Bir yandan peygamberlik taslarken,
diğer yandan devasa kozmos karşısında ki hiçliğinin farkında olduğundan, bu büyük
korkusunun kendi kâbusu olmasının önüne geçemeyeceğini de iyi bilir. İşte
sadece bu neden bile, Tanrı, peygamber ve din üçlüsünün arkasında kendi
kurtuluşunu aramasının göstergesidir.
Ne var ki işin bu tarafı da,
iblis’in bir yerlerden mutlaka akrabası(!) olan TİCARET
erbabı tarafından, Musa’dan bugüne, binlerce yıldır salgıladığı, skolâstik afyon
lokumları yutturarak, sürekli uyuyan toplumlar yaratan usaresi nedeniyle,
ustaca, sinsice kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Dünya genelinde insanoğlu’nun
bilerek veya bilmeyerek verdiği bütün savaşlar, uğraşlar, mücadeleler, çektiği
işkenceler, siyasetler, ekonomiler ve sistem kargaşaları, adına her ne
diyorsanız, işte hep bu ikilem yani DİN ve TİCARET rabıtası yüzündendir. Dikkat ettiyseniz, nerede sol kaynaklı bir sosyal uyarlama
yapılacak olursa, orada önce tüccar’ın sözcülüğünü yapan bir din adamı biter ve
olayı önce himayesine(!) alır. Bu ikisi kankadır(!) da aynı zamanda ve her
fırsatta da birbirlerini ağırlarlar. Birbirlerinin yediğinden yer ama ne
hikmetse içtiğinden içmezler her zaman.
Bırakalım, Ortodoks, Hıristiyan
oyunlarını sahiplerine ama bize nasıl bulaştıklarına bir göz atalım isterseniz.
Yakın zamanlarda dinler diyaloğu masalını hep birlikte dinlemedik mi? Aslında
bu diyalog şarlatanlığı, bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmaktan başka bir anlamı
olmayan ‘misyoner’ sahtekârlığından ayrı bir şey değildi. Bugün yurdumuzu
paralamak adına özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da faaliyette bulunan,
asılları ‘Hıristiyan Misyoneri’ olan sahte İmamlar, sahte Pontuscular, Hıristiyan/Ortodoks
sahte Kürtler vb. zehirlerini boşaltmaya odaklanmış karışık türler saymakla
bitmez.
Bunlardan birisi de Amerikada
Vatikan projesi ve direktifleriyle peygamberler üstü bir görevle(!), geleceğin
‘Yumuşak İslamın’ı – bu neyin İslam’ıysa -
hazırlıyor. İncil kaynaklı Kuran yeniden yazılıyor, Hz. Muhammedin tasfiye
edileceği ve gelecek nesillerin Hz. Muhammedi peygamber tanımayacağı yeni bir
İslam(!) modeli oluşturuluyor. Bizim Vatikan İmamı ise cemaatini ha babam yeni
İslami(!) düzene hazırlıyor. Bu bağlamda da, fakir çocuklarını adam etme(!)
masallarıyla, dindar ve talihsiz vatandaşlardan, ha babam makbuzsuz bağışlar
toplanmaya devam ediliyor. O halde hoş gelsin yeni İslam, vatana ve cemaatlerine
hayırlar(!) getirsin, başka da ne denir ki böylelerine.
Ayrıca madalyonun diğer tarafında ki
çok sevdiğiniz(!) Ergenekon ve emsali sanal, dijital ‘erdem karalama’ grafiklerine
ve sokak eşkıyaları tarafından darp edilen bizim Adalet Hanım’ın ağlanacak
durumlarına ise ayrı trajik sahneler açılıyor. İnanın kalemim bu konulara dokunurken
bile kahroluyor. Şu üç satırı bile zorlukla ve istemeden yazabildim. Ne ki, hesap
günleri yaklaşırken de, nihai buluşmanın yakıcı özlemi, Kuvayi Milliye ruhunu, her
geçen gün daha da bir ısıtıyor. Diğer taraftan da her bir dram sahnesi, kendi
adına yeni bir ‘İstiklal Mahkemesi’ davası haline geliyor.
Ha bir de ne var, anlaşılan herkes
kendi cemaatine göre dini kabul ediyor. Nerde kaldı o zaman Allah, peygamber,
din, iman diye sormazlar mı adama. Hadi canım komik olmayın, bırakın da şu ucube
İslam cadısı maskenizi, daha fazla güldürmeyin insanı bari.
İşte küreselcilik denen olgu aslında
tek bir dine abanacak, hepsinin üstünde MONOPOL
oluşturacak ve hepsini bir arada sömürecek böyle bir şeydir. Yani önce Tekel’i kur
sonra da yat uzan para kazan. Ya da ömür boyu karşılıksız gelir, bunu adama ancak
kerizler verir misali. Bu zehirli sosu da bugüne kadar kanlarını hep emdikleri dindarların(!)
nasıl olsa her zaman ki gibi yine yutacaklarını biliyorlar ama Ateistler(!) yutmuyor
işte. Gel de dövme adamları şimdi(!) Din tüccarlarının ekmeğine
nasıl da taş atıyorlar(!)
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve
ikisini birden yok farz edin. Nasıl üstünüzden bir yük kalktığını hissetiniz
birden değil mi? İşte aynen de böyledir. Sakın ola tüccarsız ve İmamsız
yaşanmaz, peygamber de tüccardı deme saflığında da bulunmayın lütfen. Hele bir
de, yalakalaşan çoğunluklu gazete yazarının başlarında, serbest tüccar patronları
olmasaydı, basın ciddiyeti ve bağımsızlığı bugün yurdumuzda, hiç böyle ayağa
düşer ve işporta pazarı veya Las Vegas edebiyatına dönüşebilirmiydi acaba.
Şimdi bize düşüncelerimizden dolayı
giydirilecek Ateist(!) kılıfının da hemen hazır durduğunu biliyoruz. Olsun
ziyan yok, bir eksik veya fazla fark etmez, bir şeyi daha biliyoruz ki, şayet
dünya yüzünde ki insanların sadece yüzde biri, bırakalım felsefi terminolojiyi,
açık ve basit Türkçe ile ‘özgür düşünceli’ olabilseydi, insanoğlu en
akıllı canlı olarak hak ettiği saygınlığı çoktan kazanmış olacaktı. Hadi
bakalım o zaman kolay gelsin, demek ki önce özgür ve bağımsız düşence sahibi
olmak gerekiyormuş.
Binlerce yıldır bu saygıyı da boşuna
arayıp durmaktadır. Ne var ki, ‘özgür düşünce’ sahibi olabilmek her şeyden önce
kendisine karşı dürüst ve yürekli olmayı gerektirir. Bu bağlamda esasen bütün
yürekli adamlar, kendilerine karşı da dürüsttürler. Bunların en haşmetlisini de
yakın Cumhuriyet tarihimizin banisi, Mustafa Kemal örneğiyle tanımadık mı?
Ve ne yazık ki insanoğlu’nun büyük çoğunluğu,
bu ‘yüreklilik erdeminden’ yoksundur, yani ürkek ceylanlar gibi hep yoldan
kaçarak, adaletsize bulaşmamayı, kolay olanı elde etmeyi ve zahmetsiz yaşamayı tercih
ederler. Bu yüzden de biat etmeye hazır ve alışkındırlar. Dolayısıyla da
yukarda ki ikilem’in kaymağını yiyenler için de, her zaman en kolay avlar
olmaktan kurtulamazlar.
İşte bu yüzden de değilmidir? Kemalizm ile böyle
acınası insan panaromasının(!) uyuşmaması meselesi. Pekiyi biz hangi insan
katmanıyla İstiklal harbini kazanıp, özgür ve laik Türkiye Cumhuriyetini kurduk
acaba. İşte bu fark ne kadar açık ve seçik ortada duruyor ve hepimize de
nasıl tepeden bakarak sırıtıyor, sanki
bizimle dalga geçiyor, bilmem farkediyormusunuz? Bilhassa da bugünlerin Sultan -
Paşaları, ne diyorlar, nasıl buyuruyorlar bu fark(!) meselesine acaba.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder