5 Ocak 2012 Perşembe

TÜRK DEVRİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..

            Çanakkale Zaferi olmasaydı, Bolşevik İhtilali de olmayacak, o olmayınca da Sovyet Rusya bir dünya devi olamayacaktı. Çarlık Rusya’nın feodal yapısı altında, Asyanın sıradan kalkınma mücadelesi veren mütevazı devletlerinden birisi ve tarih sahnesinde de figüran olarak kalacaktı sadece. 1917 Bolşevik Devriminin, Atatürk’ün 1915 Çanakkale Zaferinden hemen sonra ki iki yıl içinde gelmesi, asla bir tesadüf değildir.
Çünkü ‘Çanakkale geçilmez’ olduğu için, İngiliz ve Fransızlar Rusya’ya sarkamamış, Çarlık Rusyası da emperyalist dünyadan himaye alamadığından, Çarlık daha 1915 de yani hemen zaferden sonra kaybetmişti aslında. İşte Lenin ve Bolşevikleri de bu fırsatı kaçırmayıp, iki yıl içinde bütün hazırlıklarını bitirerek, 1917 de Batının kaderine terk ettiği çarlığı kolayca deviriverdiler.
            Sovyet Ruslar Mustafa Kemal’e medyunu şükran oldukları, onun da kendi pozitivist devrim ilkeleriyle bir hayli örtüşen Sosyalizm’e sıcak bakmasına rağmen, Bolşevizm Anadolu’da, tek ortak payda olan emperyalizme karşı duruş olmaktan öteye geçememiştir. Atatürk Bolşeviklerle ittifak yapmasına rağmen, Bolşevizm’e bir Parti Devrimi olması nedeniyle karşıydı. Tarih, onu bütün tespitlerinde olduğu gibi bu görüşünde de haklı çıkarmıştır.
            Atatürk Amerikan meselesinde ki, hepside o günler için doğru olan tespitlerin dışında ve Amerikan’ın gerçek kimliği de henüz bugünkü noktada olmadığından, bu bağlamda başka da bir yorumda bulunmamıştır. Şayet bugünleri görebilseydi, kendi kişiliğiyle Amerika’ya nasıl bir tavır sergileyeceğini tahmin etmek, Mustafa Kemal’i anlayabilenler için hiç de zor değildir aslında. 
            Atatürkçülüğü nedeniyle, totaliter tüm rejimlere karşı ve itidalli olan Türk Devrimi, neticede en çok ABD emperyalizmine yaramıştır. Nedenini soracak olursanız. Şayet Atatürk aslında ilkeleriyle de oldukça örtüşen Bolşevizm’i tamamen benimsemiş olsa ve kendi devrimini de Bolşevik-Sosyalist (Marksist–Sosyalist değil) devrimin bir parçası yapsaydı, o takdirde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği sadece Rusya halklarına ve birkaç uydu devlete münhasır mı kalırdı. Yoksa determinist kurama göre bütün Orta Doğuyu da içine alan muhteşem bir imparatorluğa dönüşmezmiydi acaba.
Ve ülkedeki bütün zaviyelerin, tarikatların, cemaatlerin, aşiretlerin, toprak ağalığının, cins cins vakıf, tekke ve dergâhların, tıpkı, ordularının % 80-90’larının Türk uyruklu olduğu Sovyet Rusya’da – Stalin döneminde - olduğu gibi kökleri de kurutulmazmıydı. Anadolu’da hoca, softa, muskacı, üfürükçü mahalle imamı, molla vb. ya da Güney Doğuda, ayrılıkçı Kürt(!) masalını anlatacakları ve PKK yaftasını yapıştırabilecekleri, herhangi bir zemin kalabilirmiydi. Zarkozy adlı Fransız Ermenisi, kime karşı soykırım(!) yalanını savurabilecek ve ülkesinde, uçurduğu yalanın yasasını(!) bile çıkarmaya nasıl cüret edebilecekti.
Ve de ruhlarını bildiğimiz sırtlanlar, Atatürk devrimi karşısında, ‘karşı devrim’ tanımlı salgın hastalığı yayabilecekleri, mikrop yuvaları bulabileceklermiydi Anadolu da acaba. O zaman da bugünkü ABD ve AB’nin durumu, nasıl bir trajikomediye(!) dönüşürdü ve hangi ulusal kaynakların, hangi petrol kuyularının üstüne babalarının malı gibi çökebilirlerdi diye, bu sırtlanlara sormak gerekmez mi? Hem de tarih gözümüze böylesi haykıran ve yadsınamaz gerçeklerini sokuyorken.
            İşte Johny Walker(!) aslında bütün bunları da çok iyi bilir ama domuzluğundan(!) Atatürk’e minnetini açıkça belli etmez. Çünkü niyeti hep, bağcıyı kovalayıp bütün bağa sahip olmaktır. İster Sosyalist, ister Kapitalist-Emperyalist, ister de şeriatçı zaviyeden bakın, Türk Devriminin veya Türk Mucizesinin, Dünya tarihini kabul edilenin de üstünde etkilediğini görecek ve yüce Atatürk’e ister istemez bir kere daha şapka çıkarmak zorunda kalacaksınız.

            Marksizm’in bilimsel ağırlığı nedeniyle, diyalektiğin ve oto dinamizmin Anadolu’da anlaşılabilip yerleşmesi, bir de sanayisi ve işçi sınıfı olmayan feodal halka mal edilmesi, hayli zor olurdu. Dolayısıyla da Sosyalizm - Marksist veya Bolşevist - Türkiye’de sadece kısıtlı bir aydın azınlığın inhisarında kalmıştır ve o azınlıkta esasen İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde ikamet etmekteydi.
Diğer taraftan bu ideolojinin, Çarlık feodal geleneğin etkisi altında ki, çoğu toprağa bağlı köylü olan Rusya halklarına, hemen cuk oturduğu da söylenemez, bunu hazmetmek onlar için de zordu. Sadece Rusya da sanayi olduğundan, sisteme uygun Proleter alt taban mevcuttu.
            Ne var ki, Bolşevikler ülkenin tek hâkimi oldukları için – 1915 Çanakkale Zaferinden sonra – Bolşevizm’i yani Bolşevik-Sosyalizm’i (doğrusu sosyalist Şovenizm, Marksist Sosyalizm hiç değil) - başta Proletarya olmak üzere bütün Rusya halklarına da zorla kabul ettirmişlerdir. Yani zor, oyunu bozmuştur Rusya’da. Şimdi de bizde ki sözde aydınların, doğruları savunan yiğit arkadaşları içerdeyken kendileri dışarıda gölge boksu yaptıkları gibi.
Aynı durum, o devirde hem de ordu kökenli, tarihi zaferlerin başkumandanı, Mustafa Kemal gibi bir kişiliğin liderliğinde(!) pekâlâ bizde de yaşanabilirdi ve inanın hiç kimse de buna gık – 1960’lar da, 1980’ler de kimler diyebildi ki – bile diyemezdi. Şayet diyenler bile çıksa, kolayca telef edilirler, olay da çoktan kapanır giderdi.

            Bugün Atatürk’ümüzü inkâr etmeye kalkan ve yüzleri bile kızarmadan, onun öpmeleri gereken elini uzatarak, boğulmaktan kurtardığı vatanımızda, ballı parmaklarını yalayan ahde vefa yoksunu nankör bağnazlara gelince! Bizden önce kendileri, bir değil en az otuz defa ona şükran duymalıydılar. Çünkü bugünkü kahrolası mevcudiyetlerinin tek nedeni, işte o dışlamaya kalktıkları(!) Mustafa Kemaldir de ondan. Ulan sizin topunuzun ağırlığı, öyle bir kişiliğin tartılacağı terazi kefesini yerinden bile oynatmaya yetmez.
Bir de bu topraklarda şayet Sovyetler oturuyor olsaydı da görseydik beyzadelerin uzun dillerini. Bakalım neyi yalayacaklardı o zaman. Ve yukarda ki tüm tarihi gerçekler bağlamında onlara bir kere daha buradan, yüce Atatürk’ün Türk Ulusunun vatanında, bir gün yatacak mezar bile bulamayacaklarını söylüyorum. Bunu da bir kenara yazabilirsiniz.

Kuvayi Milliyeler, bağımsızlık savaşları, meclisler, Cumhuriyetler, Nutuklar, Demokratik Hükümetler, Anayasalar, Devrimler, Türk ekonomi Mucizeleri, neye, kime gerekmiş bütün bunlar. Kim anlamış ki bunlardan. Çek Sovyet zırhını üstüne(!) uzat ayaklarını, bak tek adamlığının(!) keyfine, diğerleri gibi, bırak Sovyetlere gerisini, düzen değişiversin bir gecede. Hele kazara yerinde, bugünkü Başbakan oturacaktı da, sen görecektin tek adamın zorunu, görecektin o zaman ülkende ki düzenin, o tek adamın yoluna, Sovyet Bolşevik himayesine nasıl balıklama dalacağını. Çok uğraşmışsın be Atatürk’üm(!) çok yormuşlar, çok üzmüşler seni.
Türkiyesi Sovyet zırhının altına girmiş, dünya evriminin anahtarı Orta Doğuda, İran, Irak, Suriye ve diğerleri neyin altında kalacaktı acaba? İnanın bu sorunun cevabını ben de hep merak etmişimdir.

Pekiyi her şeyin doğru ve yerinde olanını, TÜRK ULUSUNA yakışan erdem ve asalet doğrultusunda yapmış, yaptıklarını tüm dünyaya da kabul ettirmiş Atatürk’ümüz ve onun emsalsiz TÜRK DEVRİMİNİ bir kenara koyup, neden çözümü Sovyetlerde ya da sistemlerinde aradık. Bunun da nedenini, kendisinden ve İnönü döneminden sonra, maalesef mucizevî TÜRK DEVRİMİNİ yaşatabilecek, başka yeni ADAM veya ADAMLAR çıkaramamış yurdumuzun makûs talihine bakıp, sizler bulun.
Her ne kadar Yahudiler kendileri olduğunu iddia etseler de, Tanrı, aslında seçkin ırkının Türkler olduğunu, onlara ruhani değil ama dünyevi yaşamlarında, Atatürk gibi dünyada emsali olmayan bir fiktif lider nasip etmekle, esasen mesajını daha o zaman, başta Yahudiler olmak üzere, geri kalan dünyaya da vermişti.
Ne var ki bir defalık örnek modelden seri imalat yapmamız mümkün olamamıştır. Bu bağlamda, şayet Atatürk’ümüzün kısa ömrü, 20 senecik daha dayanabilseydi. Devrim iyice pekişecek, Köy enstitüleri tarih olmayacak, 1950 lerde DP ile almaya başladığımız mikrop alınmayacak, Türk Devriminde çürüme başlamamış ve Türkiyemiz bir Amerikan mandası haline de gelmemiş olacaktı. Ve bugün de aynı Amerikayı fersah fersah sollamış, sanalı değil de gerçek bağımsız, tek dünya devi olacaktık.

Ayrıca bugünün baş oğlanı(!) Amerika’nın, kaderine terk edilmiş Kızılderilisinden başkasına sallayacak barutu da olmadığı dönemlerde. Kim neyi kime karşı sallayacaktı. Şimdi bizim beyzade(!) tavukları, buna da bir yumurta sallayıversinler acele. Öksürüğü bile dünya tarihini böylesine değiştirebilen Türkoğluları, ya birde topyekûn ayağa kalksalardı ne olacaktı(!). İşte rahmetli Atatürk, kendisinin bildiği bu Türk gizemini de beraberinde götürdü.
Şimdi bizim küreselci sömürgecinin en son numarası şifreci(!) gençlere, buradan bir öneride bulunalım. Bıraksınlar mabetlerde, Kabala labirentlerinde, Mason külahları altında şifreler kovalamayı da, bütün uluslardan farklı ve ileri, anahtarını Atatürk’ün beraberinde götürdüğü, Âdemden beri var olan Türkoğlu’nun şifrelerini, her şeyden önce deşifre etmeye çalışsınlar. Çünkü kendilerinin olduğu gibi belki de bütün insanlığın geleceği buna bağlıdır.

            Bugün devrini kapayan, bırakın Komünizmi - ki Khrushchev bile 1990 larda erişebileceklerini söylemişti, tam da o yıllarda sistemleri iflas etti -, sosyalist bile olabildiği tartışılan, Bolşevizm ya da Şovenist Parti Sosyalizmidir aslında dünyada iflas eden, Marksist-Bilimsel Sosyalizm değil.
Bu bağlamda felsefenin eylemcileriyle, eylemin felsefecileri her zaman karşı karşıya da gelmeye devam edeceklerdir, insanoğlu var oldukça bu dünyada. Ama bugün hangi aydın, isim değiştirmiş globalizmin, tarihsel diyalektiğin determinist kuramına uymadığını ve devrini kapamış kapitalizmin, bugünkü alternatifi emperyalizm olmadığını iddia edebilir ki.
            Mademki ‘güç’ dedik, onda da kalalım. İnsanoğlunun KİŞİLİK ERDEMİ, bileğinin gücüyle eninde sonunda bütün oyunları bozar ve hakkını da söke söke, koparıp alır. Çünkü EN GÜÇLÜ odur.
           
            Dünya deviniminde olsun, öte yanda sessiz ve derinden, yakın bir zamanda yeni makyajıyla, giderek azınlıkta kalan ve köşeye sıkışmakta olan emperyalist dünyanın karşısında, bütün asaletiyle yeniden ayakları üstüne dikilecek olan gerçek ve bilimsel Sosyalizm, yılların eskitemediği o erişilmez kadın, kayıp yıllarının acısını da çıkaran tüm ihtişamıyla, tek beşeri ideoloji olarak, KİŞİLİK ERDEMİ’nin sosyal adalet kulvarında, hak ettiği dünya liderliğini eninde sonunda alacaktır.

                                                                                              Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder