10 Mart 2012 Cumartesi

AHLAK BALANSIMIZ

            Vatandaşlık payitahtımız dediğimiz vatanımız, amuda kalkmış, kafasının üzerine çakılmamak için titreyen kolları üstünde, nereye devrileceğini bile göremeyen ve sadece devrilmeme mücadelesi içinde çaresiz bir adam konumuna düşürüldü ne yazık ki. Bizlerse bu durumun, ‘ahlak balansı’ dumuruna uğrattığı bireyleriyiz. Bu tabir iddialı olduğu kadar, frenleri patlamış ve yokuş aşağı hızla yuvarlanan ‘tramvay Demokrasimize’ de cuk oturan bir keyfiyeti yansıtıyor maalesef.
            Ben bütün olumsuzluklara rağmen, aklını başında tutmaya azami gayret gösteren ve vatandaşlık sorumluluğunun bilincinde olduğunu iddia edebilecek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından birisi olarak, kendi adıma samimiyetimle itiraf edeyim ki, benim ahlak balansım bozuldu. Bilumum ahlaksızlığın, hırsızlığın, riya, yalancılık ve sahtekârlığın prim yaptığı ve neredeyse – ki ramak kaldı – kadim ahlak’ın yerini aldığı böylesi bir ortam da, günde en az üç öğün küfür sallamadan edemiyorum mesela, ilaç gibi de geliyor mübarek. Hele birilerini de ekranda dinlemek zorunda kalınca, deme gitsin.
            ‘Küfür ruhun gıdasıdır’ diye boşuna dememişler büyüklerimiz. Almanların bile ‘Schimpfen ist der Stuhlgang der Seele’ yani ‘küfür ruhun abdestidir’ diye çok meşhur bir atasözleri vardır. Ki ikisi de kabul edilebilir. Şimdi neden, niçin, nasıl’ı, siyasetçilerden, yazarlardan oluşan bazı meşhur uzmanlarımıza(!) bırakalım. Çünkü onların tuzu kuru, ağızlarından, kalemlerinden çıkan her ‘safsata’ için bir bedel ödeniyor nasıl olsa. Şayet derdinizin onların bir taraflarını gerdiğini düşünüyorsanız, size kolay gelsin o halde.

            Biz kendi kendimize yanıp sönüyor, Çerkez kızının dediği gibi de, ‘kendi kendimizi everiyoruz’. Mademki böyle, bizde kendi gözlüğümüzle bakalım, ahlak balansımızı bozan nedenlere o zaman.

            Kendi adıma, intibaksız(!) bir emekliyim. 2000 yılı öncesi emeklileri için intibak uyarlaması adına, köpeğin bile önüne atarken insanın kendisini sorgulaması gereken kırıntıları, oysa sadaka değil hakkı olanı bekleyen, liyakat sahibi emekliye, lütfen bağışlarken bile yüzleri kızarmayanlara tahammül edebilmek, yeterli neden değil mi?
            Her vatandaşın olmazsa olmaz ödeme aracı haline gelmiş banka kredi kartlarına, yok halleriyle, yüksek yargı kararlarına rağmen hala ücret ödemek zorunda kalmasına neden demeyelim mi?
            Evlere şenlik durumuna dönüştürülmüş ‘sosyal sağlık haklarımızı’ kullanmak zorunda kalabileceğimiz aklımıza geldiğinde, finansal yükün altından nasıl kalkabileceğimiz düşüncesi, uykularımızı kâbuslara dönüştürürken, nedenleri kuş kafeslerinde mi arayalım.
            Devlet adıyla alınan ve adına vergi denen, gerçekte ise bizden devlet eliyle GASP edilenleri de düştükten sonra, elimizde kalanlarla yaşamaya çalışmanın, hatta fatura korkusundan nerdeyse evimizde, bırakın ısınmak için klima çalıştırmayı, geceleri bile mum yakarak oturmayı düşündüğümüz, çağdaş yaşamımızı hangi neden’e ambalajlayalım.
            Tarihinin yazmadığı büyük dış ticaret açığı nedeniyle, Gayrisafi Milli Hâsılanın eksi bakiye verdiği, çağdaş bir Cumhuriyetin vatandaşı olmanın azabı, bir neden olmaz da kimin ki olur.
            Vatandaşın vatandaşa kırdırıldığı bir ülkenin, her aklı başında vatandaşının, üzüntü, endişe ve aile bireyleri adına istikbal kaygusu taşıması, neden değildir de kimin ki neden olur.   
            Kendimizden geçtik de, torunlarımızın eğitim, aile, sağlık ve sosyo ekonomik geleceklerini ihtiva edecek, kendi vatanlarında birey olabilme tahakkuklarını analiz ettiğimizde, ağlamaklı olduğumuzun farkında olmak, yeterli bir neden olmuyor mu?
            Sapına kadar adam evladı doğmuş ve sonlarına kadar da kalarak hayata gözünü kapamış büyüklerimizin, büyük uğraşlarla, asil kanları bahasına sahip oldukları ve alınlarının akıyla da bize emanet ettikleri bütün kazanımların, tekrar sorgulandığı duruma sadece izleyici kalmamız, yeterinden bile fazla bir neden olmasın mı acaba?
            Üstüne küreselci eşkıya köpekliğine soyunup, binlerce yıllık komşularımıza bile şarlamaya ve yok pahasına yurdumuzu ateşe atmaya kalkanlara ümmet olma bilincini, bu çağda bile hala sorgulamak zorunda kalmak, neden değil de nedir.

            Görüldüğü üzere dün ne dediysek yine o! Zikre değer fazla bir değişiklik de yok bana göre. Çünkü ülke ekonomisini sırtında taşıyan gerçek vatandaşların günceli bu. Adamlar sayfalarla neyi analiz ederler bilinmez. Herhalde, suyun başını tuttukları için, düzenleri bozulmasın diye, bilmeceyi iyice içinden çıkılmaz hale getirmekten başka da bir uğraşları olmadığı anlaşılıyor. Çünkü işleri bu, bundan besleniyorlar diyelim ve geçelim en iyisi. Fazla da ciddiye almaya gerek yok onları. Zira ne kadar çözülemezse, sorun da o kadar yaşar, suları da o kadar akar. İşte bunu çok iyi biliyorlar, oyunlarına da gelmeyelim yeter ki.

                                                                                                          Serendip Altındal

             
           
           
           
             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder