Aydın fabrikası köy enstitülerimiz,
en az iki, üç kuşak daha fazla mezun verecek ve kendi deyimiyle yurdun efendisi,
filozofların diliyle konuşan Türk köylüsünün, başı yukarda gürül gürül dolaştığı
Anadolu’muz ise, genel mizanımızın fiktif bakiyesi olacaktı. Bugün Amerikayı
sollayarak dünya devi olmamız da, hepsinin artısı olacaktı elbette, el insaf
daha ne olsundu ki.
Her vesilede Atatürk’e dil
uzatanlar, kısa ömrünün nedenini, alkolik olduğu için siroz olmasında arayanlar,
etraflarında 80-90’lı yaşlarında bile hala dağ keçisi gibi dolaşan sayısız
alkoliği görmüyorlar mı? Oysa o yüce ahde vefa adamı, o asil yürekli insan,
vatan uğruna cepheden cepheye koşup hayatını heder ederken, Afrika cephelerinde
kaptığı sıtmayı yıllarca çekerek, esasen karaciğerini daha gençliğinde harab
etmişti.
Sağlığı pahasına, içki sofralarını
yapmakta ki esas amacının, devletin ileri gelenleriyle tartışmak ve yeni
birlikteliklere ulaşmak olduğunu, Türk insanının çabuk ısındığı(!) ne ki, kımız
yerine ölçü ve adapla rakı içilen sofralarında, dağıtmadan ama Cumhuriyet
tarihimizin devrimleri gibi çok ciddi kararlarının da birlikte alınmış olduğunu,
tarih bize teyit ediyor aslında. Hoş onun sofralarında, kendisi başta olmak
üzere, kimseyi sarhoş görmenin mümkün olmadığı da biliniyor. Esasen civarında
sarhoşa da tahammülü yoktu. Yani peygamberimizin de bilinen tanımıyla, içki
kendisine göre de olgun içindi, ham için
değil.
Ve unutulmamalıdır ki, Atatürk
pozisyonunda halkına mal olmuş bir lider şayet alkolik olsaydı, gizli içer ve
ayılmadan da asla toplum içine çıkmazdı. Oysa onun rakı sofralarında da
çevresiyle birlikte ne destanlara imza attığını hep bilmiyormuyuz? Ayrıca
alkolik olsaydı, Atatürk de olmaz, ne İstiklal harbi kazanılabilir ne de
Cumhuriyet tarihimiz olabilirdi. Ve şayet Atatürk’ümüzün yarısı kadar bile
olabileceklerse, tüm ahde vefa yoksunu bağnazlar onun kadar içseydi de, keşke
bugünleri görmeseydik.
Ciddi çalışmaları ve kararlarından
önce bir damla bile alkol ağzına almaz, beraber çalışmak zorunda olduğu
çevresine de aldırmazdı. Hangi alkolik bu iradeyi gösterebilir ki? Bu
gerçek bile onun gibi bir kişiliğe insafsızca, alkolik yaftası yapıştıran
ihanetin örtüsü asla olamaz, olmaya da hiç ihtiyacı yoktur aynı zamanda. Vaktaki
izansızlar öyle düşünseler bile ne yazar, kim takar, bu düşünceler Atatürk’ün
kişiliğine ve karizmasına en ufak bir gölge düşürebilir mi acaba?
Ve sırası gelmişken, şayet bizlerde
onun çocuklarıysak, karizmasından bize de biraz bulaşmıştır diyerek taşı
gediğine koyalım. İstiklal Harbinde Amerikalı oyunda değildi, yani cephe
gerisinde gölgede, kum torbasında çalışarak bizden paçasını kurtarmıştı. Ama bu
gidişle sıra, şimdi de kendisine gelecek anlaşılan. Bakalım nereye, nasıl
sıvışacak bu işin içinden o vakit. Önceden yönlendirilmiş(!) bir müfrezeye çuval
geçirmekle, Türk Ulusunun topunuza giydireceği külahın farkını, nasıl olsa
sonunda sizde öğreneceksiniz efendiler.
Görünen o ki, içimizde ki
devşirmelerini sıkıştırarak, çeşitli kurgularla sosyal, hukuksal, siyasal ve
ekonomik bütün branşlarda, yurdumuzda giderek belki de kendisine kolaylık olsun
diye ya da uyum sorunu çekmemek için, tipik Amerikan modellerine dönüşümü
hızlandırıyor. Hayırdır, köşeye sıkışacağı ana baba günleri başlamadan ve
kıçında ki fitil de ateşlenmeden önce, yakında başına geçirecekleri Okyanus
ötesinde ki göçmen kampusundan, kapağı bize mi atmaya hazırlanıyor nedir.
Yalnız bu arada unuttukları, mevcut
bazı haklı nedenlerden(!) itidali korumak ve Atatürk’ün ‘en son noktaya(!) kadar
siyasetin dışında kalması’ tavsiyesine de uyarak sessiz kalan Türk Ordusuyla
Ergenekon(!) sahnelerinde, Karagöz-Hacivat düeti yapmak, büyük devlet geleneği
olan Türk Ulusuna da külahı geçirmek demek hiç değildir. Bu gerçeği, onların da
kafalarına, bir kere daha çivileriz elbette.
Unutulmaması gereken bir başka olgu
da, yakında içine balıklama dalmak zorunda kalacağımız yeni bağımsızlık destanı,
yine TÜRKLERİN zaferi
olarak tarihe mal olacaktır. Otokrat ama asla diktatör olmayan Atatürk’ün,
tarafsız ve toplumbilimci karizmasının, tek başına yarattığı çoğunluğun,
disiplini, kararlılık ve dirayeti sağladığı, bugünkünden bile daha az homojen
olan ilk Cumhuriyet meclislerinin anıları, henüz hafızalardadır. Oysa
ağabeylerinin icazetiyle milletin vekilliğini(!) yapmaya kalkan, suskun ama
avantacı futbolcu eskilerinin de içinde bulunduğu yeni türler(!) koleksiyonu
bugünkü TBBM’ nin, Yahudi Havrasına benzer durumu, sizi sakın aldatmasın.
Şerefli Türk Ordusunun, kozmik
odalarına parmak atıp, görevde ki ya da emekli olmuş Başkumandanlarını dahi
tutuklayıp, Türk Ulusuna küçük aklınızca gözdağı mı vermeye çalışıyorsunuz. Ulan
kim becerebilmiş ki bunu koca dünya tarihinde de, iki buçuk devşirme zibidi ve
CIA piçi bu işin altından kalkabilsin. Türk devletinde, bıçak kemiğe
dayandığında, her an her şey olabilir. Ne yaparsınız gelenek meselesi! Yeter ki
Türk evladı tası tarağı fırlatıp ve ‘sizi bana sayıyla mı verdiler’ deyip, bir kere
ayağa kalkmaya görsün.
Nerede kalmıştık? Karizmadan mı
bahsediyorduk. O halde, önlerine çıkan kişilik sorunlu, abuk sabuk her adama
‘karizmatik’
diyenler, önce aşağıda ki alıntıyı dikkatle okusunlar da karizmanın ne demek
olduğunu, kimde, nasıl durması gerektiğini de lütfen(!) öğreniversinler. Zira
‘izanın’ olmadığı yerde ‘izah’ – bilgi - havada kalır ve altında kalan boşluğu
da fikri sabite doldurur. Bu da, özü bilgi olmayan fikirlerin(!)
kaynağıdır esasen.
Küçük bir ayrıntıyı da ilave edelim.
Özünden kopmak veya ‘ahde vefa’ yoksunu olmak, nasıl tanımlanırsa tanımlansın –
ki şizofreni bile önce özünden kopmakla başlar. Tedavisi için de tek şart,
özüyle bağının mümkün olduğunca kopmamasını sağlamaktır. – deliliğin ilerlemiş
safhasıdır. Bunu da biliyormuydunuz.
Sözün özü ve 2012’nin ilk
sözü:
Tanrım neden bana o ‘adam gibi adamlarla’ beraber,
aynı havayı teneffüs edeceğim ve birlikte defteri kapayabileceğim bir ömür nasip
etmedin. Neden beni, bu yarısı çürümüş ya da kafayı yemiş(!) kuşaklarla birlikte
yok olurken de, aymazlara belki bir kıvılcım olabiliriz diye, bir de bu
‘İNTİBAK’ bile edememiş emekli halimle, meçhule giden ‘alamet’ teknesinde, bu
işlerle uğraştırıp, bana boşuna kürek çektiriyorsun. Acep nedir bunda ki
hikmetin be Tanrım.
Serendip Altındal
§
(Alıntı:
Devrim Tarihi ve
Toplumbilim Açısından Atatürk (s.
78-109)
–
Emre Kongar)
Not: Yazımı
fazla uzatmamak ve konumuzun da ‘karizma’
olması nedeniyle, burada kesmek zorunda
kalıyorum. Oysa eserin tamamı, ‘Konu Atatürk’se,
teferruatı okumaya gerek
yok’ diyebilenler için bile, okunması gereken bulunmaz bir kaynaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder