12 Eylül 2012 Çarşamba

HEPİMİZ KOMPLOCUYUZ..

            ‘Komplocu’, genel ifadeyle entrika ile hedefine varanlar için kullanılan bir abiye tabirdir. Zira komplo da, mesela bir aşk romanı ve diğerleri gibi bir senaryodur aslında. İşte bu nedenle de, alışılmış ve kabul edilmiş olanın dışında ve ilerde olabilecek hadiselerin, bugün şüphesiz var olan indislerinin analizlerini yaparak, geleceklerini varsayımlayan (öngören), her tefekkür sahibini, ‘komplocu’ olarak tanımlamanın kaynağı sadece bilgisizlik veya aklınca da o insanları hafife aldığı sanılan, eblehçe atıfta bulunma kompleksidir. Çünkü komplocu(!) denilenler de diğerleri gibi sadece senaristtirler neticede.
            Tek farklı ve aydınlatıcı özellikleri ise, günümüz ve geleceğimizin patronu(!) olacak entrikaları ortaya çıkarmaya odaklanmış olmalarıdır, iyi ki de vardırlar aslında. Ki dinamik tefekkürümüzü yaşatıp gelecek hakkında prognostik tasarımlara ulaşarak, geleceğimizi planlayabilmemiz mümkün olsun. Bir özet ifadeyle de, uyanık olalım sonuçta birilerinin tufalarına gelmeyelim diye!

            O halde komplocu olmadan şimdi biraz komplo tasarlayalım isterseniz. Biliyoruz ki küreselcilik denen son günlerin bir salgın hastalığı var. Nedir bu, aslında ihtiras konusunda hudut tanımayan Âdemoğlu’nun ya da şeytan-tanrı’nın, binlerce yıllardan beri içinde gizlediği, tek dünya devleti iktidarı özlemi. Osmanlı da bu işin peşine çok düştü ama o da koca dünyanın 600 yıl sonra da olsa, tek ele bırakılamayacağını anladı. Yani tanıdığımız eski bir Âdemî hastalıktır bu netice itibarıyla, yeni bir şey değil. Şimdi ise bu eski hastalığı küreselcilik yaftasıyla yeniden yutturmaya kalkıyorlar. Tabii bu durumda, tek dünya devletinin de kolay yönetilmesi adına, ağırlıklı olarak tek bir dini temel alması gerektiği de kendiliğinden anlaşılıyor.
            1500 yıldan beri arkasına milyonları takmış İslamiyet’in, idari kamusal açıdan da en kolay yönetilir, itirazsız, masrafsız ve mütedeyyin ümmet profiline sahip, kaderci Müslüman kimliği, istenilende de öte ideal bir dünya devleti vatandaşı portresidir. Ne var ki bu İslâmi profil biraz daha yumuşatılarak iyice şirazesinden ve Hz. Muhammed İmametinden saptırılıp, Vatikan doktrinerliğinde, çağdaş Batı dünyası için de hazmedilir bir kıvama getirilmeliydi. Bir yandan Pensilvanyalı vaiz Fetullah’ın okulları bu amaçla açılıp, global mütedeyyin İslam dünyası yeniden yapılandırılırken, aynı bağlamda Türkiye ayağında da yapılan ve planlananlar ortadadır.
            Cemaat okulları mezunlarının, devlete, kamu dairelerine, milli emniyete, polise, Adalet sistemine, orduya sızdırılıp idari pozisyonların, karar mercilerinin ele geçirilmesi ve ülkemizin de giderek Atatürkçü, laik Cumhuriyetçi yapıdan uzaklaştırılma devinimi içinde, zorunlu olarak bugünkü kaotik yapının ortaya çıkması, hep bu küreselci entrikanın ürünüdür. Bütün bu organizasyonlar ve ince ayarlar, adım adım hedefe yürüyen sistemli bir ana kurgunun (entrikanın) – yenidünya düzeni – detaylarıdır.
            Birde bu çalışmaların, bilimsel-ruhanî ayağı var hiç şüphesiz. Yani iç içe ya da paralel evrenlerin, mikro kozmos spirallerinden, quantum holografisine kadar uzanan değişkenleriyle, parametreleriyle oynayan asimetrik ayağı. Bu bağlamda şimdi size misal olarak bir isim vereceğim. Ahmed Hulusi adlı bir araştırmacı yazar. Kuran tefsiri ve başka kitapları da var, bedava da olunca(!) her bilgisayar’a bir tane olacaktır mutlaka. Ama bu kuyunun da suyunun bir yerlerden dolması gerekmiyor mu? Hani Pensilvanyalı vaizin kesesi(!) gibi. Ne hikmetse kendisi de Türkiye doğumlu, muhtemelen de Türk asıllı olduğu halde, Okyanus ötesi ikametgâhlı milliyetsizlerden biri aslında. İsmi tıklayıp tetkik edince anlayacaksınız.
            İlginçtir, İslamın hala bitmeyen tartışmasını, okuduğu 3-4 İslami tasavvufçu ile çözümlemiş ve yapıtlarını seküler bir kılavuz(!) haline getirmiş bir muhterem. İşin daha da ilginç olan yanı, vatansız bir dinin propagandası yaptığı, ele aldığı veya yola çıktığı öğenin – nedense -, bizden öncekilerin hatalı yolda olabilecekleri fikrinin, daha çok ilgisini çekmiş olması da bir diğer yanı. Ayrıca Batıda bile günün en tutarlı(!) teması Kuran ve şifreleri de, sahneyi tamamlayan(!) diğer olmazsa olmazlar arasında tabiatıyla.
            Oysa biz çok iyi biliyoruz ki, bizden öncekilerin hatalı olabileceği gibi bizden sonrakilerin hatasız olacağı da görecelidir. Çünkü akıl zaman ve mekânda değil ona sahip olan baştadır. Yoksa bir Hz. Muhammed, bir Mustafa Kemal vb. nasıl olabilirlerdi.
            Yani bu durumda neresinden baksak, yenidünya devletinin yukarda açıklamaya çalıştığımız dinî mizanseni çıkıyor karşımıza, Türkiyemizin değil. Ama biz Türküz, Atatürkçü, Ulusal Birlikçiyiz ve de Misak ı Millimiz müktesebatımızdır. Yenidünya devleti de bizi zerre kadar ilgilendirmiyor. Pekiyi, biz bu işlerin neresindeyiz? İşte işin o tarafı çay, kahve, gazoz. Bir de, daha önce figüran bile olmayanların gökyüzünden peş peşe bu parodi dünyasına, birden bire yıldız olarak düşmeleri ise, işin izah edilemeyen diğer bir yanı, bilmem anlatabildim mi? Ben böyle ani zorlamalardan oldum olası hep huylanmışımdır. Hani durduk yerde yengem beni neden öptü misali.

            Şimdi işin çok daha ilginç ve müşterek komplomuzun da can alıcı noktasına dayandık artık. İşte yukarıdakiler sıralanınca, yarın bir gün dünyanın önceden sistematik olarak adım adım kıvama getirildiği bir zaman diliminde, dünya genelinde birden bire ve her yerde aynı anda, bir ilâhi ışık (Nur) bir anda gökyüzünden yere iniverse ne olur. Arkasından da kuvvetle muhtemel, elinde yeni Kuranıyla - Pensilvanya ve Vatikan işbirliği ile belki de hala tasarımda olan - bir evrensel peygamberin, bütün dünyevi kaosu çözmekle görevlendirilmiş olarak dünyaya indirildiği – herhalde Kâbe veya Mekke’ye – müjdesi(!) verilse ne yapardınız?
            Tabiatıyla da bu sorunun sorulacağı o zaman diliminde, bizlerin nesillerinden kimse ortada olamayacağına göre ne cevap vereceklerini bilemiyoruz. O dönem, 4 lük modifikasyona(!) uğramış yumuşak Müslümanlarla(!) veya doğmatik mütedeyyinlerle ya da uyurgezerlerle – ki onlara artık Müslüman da denemeyeceğine göre - dopdolu bir dünya oluşacağından, sorumuzun muhatabı onlar olacak ve sorumuz da tabiatıyla havada kalacaktır. Dikkat ettiyseniz, çeşitli olaylar, sorular ve algıların sarmalında kalan güncelimize herhangi bir ağıt yakmıyorum. Bunun nedeni ve tüm sorularımızın cevabı, kurgumuzun ucunda ki gelecekte yatıyor da ondan. Ayrıca bazı akil ve gönül dostu köşe yazarı kardeşlerimiz de o konuları detaylı irdeliyorlar nasıl olsa.
            Bu komplomuz asla ütopya değildir. İyi bilin ki bu dediklerimizi bugün dahi realize edebilecek durumdadır teknoloji ki, yarın haydi haydi. Ne var ki dünya henüz bunu yiyecek kıvamda değildir. Çünkü güncel nesiller henüz fazla uyanıktır. Mesele de aslı burada yatan, bir ekseriyet meselesidir anladığınız gibi. Ve iyilerin çoğu kötü, uyanıkların çoğu da uykuda olursa yapılabilir bazı şeyler(!) ancak.
            Şu anda bile başımızda ki pilli kuklalar yüzünden, savaşmadan kazanan bir düşman yaratmaktayız. Ve bununla da bir ilk olarak tarihe geçiyoruz, hem de bir zamanlar Sevr’e tekmeyi basmış Lozan galipleri(!) olarak. Herifler kendi aralarında kimbilir halimize nasıl gülüyor, nasıl dalga geçiyorlardır bizimle. Aslında Amerikalı aşüftenin, bizim ne bakanı olduğunu bir türlü çözemediğimiz Davutoğlu ile çaklaması, durumun da ne kadar ciddi(!) olduğunu size açıklamıştır nasıl olsa.

            Şimdi hiçbir tedbir alınmazsa güzel mavi planetimiz o zaman ne olur, nice olur. Çünkü adı SÖMÜRGEN olan yeni bir hayvan türü daha, bu yenidünya’nın geri kalan tüm sömürülenleri tarafından tescil edilmiş olacaktır. Ve bizim için de komplocuydular diyeceklerdir çok muhtemel.

                                                                                                      Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder