doğduğu günden beri var olan şu soruların, cevaplarını kendi kendinize - ki, o soruları nasıl olsa siz de sormuşsunuzdur -  vermeye çalışın. Nereden geldim, kimim, nereye gidiyorum. İnsanoğlu’nun binlerce yıldır kendi kendisine sorduğu sorulardır bunlar. Ve cevap genel olarak sığınılan(!) bir dini perspektifte, sadece kendini bulacaktır. Bunun lamı cimi yok. Çünkü insanoğlu evren gerçeğiyle yüzleşebilecek kadar yürekli değildir.
            Bir yandan peygamberlik taslarken, diğer yandan devasa kozmos karşısında ki hiçliğinin farkında olduğundan, bu büyük korkusunun kendi kâbusu olmasının önüne geçemeyeceğini de iyi bilir. İşte sadece bu neden bile, Tanrı, peygamber ve din üçlüsünün arkasında kendi kurtuluşunu aramasının göstergesidir.
            Ne var ki işin bu tarafı da, iblis’in bir yerlerden mutlaka akrabası(!) olan TİCARET erbabı tarafından, Musa’dan bugüne, binlerce yıldır salgıladığı, skolâstik afyon lokumları yutturarak, sürekli uyuyan toplumlar yaratan usaresi nedeniyle, ustaca, sinsice kullanılmış ve kullanılmaktadır.
            Dünya genelinde insanoğlu’nun bilerek veya bilmeyerek verdiği bütün savaşlar, uğraşlar, mücadeleler, çektiği işkenceler, siyasetler, ekonomiler ve sistem kargaşaları, adına her ne diyorsanız, işte hep bu ikilem yani DİN ve TİCARET rabıtası yüzündendir. Dikkat ettiyseniz,  nerede sol kaynaklı bir sosyal uyarlama yapılacak olursa, orada önce tüccar’ın sözcülüğünü yapan bir din adamı biter ve olayı önce himayesine(!) alır. Bu ikisi kankadır(!) da aynı zamanda ve her fırsatta da birbirlerini ağırlarlar. Birbirlerinin yediğinden yer ama ne hikmetse içtiğinden içmezler her zaman.

            Bırakalım, Ortodoks, Hıristiyan oyunlarını sahiplerine ama bize nasıl bulaştıklarına bir göz atalım isterseniz. Yakın zamanlarda dinler diyaloğu masalını hep birlikte dinlemedik mi? Aslında bu diyalog şarlatanlığı, bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmaktan başka bir anlamı olmayan ‘misyoner’ sahtekârlığından ayrı bir şey değildi. Bugün yurdumuzu paralamak adına özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da faaliyette bulunan, asılları ‘Hıristiyan Misyoneri’ olan sahte İmamlar, sahte Pontuscular, Hıristiyan/Ortodoks sahte Kürtler vb. zehirlerini boşaltmaya odaklanmış karışık türler saymakla bitmez.
            Bunlardan birisi de Amerikada Vatikan projesi ve direktifleriyle peygamberler üstü bir görevle(!), geleceğin ‘Yumuşak İslamın’ı – bu neyin İslam’ıysa - hazırlıyor. İncil kaynaklı Kuran yeniden yazılıyor, Hz. Muhammedin tasfiye edileceği ve gelecek nesillerin Hz. Muhammedi peygamber tanımayacağı yeni bir İslam(!) modeli oluşturuluyor. Bizim Vatikan İmamı ise cemaatini ha babam yeni İslami(!) düzene hazırlıyor. Bu bağlamda da, fakir çocuklarını adam etme(!) masallarıyla, dindar ve talihsiz vatandaşlardan, ha babam makbuzsuz bağışlar toplanmaya devam ediliyor. O halde hoş gelsin yeni İslam, vatana ve cemaatlerine hayırlar(!) getirsin, başka da ne denir ki böylelerine.
            Ayrıca madalyonun diğer tarafında ki çok sevdiğiniz(!) Ergenekon ve emsali sanal, dijital ‘erdem karalama’ grafiklerine ve sokak eşkıyaları tarafından darp edilen bizim Adalet Hanım’ın ağlanacak durumlarına ise ayrı trajik sahneler açılıyor. İnanın kalemim bu konulara dokunurken bile kahroluyor. Şu üç satırı bile zorlukla ve istemeden yazabildim. Ne ki, hesap günleri yaklaşırken de, nihai buluşmanın yakıcı özlemi, Kuvayi Milliye ruhunu, her geçen gün daha da bir ısıtıyor. Diğer taraftan da her bir dram sahnesi, kendi adına yeni bir ‘İstiklal Mahkemesi’ davası haline geliyor.

            Ha bir de ne var, anlaşılan herkes kendi cemaatine göre dini kabul ediyor. Nerde kaldı o zaman Allah, peygamber, din, iman diye sormazlar mı adama. Hadi canım komik olmayın, bırakın da şu ucube İslam cadısı maskenizi, daha fazla güldürmeyin insanı bari.
            İşte küreselcilik denen olgu aslında tek bir dine abanacak, hepsinin üstünde MONOPOL oluşturacak ve hepsini bir arada sömürecek böyle bir şeydir. Yani önce Tekel’i kur sonra da yat uzan para kazan. Ya da ömür boyu karşılıksız gelir, bunu adama ancak kerizler verir misali. Bu zehirli sosu da bugüne kadar kanlarını hep emdikleri dindarların(!) nasıl olsa her zaman ki gibi yine yutacaklarını biliyorlar ama Ateistler(!) yutmuyor işte. Gel de dövme adamları şimdi(!) Din tüccarlarının ekmeğine nasıl da taş atıyorlar(!)
           
            Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve ikisini birden yok farz edin. Nasıl üstünüzden bir yük kalktığını hissetiniz birden değil mi? İşte aynen de böyledir. Sakın ola tüccarsız ve İmamsız yaşanmaz, peygamber de tüccardı deme saflığında da bulunmayın lütfen. Hele bir de, yalakalaşan çoğunluklu gazete yazarının başlarında, serbest tüccar patronları olmasaydı, basın ciddiyeti ve bağımsızlığı bugün yurdumuzda, hiç böyle ayağa düşer ve işporta pazarı veya Las Vegas edebiyatına dönüşebilirmiydi acaba.
            Şimdi bize düşüncelerimizden dolayı giydirilecek Ateist(!) kılıfının da hemen hazır durduğunu biliyoruz. Olsun ziyan yok, bir eksik veya fazla fark etmez, bir şeyi daha biliyoruz ki, şayet dünya yüzünde ki insanların sadece yüzde biri, bırakalım felsefi terminolojiyi, açık ve basit Türkçe ile ‘özgür düşünceli’ olabilseydi, insanoğlu en akıllı canlı olarak hak ettiği saygınlığı çoktan kazanmış olacaktı. Hadi bakalım o zaman kolay gelsin, demek ki önce özgür ve bağımsız düşence sahibi olmak gerekiyormuş.

            Binlerce yıldır bu saygıyı da boşuna arayıp durmaktadır. Ne var ki, ‘özgür düşünce’ sahibi olabilmek her şeyden önce kendisine karşı dürüst ve yürekli olmayı gerektirir. Bu bağlamda esasen bütün yürekli adamlar, kendilerine karşı da dürüsttürler. Bunların en haşmetlisini de yakın Cumhuriyet tarihimizin banisi, Mustafa Kemal örneğiyle tanımadık mı?
            Ve ne yazık ki insanoğlu’nun büyük çoğunluğu, bu ‘yüreklilik erdeminden’ yoksundur, yani ürkek ceylanlar gibi hep yoldan kaçarak, adaletsize bulaşmamayı, kolay olanı elde etmeyi ve zahmetsiz yaşamayı tercih ederler. Bu yüzden de biat etmeye hazır ve alışkındırlar. Dolayısıyla da yukarda ki ikilem’in kaymağını yiyenler için de, her zaman en kolay avlar olmaktan kurtulamazlar.

            İşte bu yüzden de değilmidir? Kemalizm ile böyle acınası insan panaromasının(!) uyuşmaması meselesi. Pekiyi biz hangi insan katmanıyla İstiklal harbini kazanıp, özgür ve laik Türkiye Cumhuriyetini kurduk acaba. İşte bu fark ne kadar açık ve seçik ortada duruyor ve hepimize de nasıl tepeden bakarak sırıtıyor,  sanki bizimle dalga geçiyor, bilmem farkediyormusunuz? Bilhassa da bugünlerin Sultan - Paşaları, ne diyorlar, nasıl buyuruyorlar bu fark(!) meselesine acaba.

                                                                                                         Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder