9 Mayıs 2012 Çarşamba

GÖKLERE TARLALARDAN GİDİLİR..

            Kılıç kalkan oyunları çoktan bitti artık. İstikbal göklerdedir demişti ve konvansiyonel savaşların ilerde sona ereceğini, askerinin yetmediği siperlere, şapkalı soba borularını diken dahi Mustafa Kemal, daha İstiklal harbi başlarında biliyordu. İyi de,  gökyüzüne çıkabilmek için ilk önce ümmetlikten terfi edip BİREY olmak, vatan toprağına sağlam basmak, üstünde özgür başı yukarıda dimdik durmak, özgün vicdan hürriyeti ve BİLİM’i de arkasına almak, ilk olarak da köylüsünü eğitmek – köy enstitüleri açmak - kılıcı bırakıp sabanı ele alarak vatan toprağını işlemek zorunda olduğunun da bilincindeydi aynı zamanda yüce Atatürk.
            Bütün bu çağdaş yaşam statüsünü ve üstüne 600 yılda yapılamayan, dünyanın hayranlıkla izlediği Türk Ekonomi Mucizesini, kısa ömrüne sığdırabilen, bu yüce onuru milletine bizatihi olarak bahşeden ve emsali olmayan yaşayan bir belgeseldi kendisi, ayni bağlamda. Yani bütün zaferlerin olmazsa olmazı, her şeyden önce misak ı milli ve vatan müktesebatıydı onun için. Şimdi başımızdakiler ve onların hempaları, yalaka ve yandaşları olan anti Türklerin dışında, bu gerçeklere hayır diyebilecek aklı başında bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı varmıdır acep bu ülkede. 

            Ayakların, omurgan bile olmazsa, yine de kafanı dik tutabilmeyi bileceksin, eğer kafan da yoksa o zaman da sana toptan geçmiş olsun zaten. Şimdi geliverdi birden aklıma, Big Bang’in babası evrenbilimci Hawking, adamcağız 21 yaşında yakalandığı çok ender bir sinir hastalığı (ALS) nedeniyle tamamen sandalyeye mahkûm felçli ama ağzıyla bilgisayarından bilimsel mucizelere imza atıyor ve doğuştan dik durmaya alışık, hastalığının bile etkileyemediği öyle de bir kelle(!) sahibi işte.
            Demek ki bu da yetiyormuş, şayet kişinin özünde BİLİMSELLİK yatıyorsa. Çünkü start bekleyen ve yerinde duramayan safkan yarış atı gibi olan BİLİM, aynı zamanda Stephen Hawking gibi sentez adamlarının jokeyliğiyle, yarışı kazanıp kendini ispat eden belgeseller dizesi değilmidir aslında.

            Emekleme dönemini arkasında bıraktıktan, sırasıyla ateşi ve tekerleği bulduktan sonra, önce doğasını keşfedip, şimdilerde de güneş sistemini, araştırmakta olan Homosaphien, önünde ki yüzyıllarda da, içinde bulunduğu Samanyolundan başlamak üzere, diğer galaksileri de ancak BİLİM’in ışığında fethedebilecektir. Bunu söylemek, düz mantığa göre nasıl bilim kurgu yapmak değilse, kabul etmemek de ters orantıda ilkellik ve bağnazlık olacaktır.
            Şimdi birileri de kalkıp, bunlar da Kuran’da yazıyor(!) demeye kalkmasın lütfen. O zaman da, 2000 yıllık İncilin bile 4000 den fazla tefsiri olduğuna göre, hangi Kuran diye sorgulama hakkı doğmaz mı aklı başında ki insanoğluna. Sosyo-ekonomik her dönem ve mekânda, kendi ihtiyacına göre yeni bir tefsir yaratıvermiş şu bizim meşhur ve yüzyılların eskitemediği din taciri(!) anlaşılan.           

            Yularını ellerinde tuttukları yargıya, ‘cadı avı yapılmasın’ erdemliliğinin(!) tavsiyesinde bulunanlar, ne var ki 21’ci yüzyılın bizatihen gerçek cadıları olduklarını görebilme erdemliliğinden yoksunlar. Ki ne olmuştu o dönemlerde. Bütün hak ve adalet arayan aydınlar, tüm özgün inançlarını savunan sıradan insanlar, savları işlerine gelmeyen dönemin kilise ve yönetici asilleri tarafından dışlanarak tutuklanmış, ağır - ki en hafifi bile 18 yaş sınırı gerektiren pembe diziler gibi algılanan - Engizisyon cezalarına çarptırılmışlardı.
            Kadınlı, erkekli, hatta çocuk yaşlarda ki, tüm cadı diye tutuklananlar, dönem ve mekânlarının aslında en aydınlık insanlarıydılar. Tıpkı bizim Ergenekoncu ve Silivri Karacaoğlanları gibi. Başbakan’ın bu tabiri de bilerek kullanmadığı ortada, yoksa kendi aydınlık(!) kimliği de gündeme oturacağından, bir yerlerden duyduğu(!) bu lafı asla kullanmazdı. Ne var ki, her zaman ki gibi yine kendisini bacağından vurdu ve bir kere daha kendisini yurdumun vasıfsız acemiler mangasına endeksledi, acilen geçmiş olsun.

            Şimdi Başbakana da bazı tavsiyelerde bulunmak, farz oldu bize artık. Sayın Başbakan, Cadı avının gerekçesini bir araştır, dönemi ve aslında kendileri kara cadı olanların hazin sonunu bir öğreniver. Bunu yaparken de kendi geleceğine de empati kur. İtme dürtme ile bir yere varılamayacağını, elin hamuruyla uzun vadede ekmek açılamayacağını düşün ve tarih dersine çalışmayı sakın ihmal etme. Denenmişleri bırak, bırak ki,  Amerikan balonuyla Türkeline inişin gibi, gidişin de kapak(!) olsun.
            Türkçemiz güzeldir ama doğru ve yerinde kullanıldığında, her duyulan bilinçsizce savrulursa, insanı da acınası durumlara düşüren bir haşmetli dildir de ayni zamanda. Kocamaan bir Başbakana ya da, Sultan-Başbakana(!) – bu tanımlama da yenidir, işte sana bir tüyo daha - nasihatlerimi iletirken, inan ki içim sızlıyor, üzülüyorum ama ne yaparsın, bizi bu noktaya getiren kaderin utansın. Senin hükümet başı olduğun bu mekânda, beni hem de sayende intibaksız(!) ikinci sınıf vatandaş emeklisi yapan kendi kederime ise, lanet okuduğuma inanabilirsin.

            Diğer yanda ilkel çağların da gerisinde kalmış, - hadi o dönemlerin skolâstik nedenleri(!) vardı - bir adım ileriye doğru ayıp olmasın diye kımıldarken, iki adım geriye sıçrayarak ilerlediğini iddia edenlerle uğraş dur sen hala. Devrini çoktan kapamış o âdemoğullarıyla, bugün bizi de hala ve maalesef yakinen alakadar eden bazı kellelerin(!) sahipleri arasında, acaba bir fark görebiliyormusunuz? Okültik kafalara meram anlatmaya, nafile uğraşlar ver dur sen habire, oysa deveye hendek atlamayı öğretsen, daha anlamlı, daha faydalı, en azından da - deve bile bir kere öğrendiğini unutmayacağından - kalıcı olurdu.

§  Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz. Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast olan ve Wilson prensiplerine dayanan bir Ateşkes Anlaşması`nın, milleti savunma imkânlarından yoksun bırakmış olmasından doğan bir hileye de dayanmış olması bakımından, ilgili milletlerin şeref ve haysiyetleriyle de bağdaşmayan bu hareketin ne demek olduğunun takdirini, resmi Avrupa ve Amerika`nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika`sının* vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihi sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz. Davamızın haklılık ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı`dan sonra en büyük yardımcımızdır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Hey`et-i Temsiliyesi adına
(Mustafa Kemal – Nutuk)
           
            Biz bunları söylerken de, en az Atatürk kadar pozitivist ve optimist olduğumuzu, zaten saklamıyoruz ki. Şimdi her zamankinden de fazla ihtiyacımız olan Kuvayi Milliye ruhumuz, ‘Atatürk bilimselliğinden’ almak zorunda olduğumuz bu kavramların ışığının, erişmediği bir ortamda asla yeşeremezdi ki 600 yılda yeşeremediği gibi. İşte sömürgeciler ve onların içimizde ki Truva atları olan anti Türkler, şimdi tam da bu gerçeğe oynamıyorlar mı esasen.

                                                                                                          Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder