Ben bütün olumsuzluklara rağmen,
aklını başında tutmaya azami gayret gösteren ve vatandaşlık sorumluluğunun
bilincinde olduğunu iddia edebilecek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından
birisi olarak, kendi adıma samimiyetimle itiraf edeyim ki, benim ahlak balansım
bozuldu. Bilumum ahlaksızlığın, hırsızlığın, riya, yalancılık ve sahtekârlığın
prim yaptığı ve neredeyse – ki ramak kaldı – kadim ahlak’ın yerini aldığı
böylesi bir ortam da, günde en az üç öğün küfür sallamadan edemiyorum mesela,
ilaç gibi de geliyor mübarek. Hele birilerini de ekranda dinlemek zorunda
kalınca, deme gitsin.
‘Küfür ruhun gıdasıdır’ diye boşuna
dememişler büyüklerimiz. Almanların bile ‘Schimpfen
ist der Stuhlgang der Seele’ yani ‘küfür ruhun abdestidir’ diye
çok meşhur bir atasözleri vardır. Ki ikisi de kabul edilebilir. Şimdi neden,
niçin, nasıl’ı, siyasetçilerden, yazarlardan oluşan bazı meşhur uzmanlarımıza(!)
bırakalım. Çünkü onların tuzu kuru, ağızlarından, kalemlerinden çıkan her
‘safsata’ için bir bedel ödeniyor nasıl olsa. Şayet derdinizin onların bir
taraflarını gerdiğini düşünüyorsanız, size kolay gelsin o
halde.
Biz kendi kendimize yanıp sönüyor,
Çerkez kızının dediği gibi de, ‘kendi kendimizi everiyoruz’. Mademki böyle,
bizde kendi gözlüğümüzle bakalım, ahlak balansımızı bozan nedenlere o
zaman.
Kendi adıma, intibaksız(!)
bir emekliyim. 2000 yılı öncesi emeklileri için intibak uyarlaması adına,
köpeğin bile önüne atarken insanın kendisini sorgulaması gereken kırıntıları,
oysa sadaka değil hakkı olanı bekleyen, liyakat sahibi emekliye, lütfen
bağışlarken bile yüzleri kızarmayanlara tahammül edebilmek, yeterli neden
değil mi?
Her vatandaşın olmazsa olmaz ödeme
aracı haline gelmiş banka kredi kartlarına, yok halleriyle, yüksek yargı
kararlarına rağmen hala ücret ödemek zorunda kalmasına neden demeyelim
mi?
Evlere şenlik durumuna dönüştürülmüş
‘sosyal sağlık haklarımızı’ kullanmak zorunda kalabileceğimiz aklımıza
geldiğinde, finansal yükün altından nasıl kalkabileceğimiz düşüncesi,
uykularımızı kâbuslara dönüştürürken, nedenleri kuş kafeslerinde mi
arayalım.
Devlet adıyla alınan ve adına vergi
denen, gerçekte ise bizden devlet eliyle GASP edilenleri de düştükten sonra,
elimizde kalanlarla yaşamaya çalışmanın, hatta fatura korkusundan nerdeyse
evimizde, bırakın ısınmak için klima çalıştırmayı, geceleri bile mum yakarak
oturmayı düşündüğümüz, çağdaş yaşamımızı hangi neden’e
ambalajlayalım.
Tarihinin yazmadığı büyük dış
ticaret açığı nedeniyle, Gayrisafi Milli Hâsılanın eksi bakiye verdiği, çağdaş
bir Cumhuriyetin vatandaşı olmanın azabı, bir neden olmaz da kimin ki
olur.
Vatandaşın vatandaşa kırdırıldığı
bir ülkenin, her aklı başında vatandaşının, üzüntü, endişe ve aile bireyleri
adına istikbal kaygusu taşıması, neden değildir de kimin ki neden olur.
Kendimizden geçtik de,
torunlarımızın eğitim, aile, sağlık ve sosyo ekonomik geleceklerini ihtiva
edecek, kendi vatanlarında birey olabilme tahakkuklarını analiz
ettiğimizde, ağlamaklı olduğumuzun farkında olmak, yeterli bir neden olmuyor
mu?
Sapına kadar adam evladı doğmuş ve
sonlarına kadar da kalarak hayata gözünü kapamış büyüklerimizin, büyük
uğraşlarla, asil kanları bahasına sahip oldukları ve alınlarının akıyla da bize
emanet ettikleri bütün kazanımların, tekrar sorgulandığı duruma sadece
izleyici kalmamız, yeterinden bile fazla bir neden olmasın mı
acaba?
Üstüne küreselci eşkıya köpekliğine
soyunup, binlerce yıllık komşularımıza bile şarlamaya ve yok pahasına yurdumuzu
ateşe atmaya kalkanlara ümmet olma bilincini, bu çağda bile hala sorgulamak
zorunda kalmak, neden değil de nedir.
Görüldüğü üzere dün ne dediysek yine
o! Zikre değer fazla bir değişiklik de yok bana göre. Çünkü ülke ekonomisini
sırtında taşıyan gerçek vatandaşların günceli bu. Adamlar sayfalarla neyi
analiz ederler bilinmez. Herhalde, suyun başını tuttukları için, düzenleri
bozulmasın diye, bilmeceyi iyice içinden çıkılmaz hale getirmekten başka da bir
uğraşları olmadığı anlaşılıyor. Çünkü işleri bu, bundan besleniyorlar diyelim ve
geçelim en iyisi. Fazla da ciddiye almaya gerek yok onları. Zira ne kadar
çözülemezse, sorun da o kadar yaşar, suları da o kadar akar. İşte bunu çok iyi
biliyorlar, oyunlarına da gelmeyelim yeter ki.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder