29 Ocak 2012 Pazar

CFR MEMORANDUMU ve ADAM OLMA SORUNSALI..

            Aşağıda okuyacağınız memorandumda ifade edildiği gibi, CFR (Council of Foreign Relations) Dış İlişkiler Konseyi – yöndeşi Bilderberg - ya da Türkçesi, ‘küreselcilerin patronu olan kurum’, temsil ettiği yeni düzeni, dikkatli okuyunca sizin de fark edeceğiniz gibi, ülkemizde tabandan tavana doğru – hatta kendinizden başkasına da güvenmeyin yemiyle - ne kadar da özgün biçimlendiriyor(!) ve kendi kitabına uyduruyor. Aslında prangaya oturtmayı planladığı toplumu, nasıl da kafaya alıyor değil mi? Şimdi başbakanınızla – aslen AKP Hükümeti’nin Sultanıdır kendileri - bir empati oluşturun ve aşağıda ki memorandum’dan ne anladığını ya da anlayabildiğini(!) lütfen tahmin etmeye çalışın bakalım. Çıkan sonucu kendiniz bilin yeter, ben sizin yerinize de güleceğim nasıl olsa.
            Küreselcilik, ABD ve İngiltere’nin ortak yenidünya patronluğundan başka bir şey değildir aslında. Pekiyi neden yalnız ABD değilde, ABD+İngiltere, çünkü ABD’nin atası İngiltere’dir, Bakmayın siz Amerikalının bağımsızlık hezeyanlarına, bırakın o kadar da ahde vefa(!) olsun adamcıklarda! Neticede aynı teknenin içindedirler, birbirlerinin tasından yiyip içerler, kimin eli kimin cebinde belli de değildir onlarda. Ayrıca adı geçen gizli dünya devleti enigması’nın da arkasında esasen bir eli Vatikan’da, İngiltere’de olan ve diğer eliyle de aynı hızla ABD yi de idare eden, Siyonist Yahudilerin (Rockefeller, Soros vb. gibi) parmağı vardır.
            Neden her ince gizem(!) altından bir Yahudi parmağı çıkar, hiç düşündünüz mü? Çünkü Yahudi de tek tanrıya inanır ama seçilmiş(!) (ne demekse) olduğu için bu tanrı kendisine özeldir ve onu kimseyle de paylaşmaz. Diğerleri benimsediği için, Yahudi olduğu halde İsa’yı bile dışlamıştır bu yüzden. İşte işin özü Yahudi’nin bu evrensel hastalığında yatar. Yani işin sırrını Yahudinin üstün(!) ırkında değil ama megalomanisinde aramak gerekir. Yahudiyi kurtarmak içinse, önce kendisinden azat etmek lazımdır.
            Kökü Illuminati’ye dayanan CFR’nin başkanının David Rockefeller olduğu ama gerçek güçlerinin taraftar kazanmak adına, aslından çok fazla abartıldığı da biliniyor. Yani siz siz olun tufaya gelmeyin. Bırakın onların balonu, toplu iğnenin ucuyla buluşuncaya kadar şişmeye devam etsin.

            İşte bu Dünya Devleti(!)’nin patronu olduğunu iddia eden bir takım ahı gitmiş vah ı kalmış istavroz manyağı yamuklar, gelişme yolunda ki çevre devletlerden ki biz de bunların içindeyiz, başlamak üzere yedi düvele, muhteşem(!) ‘Küreselcilik doğmalarını’ pompalamaya başladılar. Bu bağlamda bizde olduğu gibi bu ülkelerde de önce ‘besleme iktidarlar’ oluşturarak sistemlerine bağlı kuklalar yarattılar, bizde zemin, sağ olsun(!) gidenler yüzünden, daha önceden hazır olduğu için bu iş kolay oldu.
            Ne var ki, memorandum da da belirtildiği gibi, bizim dünya jeopolitiğinde çok önemli ve özel bir yerimiz vardır. Ve bunu atlamak kimse için, hiç de sağlıklı olmaz. Çünkü çok iyi bilirler ki, Anadolu’yu tutan yarı dünyayı da tutuyor demektir. Osmanlı da bu yüzden 600 yıldır OSMANLI olmadımıydı mı zaten. Akıllı olsunlar da Anadoluyla uğraşmasınlar. Bıraksınlar da ‘YURTTA SULH CİHANDA SULH’ yaşasın. Bu herkes için iyi olandır.
            Başka yerlerde mesela Orta Doğuda, oligarşik nedenlerden dolayı daha farklı esintiler gerekiyordu – Arap Baharı gibi – bunlar da sağlandı. Sanal ‘Demokratik Açılımlarla’ ekilecek tohuma uygun tabanlar oluşturuldu, bizim Güneydoğu da olduğu gibi, bir takım sanal ‘Kürtçülük’ ya da her ne mene içinse, boylarından büyük laflar eden küçük adamlar çıkarak, yöresel otonomiler istemeye ama prensipte ayrımcılık yapmaya başladılar.
            Küreselleşme adına büyük şehirlere göçler başlatıldı. Köylüler büyük şehirlerin alt yapısız varoşlarında yükselen, çakma gökdelenlerde oturmaya başladılar. Sanayi milli olmaktan çıkarıldı, ithalat sanayine dönüştürüldü. Kuklalar hükümetinin, dolayısıyla gayri milli olacağını ve ülkesinin dış dünyada saygınlığını bitireceğini, bunlara ilave etmeye bile gerek yoktur. Tarımcılığı ve hayvancılığı bitirdiler. Ekmeğin bile yapılmasına neredeyse gerek olmadığını, nasıl olsa un gibi onun da dışarıdan, daha bile ucuza ithal edilebileceğini topluma empoze(!) etmeye başladılar.
            Çapraz ihale, yandaş basın ve hukuk, devlet eliyle vergi adı altında haraç alma, talan, kitaba uydurulmuş her biçimde soygun marifetlerinin, kadroculuğun ayyuka çıktığı kapkara bir dönem, halkların kâbusu haline dönüştürüldü. Aydınlar ve ülkenin temeli direği olan milli ordu etkisizleştirilerek, öze bağlı nitelikli kumandanları tutuklandı. Kendilerini desteklemeyen ya da yandaş olmayan vatandaşların karalanması, bilgisayar tuşlarına dokunma becerisi haline getirildi.
            Kimsenin gık çıkaramadığı korku devleti ambiyansını, şiar edindiler. Ki bu durum diktatörlüğü de aşıyor. Çünkü diktatörlük tek başlıdır. Bizdekininse birisi içerde, gerisi dışarıda, içerdekinin hiyerarşik olarak en altta yani Pensilvanya İmamının bile altında olduğu, üstlerinde ise yukarıda adı geçen Yahudilerin ve Washington’daki bazı bürokratların oturduğu çok başlı bir diktatörlük olduğu kendiliğinden anlaşılıyor.
            Bu durumsa, silahsız bir siyasi işgal altında olduğumuzu belgeliyor. Ayrıca vatandaşlar telefonla bile birbirleriyle konuşamaz hale getirildiler. Öz kaynaklarımız çoktan satıldı da, öz topraklarımız bile müşteri bekler hale getirildi falan, filan. Ve biz hala oturmuş memorandumlardan bahsediyoruz.

            Ah sevgili Atatürk, ne de doğru tespit etmiştin, ‘Orak kılıcı yener’ diye, bak şimdi ikisine de gerek yok diyor bizi içimizden satan aymazlar. Çünkü başarılı olmuştuk sayende ve birileri bunu bir türlü hazmedemiyor işte. Devletin efendisi dediğin ve ‘Türk Devrimi’ meşalesinin çakmağı olan köylün ki, yedi düvelin bile karnını doyurabilecekken, kendi ailesinin karnını dahi doyuramaz hale getirildi bugün. Toplumsa bireysel hayat ürünleri için bile ithalata muhtaç hale getirildi. Enteresandır ama bunu ona yapan aynı aymaz ve utanmaz kafalar, diğer taraftan bağımsız(!) olduklarını, Cumhuriyet tarihinin kalkınma rekorlarını(!) kırdıklarını da zırvalıyorlar ne hikmetse. Algılama özürlü oldukları için de, borçlanma ile kalkınmayı birbirine karıştırtırmış olmalılar herhalde(!)
            Oysa unutuyorlar veya muhtemelen okuma bilmedikleri için de okuyamamış olmalılar ki, Osmanlının son 300 yılında birikmiş kapitülasyon borçlarını, Türk Devrimi’nin ve Cumhuriyetin, başlarda ki, dünyanın ‘Türk Mucizesi’ olarak anımsadığı yıllarında İnönü (1945), ancak sıfırlayabilmişti. Bunların, daha şimdiden Türk Ulusuna taktığı ve gidinceye kadar da daha takacağı borcu kim, nasıl ve ne zaman bitirebilecektir acaba? Bırakın ‘Türk Mucizesinin’ 10-15 seneciğini, acaba toplam borç 100 yıl da ödenebilecek mi?
            Şimdi işin büyük lokmasına, taban ve tavan’ın arasında ki, Ulusların, Milletlerin kökü, ana nedeni ve çoğunluğu olan, özüne sadık, ahde vefa sahibi ama henüz ele geçiremedikleri, bu nedenle de uykularını kaçıran ‘HALKLARA’ yani bizlere geldi sıra. Şimdi bize son ayarlarını da çekip, hepimizi ketenpereye getirerek sahneyi, ‘Dünya Devleti’ adına bağlamak ve perdeyi de indirmek istiyorlar artık. İşte şimdi, tam da bu noktada, bir kere daha şapkalarımızı önümüze koyup ADAM gibi düşünmemiz ve aşağıda ki soruları kendimize sormamız gerekiyor.

            Rahmetli yüce önder bütün bu olabileceklere 88 yıl kadar önce işaret etti mi etmedi mi? ADAM KALABİLMEK İÇİN, ÖNCE ADAM OLMAMIZ GEREKTİĞİNİ bize öğretti mi öğretmedi mi? Ve biz ADAM OLABİLDİK Mİ? Yoksa OLAMADIK MI?
        
                                                                                              Serendip Altındal
           





CFR MUHTIRASI

AKP'nin kuruluş sürecinde Tayyip Erdoğan'a ABD'den gönderilen gizli bir belge, bir memorandum vardı ve bu gizli belgeyi, 3 Kasım 2002 seçimlerden önce, 26 Ağustos 2001 tarihli Büyük Kurultayda 16. Sayfadaki 'Yazıt' sütununda 'Mr. Tayyip Erdoğan'ı ürperten belge' başlıklı yazıda kamuoyuna açıkladık. Erdoğan konuyla ilgili en küçük bir açıklama bile yapmadı! Memorandum belgesini ele geçirdiğimiz zaman,Erdoğan'ın ne cevap verdiğini öğrenmeye çalıştık. Cevabı AKP'nin program ve tüzüğünde bulduk! AKP'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, kendisine gönderilen memorandumda belirtilen küreselleşmenin şehir ve devletleri planına uyacağını, parti programında ortaya koydu. Dünyayı yönetmeye soyunmuş elit, millî devletleri parçalamak istiyordu. Bunun için şehirleşme adı altında eski Yunan tarzı şehir devletleri modelini gündeme getiriyorlardı. Tayyip Erdoğan'a söylenen, bu politikaya uyması hâlinde, destek göreceğiydi. Erdoğan da küreselleşmenin şehir devletleri planını, parti programı hâline getiriyordu. Recep Tayyip Erdoğan'a New York'tan gönderilen memorandumda belirtilen Türkiye'nin şehir devletlerine ayrılması plânı, AKP Program ve Tüzüğüne hemen hemen aynı ifadelerle geçiriliyordu. Bakallı adlı lobi şirketi vasıtasıyla Erdoğan'a New York'tan gönderilen memorandumda 'Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve millî hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız...” deniliyordu... Şirket, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçilerinden Abramoviç tarafından yönlendiriliyordu. Abramoviç ise CFR üyesiydi. Memorandumdaki dünya, hangi dünyadır, o belli değil ama bunu, küreselleşme politikalarını ABD vasıtasıyla bütün dünyaya dayatan güç merkezi olarak değerlendirmek gerekir.

MEMORANDUM


To: Mr. Recep Tayyip Erdogan

From: Ms. Ayla Bakkalli

Date: July 2, 2001

Subject: Globalization: Is Turkish politics part of the “solution” or part of the “problem”?

cc: Mr. Muammer Saka and Mr. Süleyman Kaya


Since our last acquaintance one year and half ago in Istanbul arranged by your respected supporters, Mr. Muammer Saka and Mr. Süleyman Kaya, our continual professional dialogue has brought this memorandum to your desk.
As you may recollect, I hold a membership status with the Committee for Human Settlement. It is a committee that holds a consultative status with the United nations that monitors collectively the implementation of commitments set forth in the Habitat Agenda and Agenda 21 of the Conferenge on the Environment and Development. It promotes the provisions of adequate shelter for and sustainable human settlements development in an urbanizing world. We were also the host committee for the Istanbul plus 5 HABITAT Conference, June 6-8, 2001 in New York City and as the spokeswoman on good governance, I discussed of your leadership during your term as Mayor of Istanbul in addressing the squatter dwellers issue in the greater Istanbul area. I am also president of my own private company defined as an emerging market real estate strategic consultant firm represeting public and private partnerships between United States/Canada and Turkey. I construct the private sector role in mitigating the issues on human settlement with the public sector and provide strategic solutions and link between Turkey and International community, conforming along the lines of United Nations/International and National standars.
As Turkey finds itself sizx months into the 21st century, its realization of a globally inter-related and inter-dependent world has shown Ankara that conventional solutions to Turkey’s problems are no longer viable or acceptable. As the world becomes more globally inter-dependent, a consensus emerged that stability without an institutionalized democracy system is not possible. Democratic rule at the grassroots level is essential in overcoming poverty in devoloping/transitional economies. The correlation between growing desire for democracy and the role of decentralization of governments, first to improve mobilization of resources and secondly, to empower local governments administer their own affairs can release central government from local concerns. The need to develop new mechanisms to deal with the effect of the globalization process that is bringing forth new concepts to Ankara, who by the way is simultaneously trying to understand and undermine this process finds it difficult to define a vision for its people.
Ankara is coming to the realization that it cannot survive on its own needs. Globalization does not allow any nation to be an island. An integrated relationship calls for many actors, the participation of civic society organizations, communities, private sector, local authorities and national governments all need to participate in designing solutions where national laws regulations and standards block their path. These reforms require bottom up dynamic approach. Both in devoloping and devoloped countries experience is showing the top-down approach imposed by national and local authorities have failed. Team work/partnerships have succeeded where democratic processes have succeeded.
Turkey the world community but fails to fully comprehend the substantive changes it must undergo before it can assume a leadership role. Turkey’s challenges faced by corruption, weak administration, inefficient government, environmental decay, poverty, inequalty, injustice, lack of inclusiveness of all sectors within its society must produce concrete solutions before it can even think of taking a leadership role.
It is ironic that international institutions have placed form to Turkish citizens a platform in which to raise their grievance within a democratic environment. The prospects of Turkey obtaining a European Union accession gave a Turkey citizens an autlet and an alternative to seek rights of redress where Turkish constituents did not trust their own judicial system. Turkish citizens taking advantage of this international exposure filed over 2,000 cases against Ankara.
The political representative who has the leadership ability and capability to communicate the inter-relation between globalization and democracy will not only gain natioanal constituent support for being progressive and forward looking but also gain acceptance by the powerful international community which has been playing a key role in assisting Turkey with its consistent political and financial crisis.
Turkey blessed with a geo-strategic location affords it political and financial support from the international community. Ankara must be cautious so as not develop a dependent policy and assume that because of its strategic importance a Washingtonian foreign policy will accord Turkey the time, attention and expertise warranted by its intrinsic impotance. One cannot be always certain that the American oficials within US government have the requisite experience, knowledge and grit to completely understand Turkey’s complicadet status.
To with, for the last quarter century Turkey was placed at the US State Department under European (EUR) bureau of the State Department; before that it was in the Near Eastern (NEA) bureau. The core Turkey issues in the State Department have traditionally been related to NATO or the former Soviet Union case of EUR or the Arab-Israeli conflict in the case of NEA. This is reflective of Turkey’s lack of a sophisticated foreign policy failing to devolop the depth of professional cadre to deal with Turkey’s geographical paradigm - Western and Eastern. European and Asian (and Middle Eastern as well). Muslim and secular. Democratic and authoritarian. Market oriented and statist.
Ankara’s sole effort to get on the same page as the EU has neglected a well defined foreign policy for the Turkish nation. It is Turkey alone who must realize its own potential and not rely on “other” country’s foreign policy to define Turkey’s interest. Only Turkey can know and understand its own “personality”. Turkey must devolop Turkey. Turkey is new on the international foreign scene. It needs to develop a highly sophisticated communicative ability to explain its needs and issues within a Turkish context and not rely on other country’s foreign policy to understand Turkey, because it really does not!
The increasing challenge for devoloping economies lay in its ability in narrowing the gap between rich and poor which is expected to widen as globalization creates knowledge based industries. The inability to catch up will be the biggest hurdle facing upcoming Turkish leaders. Therefore, it is beholden on Ankara to understand the necessity of globalization regardless of whether the real sector wants it or not. It must adapt to the rules of the world not “cherry pick” the rules it wants to implement and reject when it does not suit its own agenda.
Another world for globaliziation is urbanization, which go hand in hand. Nowhere before has the human civilization lived in such close proximity to one other as they are in urban conglomeration. These urban trends are having an unprecedented effect on cities and towns. It is clear that globalization has exacerbated the problems on human settlements in cities, towns and villages in devoloping countries. Governments are entering un-chartered territory where experiences and lessons from the past will not apply to the present and the present will no longer apply to the future.
The challenges facing urban centers are overcrowding, poverty disease, inefficient system of mınicipal finance, lack of service delivery resulting in ineguality and increase in crime will broaden the definition of poverty not just to include the lack of material wealth but also lack of personal security and feeling of powerlessness if use of urban areas are not efficiently managed.
The increasing importance of cities and the increasing role of local governments should provide a strong mativation for Ankara to develop a new urban strategy to launch a more comprehensive approach on urban issues. An example in point is the volatile issue on eviction of squatter dwellers in urban areas throughout cities in Turkey. The cause of unequal land distribution and inability of Ankara in addressing fast growth of urbanization have led to large-scale displacement of people who have put up “tent” without securing title to land. The Ottoman Law of 1858, entitle any citizen to claim unused State land and occupy it for as long as they used it. Naturally when migrants from rral areas arrived in big cities, thet did not consider they where acting outside the law by applying a traditional approach, though the local authorities have failed to implement an urban policy to take into consideration a historical precedence that has not been repealed thus claim holders may carry a degree of legitimacy. Needless to say, these issues are highly complex require flexible and elastic policies from the central government in creating acts which pass autonomy to local governments and decentralize national government functions to the local level.
The recent crisis in Turkey has profoundly galvanized the political and economic and social process in Turkey. Ankara became overwhelmed with the avalanche of issues that it had to confront. Its lack of knowledge and political will proved to be the major obstacle in resolving its house issues. It is worth noting that political success today will depend largely on the leaders ability to link knowledge and technology between its cities and local authorities, national governments, civil society, academia, research institutions, media and its private sector.
Knowledge has become the world production asset and is a key factor in becoming globally competitive and alleviating poverty. Not only access to knowledge is reguired, so are the opportunities to produce knowledge that is considered a highly expensive raw material requiring high degree of education among a country’s residence population. The extreme lack of investment in research and development by Turkey’s private and public sectors has stifled its ability to apply effective knowledge during its conflict and crises situations. Nowhere has it been so evident as the recent several crises experienced by Turkey. The biggest hurdle facing upcoming leaders in developing economies is the ability to create, manage, disseminate and share knowledge with all sectors of its society.
The world is now asking governments to deliver on the promises made to the international public as well as to their own public. The “stick” is international censure and the “carrot” is legitimacy and respect.
Mr. Saka and Mr. Kaya and I appreciate very much the attention that you will give to this memorandum.

With Respect,
Ayla Bakkalli, President of Bakali Corp.
445 Park Avenue
Suite 1040
New York City, New York 10022
E-mail: Ayve@Candide.net
Phone: 917-886-9105
Fax; 917-322-2105 Muhtıranın tam Türkçe metni:

MEMORANDUM

KİME:       Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
KİMDEN:     Sayın Ayla BAKKALLI
TARİH:      02 Temmuz 2001
KONU:       Küreselleşme: Türkiye'de politika, "çözümün" mü,
           yoksa "sorunun"mu bir parçası?

CC:         Sayın Muammer SAKA
           Sayın Süleyman KAYA
Saygıdeğer destekçileriniz Sayın Muammer SAKA ve Sayın Süleyman Kaya tarafından, 1,5 yıl kadar önce İstanbul'da tertiplenen kısa tanışıklığımız ile başlayan ve devam eden profesyonel diyalogumuz sonucu, iş bu memorandumu masanıza getirdi.


Hatırlayacağınız gibi, ben insan Yerleşim Komitesi üyesiyim.! Bu komite, Birleşmiş Milletlere danışmanlık yapar, bu da Çevre ve Gelişme Konferansının 21 No. Gündemi ve Habitat gündemindeki taahhütlerin yerine getirilmesini genel olarak denetlemektedir. Bu kuruluşun, şehirleşen bir dünyada, yeterli barınma ve desteklenebilen insan yerleşimlerini iyileştirme işleri vardır. Biz, aynı zamanda 6-8 Haziran 2001 de Newyork'da toplanan İstanbul X 5. HABİTAT konferansına ev sahipliği yapan komite idik; ben de "iyi yönetim konusundaki konuşmacı olarak, İstanbul Belediye Başkanlığı döneminizde, İstanbul bölgesindeki gecekondu yerleşimi konusundaki yaklaşımınızı ve liderliğinizi dile getirdim. Ben ayrıca, ABD, Kanada ve Türkiye arasında kurulan kamu ve özel ortaklıklar için, bu ortaklıklara; "yükselen pazarlar stratejik emlak danışmanlığı' hizmeti veren bir firmanın da başkanıyım. İnsan yerleşimi konusunda, kamu sektörünün yükünü hafifleten özel sektör rolünü biçimlendiriyor, Türkiye ile uluslararası toplum arasında; B.M. / Uluslararası ve Ulusal Standartlara uygun olarak stratejik çözümler ve bağlantılar sağlıyorum.


Türkiye'de. 21.YY'a girmeye 6 ay kala, Ankara'nın, küresel olarak karşılıklı bağlantılı ve karşılıklı-bağımlı bir dünyayı algılaması sonucu, Türkiye'nin sorunlarının konvansiyonel yollarla çözümü artık geçerli ve kabul edilebilir olmadığı anlaşılmıştır. Dünya, küresel olarak gittikçe daha çok karşılıklı-bağımlı hale geldikçe, kurumlaşmış bir demokratik sistem olmadan, istikrar olamayacağına dair bir fikir birliği (consensus) oluştu. Gelişmekte olan / geçiş dönemindeki ekonomilerde, fakirliği yenebilmek için temelde demokratik yönetim esastır. Demokrasi için artan istek ve hükümetlerin merkezi yapıdan uzaklaşması arasındaki ilişki; ilk olarak kaynakların harekete geçirilmesi ve ikinci olarak yerel yönetimlerin kendi meselelerini kendilerinin yönetmesi açısından güçlendirilmeleri ile, merkezi hükümeti yerel endişelerden kurtarabilir. Ankara'ya yeni konseptler sunan küreselleşme sürecinin etkileri ile başa çıkabilmek için geliştirilmesi gereken yeni mekanizmalara duyulan ihtiyaç yanında, Ankara; bu süreci aynı anda hem anlamaya çalışıp hem de dinamitlediği için, halkına bir vizyon vermekte zorlanmaktadır.


Ankara, sadece kendi ihtiyaçları üzerine bina ettiği bir şekilde ayakta kalamayacağını fark etmeye başlamaktadır. Küreselleşme, hiçbir ülkenin bir «ada» olmasına izin yermez. 
Entegre bir ilişkide bir çok aktöre, sivil toplum örgütlerine, topluluklara, özel sektöre, yerel otoritelere ve milli hükümetlere, bunların hepsine; milli yasa, mevzuat ve standartların yollarını tıkamasına karşı birlikte çözüm oluşturacakları bir işbirliği içinde yer almalarına ihtiyaç vardır. Bu reformlar, tabandan yukarı doğru dinamik bir yaklaşım gerektirirler. Hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerin tecrübeleri, milli ve yerel otoriteler tarafından yukarıdan aşağı empoze edilen yaklaşımın başarısızlığa uğradığını göstermiştir. Demokratik süreçlerin başarılı olduğu yerde takım çalışması / ortaklık da başarıya ulaşmıştır.

Türkiye gerçekten global bir oyuncu olmayı arzu etmekte ve dünya toplumu içinde daha büyük bir rol istemekte, ancak lider bir role sahip olmak için geçirmesi gerekli köklü değişiklikleri bütünüyle anlamakta başarısız olmaktadır. Türkiye, bir liderlik rolünü düşünmek için bile, önce karşı karşıya olduğu çürümüşlük, zayıf yönetim, etkisiz hükümet, çevresel bozulma, fakirlik, eşitsizlik, adaletsizlik, toplumdaki bütün sektörlerin katılımı gibi konularda somut çözümler üretmek zorundadır.


Uluslararası kurumların Türk vatandaşlarına, demokratik bir ortamda şikayetlerini dile getirmek için bir platform sunması, kaderin garip bir cilvesidir. Türkiye'nin AB adaylığı, Türk vatandaşlarına, kendi adalet sistemlerine güvenmedikleri bir ortamda bir çıkış yolu, bir alternatif vermektedir. Bu uluslararası avantajı kullanan Türk vatandaşları, Ankara aleyhine 2000'in üzerinde dava açmışlardır.


Liderlik yeteneği ve küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini yürütebilme kapasitesi olan bir siyasi temsilci, yapıcı ve ileri görüşlü oluşu dolayısıyla, yalnız milli düzeyde seçmen desteğini almakla kalmayacak, Türkiye'ye yaşadığı politik ve mali krizde destek olan güçlü uluslar arası topluluğunca da kabul görecektir.


Türkiye, Allah'ın lütfü olan jeostratejik konumu ile, uluslar arası toplumdan politik ve mali destek almaktadır. Ankara, bağımlı bir politika oluşturmamak ve stratejik öneminden dolayı, Türkiye'ye gerçekten var olan değeri nedeniyle Washington merkezli bir dış politikanın, kendisine her zaman gereken vakit, dikkat ve deneyimi sunacağına dair bir inanca kendini kaptırmamak hususunda dikkatli olmalıdır. Amerikan hükümeti görevlilerinin, her zaman Türkiye'nin karmaşık durumunu tam olarak anlayacak düzeyde deneyim, bilgi ve cesarete sahip olacaklarından her zaman emin olunamaz.


Son 25 yıldır Türkiye, ABD Dışişleri Bakanlığında Avrupa masası (EUR) bünyesinde; daha önce Yakın Doğu masasındaydı (NEA). Türkiye ile ilgili temel meseleler, geleneksel olarak, EUR kapsamında NATO ve SSCB ile; NEA kapsamında ise Arap-İsrail anlaşmazlığı çerçevesindeydi. Bu da şunu yansıtmaktadır: Türkiye, Coğrafi paradigması olan Doğu-Batı, Avrupalı - Asyalı (ve aynı zamanda Orta Doğulu), Müslüman ve Laik, Demokratik ve Otoriter, Pazar ekonomisine dönük ve Devletçi ikilemleri ile baş edebilecek derinlemesine tertipli profesyonel bir kadroyu geliştirmekte ve dolayısıyla sofistike / girift bir dış politika oluşturmakta başarısız olmuştur.


AB, Türk milleti için iyi tanımlanmış bir dış politikayı ihmal ettiğinden, Ankara'nın tek gayreti, AB ile aynı safta olmak ve görünmektir. Kendi potansiyelini anlamak ve Türkiye'nin çıkarları için diğer ülkelerin dış politikalarına dayanmamak ve güvenmemek gereğinin farkına varmak, sadece Türkiye'nin sorumluluğudur. Kendi kimlik ve kişiliğini yalnız Türkiye bilebilir ve anlayabilir. Türkiye, Türkiye'yi geliştirmek durumundadır. Türkiye, uluslar arası sahnede daha yenidir. İhtiyaçlarını ve meselelerini bir "Türk" içeriği ile anlatmak için oldukça yüksek derecede girift bir iletişim yeteneği geliştirmek ve Türkiye'yi anlamaları için diğer devletlerin dış politikalarına bel bağlamamak durumundadır, çünkü gerçekten anlayamazlar da!


Gelişmekte olan ekonomilerin artan orandaki riski, fakir ile zengin arasındaki farkı daraltabilme kabiliyetine bağlıdır. Bu farkın, küreselleşme olgusunun, bilgi tabanlı endüstrileri yaratması dolayısıyla açılması beklenmektedir. Arayı kapatamamak, gelecekteki Türk Liderlerin karşı karşıya kalabilecekleri en büyük engel olacaktır. Bu nedenle, Ankara'nın, reel sektör istese de istemese de, küreselleşmenin gerekliliğini anlaması şarttır. Bu konuda dünyada geçerli kurallara uyum sağlaması, uygulamak istediği kuralları seçip, kendi gündemine uymayanları reddetmesinin mümkün olmadığını anlaması gerekir.


Küreselleşmenin bir' diğer adı da şehirleşmedir, bu kavramlar el ele giderler.
 Medeniyet, bundan önce, bugünkü kadar, şehirlerdeki farklı unsurların böylesine bir arada yaşamak zorunda kaldıkları bir durum hiç yaşamadı. Bu şehirleşme eğilimi, mevcut şehir ve kasabalar üzerinde, önceden kestirilmeyen etkiler yaratmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, küreselleşme; gelişmekte olan ülkelerdeki şehirler, kasabalar ve köylerdeki insan yerleşim sorunlarını şiddetlendirmiştir. Hükümetler, geçmişteki edinilen tecrübe ve alınan derslerin bugüne uygulanamadığı, bu günkülerin de artık geleceğe de uygulanamayacağı bilinmeyen bir alana girmektedirler.

Şehirleşme merkezlerini bekleyen sorunların; aşırı kalabalıklaşma, fakirlik hastalıkları, belediye mali yatırımlarının yetersiz kalışı, hizmet sunumunda eksiklikler ve bunların sonucunda ortaya çıkacak eşitsizlik ve suç oranındaki artış olduğu söylenebilir. Eğer şehirleşme alanları etkin bir biçimde yönetilemezse, bu da, farklılığın tanımını , yalnızca maddesel değerlerden yoksun olmanın ötesinde, kişisel emniyet yokluğu ve güçsüzlük duygusu ile perçinleyecektir.


Şehirlerin artan önemi ve yerel yönetimlerin artan rol ve sorumluluğu Ankara'yı şehirleşme sorunlarına daha anlayışlı bir yaklaşımı içeren yeni bir şehirleşme stratejisi geliştirmek üzere güçlü bir şekilde motive etmelidir. Bu konuda bir örnek olarak, Türkiye'de şehirlerdeki gecekonduların tahliyesi gibi, dengesiz ve değişken bir sorun verilebilir. Eşitsiz arazi dağıtımı ve Ankara'nın hızlı şehirleşme karşısındaki yetersizliği, halkın büyük ölçüde yer değiştirmesi ve toprakla bağ kuramadan "Çadır"laşması ile sonuçlanmıştır. 1858 tarihli Osmanlı toprak kanunu, herhangi bir vatandaşın, kullanılmayan devlet arazisini talep etmesine ve kullandığı sürece de burayı işgal etmesine izin veriyordu. Kırsal alanlardan gelen göçmenler, büyük şehirlere gelince, doğal olarak, geleneksel bir yaklaşımla yasaya karşı geldiklerini dikkate almadılar. Yerel otoriteler de, feshedilmemiş tarihsel bir yaklaşım ve uygulamanın, işgalcilerin davranışına bir ölçüde meşruiyet kazandırdığını dikkate alıp, bir şehirleşme politikası izlemekte başarısız oldular. Şurası kesin ki, bunlar, son derece karmaşık sorunlardır, merkezi hükümetin esnek ve elastik politikalarına ve bu politikalar sonucu oluşacak yerel yönetimlere otonomi devri ve milli hükümet fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkaracak düzenlemelere ihtiyaç gösterirler.


Türkiye de yaşanan kriz; politik, ekonomik ve sosyal süreci, derinlemesine tahrik etmiştir. Ankara, karşısına çığ gibi çıkan sorunlarla boğulmuş durumdadır. Bilgi ve politik irade eksikliğinin, iç sorunlarını çözmekteki en büyük engel olduğunu kanıtlamıştır. Şurasını işaret etmek gerekir ki, bugün politik başarı; büyük ölçüde liderlerin, bilgi ve teknoloji ile şehir ve yerel yöntemler, milli hükümetler, sivil toplum, akademisyenler, araştırma kurumları, medya ve özel sektör arasındaki bağ kurabilme kabiliyetine bağlı olacaktır.


Bilgi, şu anda dünyadaki üretim vasıtasıdır, küresel olarak rekabet edebilmek ve fakirliği yenebilmek için anahtar faktördür. Yalnız bilgiye ulaşmak yetmez, bunun yanında, oldukça pahalı bir hammadde olan ve ülke nüfusunun büyük ölçüde eğitimli olmasını gerektiren bilgiyi üretme fırsatları da o kadar önemlidir. Türkiye'deki özel ve kamu sektöründe, araştırma ve geliştirme alanda yapılması gereken yatırımların mevcut olmayışı, çatışma ve kriz durumlarında etkin bilgi kullanımı imkanlarını ortadan kaldırmıştır. Bu husus, Türkiye'nin son birkaç krizinde görüldüğü kadar açık biçimde, hiç bir yerde görülmemiştir. Gelişen ekonomilerde ileri çıkan liderleri bekleyen en büyük sorun; bilgiyi yaratma, yönetme, dağıtma ve toplumun bütün sektörleri ile paylaşma sorunudur.


Dünya şu anda, hükümetlerden, uluslararası topluma olduğu kadar kendi halklarına da verdikleri sözleri tutmalarını istemektedir. Burada "sopa", uluslar arası sansür/denetim; "havuç" ise meşruiyet ve saygıdır.


Sayın Saka, Sayın Kaya ve ben, bu memorandum için göstereceğiniz ilgi ve dikkat için takdirlerimizi sunarız.


Saygılarımızla,


Ayla Bakkalli, Bakkali Şirketinin Başkanı 445 ParkAvenue Süite: 1040
New York City, New York 10022
E-Mail: Ayve@.Candide.net
Telefon: 917-886-9105 Faks: 917-322-2105

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder