Çünkü
‘Çanakkale geçilmez’ olduğu için, İngiliz ve Fransızlar Rusya’ya sarkamamış,
Çarlık Rusyası da emperyalist dünyadan himaye alamadığından, Çarlık daha 1915 de
yani hemen zaferden sonra kaybetmişti aslında. İşte Lenin ve Bolşevikleri de bu
fırsatı kaçırmayıp, iki yıl içinde bütün hazırlıklarını bitirerek, 1917 de
Batının kaderine terk ettiği çarlığı kolayca
deviriverdiler.
Sovyet Ruslar Mustafa Kemal’e
medyunu şükran oldukları, onun da kendi pozitivist devrim ilkeleriyle bir hayli
örtüşen Sosyalizm’e sıcak bakmasına rağmen, Bolşevizm Anadolu’da, tek ortak
payda olan emperyalizme karşı duruş olmaktan öteye geçememiştir. Atatürk
Bolşeviklerle ittifak yapmasına rağmen, Bolşevizm’e bir Parti Devrimi olması
nedeniyle karşıydı. Tarih, onu bütün tespitlerinde olduğu gibi bu görüşünde de
haklı çıkarmıştır.
Atatürk Amerikan meselesinde ki,
hepside o günler için doğru olan tespitlerin dışında ve Amerikan’ın gerçek
kimliği de henüz bugünkü noktada olmadığından, bu bağlamda başka da bir yorumda
bulunmamıştır. Şayet bugünleri görebilseydi, kendi kişiliğiyle Amerika’ya nasıl
bir tavır sergileyeceğini tahmin etmek, Mustafa Kemal’i anlayabilenler için hiç
de zor değildir aslında.
Atatürkçülüğü nedeniyle, totaliter
tüm rejimlere karşı ve itidalli olan Türk Devrimi, neticede en çok ABD
emperyalizmine yaramıştır. Nedenini soracak olursanız. Şayet Atatürk aslında
ilkeleriyle de oldukça örtüşen Bolşevizm’i tamamen benimsemiş olsa ve kendi
devrimini de Bolşevik-Sosyalist (Marksist–Sosyalist değil) devrimin bir parçası
yapsaydı, o takdirde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği sadece Rusya
halklarına ve birkaç uydu devlete münhasır mı kalırdı. Yoksa determinist kurama
göre bütün Orta Doğuyu da içine alan muhteşem bir imparatorluğa dönüşmezmiydi
acaba.
Ve
ülkedeki bütün zaviyelerin, tarikatların, cemaatlerin, aşiretlerin, toprak
ağalığının, cins cins vakıf, tekke ve dergâhların, tıpkı, ordularının %
80-90’larının Türk uyruklu olduğu Sovyet Rusya’da – Stalin döneminde - olduğu
gibi kökleri de kurutulmazmıydı. Anadolu’da hoca, softa, muskacı, üfürükçü
mahalle imamı, molla vb. ya da Güney Doğuda, ayrılıkçı Kürt(!) masalını
anlatacakları ve PKK yaftasını yapıştırabilecekleri, herhangi bir zemin
kalabilirmiydi. Zarkozy adlı Fransız Ermenisi, kime karşı soykırım(!) yalanını
savurabilecek ve ülkesinde, uçurduğu yalanın yasasını(!) bile çıkarmaya nasıl
cüret edebilecekti.
Ve de
ruhlarını bildiğimiz sırtlanlar, Atatürk devrimi karşısında, ‘karşı devrim’
tanımlı salgın hastalığı yayabilecekleri, mikrop yuvaları bulabileceklermiydi
Anadolu da acaba. O zaman da bugünkü ABD ve AB’nin durumu, nasıl bir
trajikomediye(!) dönüşürdü ve hangi ulusal kaynakların, hangi petrol kuyularının
üstüne babalarının malı gibi çökebilirlerdi diye, bu sırtlanlara sormak gerekmez
mi? Hem de tarih gözümüze böylesi haykıran ve yadsınamaz gerçeklerini
sokuyorken.
İşte Johny Walker(!) aslında bütün
bunları da çok iyi bilir ama domuzluğundan(!) Atatürk’e minnetini açıkça belli
etmez. Çünkü niyeti hep, bağcıyı kovalayıp bütün bağa sahip olmaktır. İster
Sosyalist, ister Kapitalist-Emperyalist, ister de şeriatçı zaviyeden bakın, Türk
Devriminin veya Türk Mucizesinin, Dünya tarihini kabul edilenin de üstünde
etkilediğini görecek ve yüce Atatürk’e ister istemez bir kere daha şapka
çıkarmak zorunda kalacaksınız.
Marksizm’in bilimsel ağırlığı
nedeniyle, diyalektiğin ve oto dinamizmin Anadolu’da anlaşılabilip yerleşmesi,
bir de sanayisi ve işçi sınıfı olmayan feodal halka mal edilmesi, hayli zor
olurdu. Dolayısıyla da Sosyalizm - Marksist veya Bolşevist - Türkiye’de sadece
kısıtlı bir aydın azınlığın inhisarında kalmıştır ve o azınlıkta esasen
İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde ikamet
etmekteydi.
Diğer
taraftan bu ideolojinin, Çarlık feodal geleneğin etkisi altında ki, çoğu toprağa
bağlı köylü olan Rusya halklarına, hemen cuk oturduğu da söylenemez, bunu
hazmetmek onlar için de zordu. Sadece Rusya da sanayi olduğundan, sisteme uygun
Proleter alt taban mevcuttu.
Ne var ki, Bolşevikler ülkenin tek
hâkimi oldukları için – 1915 Çanakkale Zaferinden sonra – Bolşevizm’i yani
Bolşevik-Sosyalizm’i (doğrusu sosyalist Şovenizm, Marksist Sosyalizm hiç değil)
- başta Proletarya olmak üzere bütün Rusya halklarına da zorla kabul
ettirmişlerdir. Yani zor, oyunu bozmuştur Rusya’da. Şimdi de bizde ki sözde
aydınların, doğruları savunan yiğit arkadaşları içerdeyken kendileri
dışarıda gölge boksu yaptıkları gibi.
Aynı
durum, o devirde hem de ordu kökenli, tarihi zaferlerin başkumandanı, Mustafa
Kemal gibi bir kişiliğin liderliğinde(!) pekâlâ bizde de yaşanabilirdi ve inanın
hiç kimse de buna gık – 1960’lar da, 1980’ler de kimler diyebildi ki – bile
diyemezdi. Şayet diyenler bile çıksa, kolayca telef edilirler, olay da çoktan
kapanır giderdi.
Bugün Atatürk’ümüzü inkâr etmeye
kalkan ve yüzleri bile kızarmadan, onun öpmeleri gereken elini uzatarak,
boğulmaktan kurtardığı vatanımızda, ballı parmaklarını yalayan ahde vefa yoksunu
nankör bağnazlara gelince! Bizden önce kendileri, bir değil en az otuz defa ona
şükran duymalıydılar. Çünkü bugünkü kahrolası mevcudiyetlerinin tek nedeni, işte
o dışlamaya kalktıkları(!) Mustafa Kemaldir de ondan. Ulan sizin topunuzun
ağırlığı, öyle bir kişiliğin tartılacağı terazi kefesini yerinden bile oynatmaya
yetmez.
Bir de
bu topraklarda şayet Sovyetler oturuyor olsaydı da görseydik beyzadelerin uzun
dillerini. Bakalım neyi yalayacaklardı o zaman. Ve yukarda ki tüm tarihi
gerçekler bağlamında onlara bir kere daha buradan, yüce Atatürk’ün Türk Ulusunun
vatanında, bir gün yatacak mezar bile bulamayacaklarını söylüyorum. Bunu da bir
kenara yazabilirsiniz.
Kuvayi
Milliyeler, bağımsızlık savaşları, meclisler, Cumhuriyetler, Nutuklar,
Demokratik Hükümetler, Anayasalar, Devrimler, Türk ekonomi Mucizeleri, neye,
kime gerekmiş bütün bunlar. Kim anlamış ki bunlardan. Çek Sovyet zırhını
üstüne(!) uzat ayaklarını, bak tek adamlığının(!) keyfine, diğerleri gibi, bırak
Sovyetlere gerisini, düzen değişiversin bir gecede. Hele kazara yerinde, bugünkü
Başbakan oturacaktı da, sen görecektin tek adamın zorunu, görecektin o zaman
ülkende ki düzenin, o tek adamın yoluna, Sovyet Bolşevik himayesine nasıl
balıklama dalacağını. Çok uğraşmışsın be Atatürk’üm(!) çok yormuşlar, çok
üzmüşler seni.
Türkiyesi
Sovyet zırhının altına girmiş, dünya evriminin anahtarı Orta Doğuda, İran, Irak,
Suriye ve diğerleri neyin altında kalacaktı acaba? İnanın bu sorunun cevabını
ben de hep merak etmişimdir.
Pekiyi
her şeyin doğru ve yerinde olanını, TÜRK ULUSUNA yakışan erdem ve asalet
doğrultusunda yapmış, yaptıklarını tüm dünyaya da kabul ettirmiş Atatürk’ümüz ve
onun emsalsiz TÜRK DEVRİMİNİ bir kenara koyup, neden çözümü Sovyetlerde ya da
sistemlerinde aradık. Bunun da nedenini, kendisinden ve İnönü döneminden sonra,
maalesef mucizevî TÜRK DEVRİMİNİ yaşatabilecek, başka yeni ADAM veya ADAMLAR
çıkaramamış yurdumuzun makûs talihine bakıp, sizler bulun.
Her ne
kadar Yahudiler kendileri olduğunu iddia etseler de, Tanrı, aslında seçkin
ırkının Türkler olduğunu, onlara ruhani değil ama dünyevi yaşamlarında, Atatürk
gibi dünyada emsali olmayan bir fiktif lider nasip etmekle, esasen mesajını daha
o zaman, başta Yahudiler olmak üzere, geri kalan dünyaya da vermişti.
Ne var
ki bir defalık örnek modelden seri imalat yapmamız mümkün olamamıştır. Bu
bağlamda, şayet Atatürk’ümüzün kısa ömrü, 20 senecik daha dayanabilseydi. Devrim
iyice pekişecek, Köy enstitüleri tarih olmayacak, 1950 lerde DP ile almaya
başladığımız mikrop alınmayacak, Türk Devriminde çürüme başlamamış ve Türkiyemiz
bir Amerikan mandası haline de gelmemiş olacaktı. Ve bugün de aynı Amerikayı
fersah fersah sollamış, sanalı değil de gerçek bağımsız, tek dünya devi
olacaktık.
Ayrıca
bugünün baş oğlanı(!) Amerika’nın, kaderine terk edilmiş Kızılderilisinden
başkasına sallayacak barutu da olmadığı dönemlerde. Kim neyi kime karşı
sallayacaktı. Şimdi bizim beyzade(!) tavukları, buna da bir yumurta
sallayıversinler acele. Öksürüğü bile dünya tarihini böylesine değiştirebilen
Türkoğluları, ya birde topyekûn ayağa kalksalardı ne olacaktı(!). İşte rahmetli
Atatürk, kendisinin bildiği bu Türk gizemini de beraberinde götürdü.
Şimdi
bizim küreselci sömürgecinin en son numarası şifreci(!) gençlere, buradan bir
öneride bulunalım. Bıraksınlar mabetlerde, Kabala labirentlerinde, Mason
külahları altında şifreler kovalamayı da, bütün uluslardan farklı ve ileri,
anahtarını Atatürk’ün beraberinde götürdüğü, Âdemden beri var olan Türkoğlu’nun
şifrelerini, her şeyden önce deşifre etmeye çalışsınlar. Çünkü kendilerinin
olduğu gibi belki de bütün insanlığın geleceği buna
bağlıdır.
Bugün devrini kapayan, bırakın
Komünizmi - ki Khrushchev bile 1990 larda erişebileceklerini söylemişti, tam da
o yıllarda sistemleri iflas etti -, sosyalist bile olabildiği tartışılan,
Bolşevizm ya da Şovenist Parti Sosyalizmidir aslında dünyada iflas eden,
Marksist-Bilimsel Sosyalizm değil.
Bu
bağlamda felsefenin eylemcileriyle, eylemin felsefecileri her zaman karşı
karşıya da gelmeye devam edeceklerdir, insanoğlu var oldukça bu dünyada. Ama
bugün hangi aydın, isim değiştirmiş globalizmin, tarihsel diyalektiğin
determinist kuramına uymadığını ve devrini kapamış kapitalizmin, bugünkü
alternatifi emperyalizm olmadığını iddia edebilir ki.
Mademki ‘güç’ dedik, onda da
kalalım. İnsanoğlunun KİŞİLİK
ERDEMİ, bileğinin gücüyle eninde sonunda bütün oyunları bozar ve
hakkını da söke söke, koparıp alır. Çünkü EN GÜÇLÜ odur.
Dünya
deviniminde olsun, öte yanda sessiz ve derinden, yakın bir zamanda yeni
makyajıyla, giderek azınlıkta kalan ve köşeye sıkışmakta olan emperyalist
dünyanın karşısında, bütün asaletiyle yeniden ayakları üstüne dikilecek olan
gerçek ve bilimsel Sosyalizm, yılların eskitemediği o erişilmez kadın, kayıp
yıllarının acısını da çıkaran tüm ihtişamıyla, tek beşeri ideoloji olarak, KİŞİLİK ERDEMİ’nin sosyal
adalet kulvarında, hak ettiği dünya liderliğini eninde sonunda
alacaktır.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder