28 Nisan 2015 Salı

FAL DEĞİL ÖNGÖRÜ..

            Gelecek günlerin sürprizi ne olur sorusuna; kendi adıma AKP’nin çürümemiş köklerinden oluşacak ve çürümüş gövdesinden ayrışacak Y-AKP (yeni AKP) ile Y-CHP’nin muhtemel bir izdivacının, büyük olasılık taşıması olur cevabını veririm. Pekiyi bu izdivaçtan nasıl bir çocuk doğar sorunuzun cevabını da, burada yine sizlerin yorumlarınıza bırakmayı tercih ederim.

            Ne var ki doğacak çocuktan sonrasını ele almak, daha aydınlatıcı olacaktır bizim için, demek de isterim. Özetlersek; muhtemelen bizim kuşak göremeyebilir; ama gelecek kuşaklarımız işin sonunda, neresinden bakılırsa bakılsın, bu ülkede mutlaka özü halk tabanından oluşan ve bir zamanların dış kaynaklı Bolşevik İhtilaline de hiç benzemeyen ve tamamen milli kaynaklar endeksli büyük bir emekçi devrimine - yani gerçek halk ihtilaline - şahit olacaklardır.

Öyle ki bu büyük devrim dünya genelinde de, bir üçüncü dünya harbinin çevresinden dolanarak, tüm sömürülen halkların lehine, sermayenin el değiştirmesini tetikleyecek ve tarihte yepyeni bir sayfa açarken, belki ihtilal başlangıçta yine kendi evlatlarını yiyecektir; ama bir dünya harbine gerek kalmadan, yeni ve ortak bir evrensel başlangıç da sağlanmış olacaktır. Ve bu İhtilal, üçüncü dünya harbini engelleyebilecek tek güç olarak da açıklanabilir. Çünkü bu olmadığı veya daha da geciktiği takdirde, doymak bilmez liberal ihtiraslar nedeniyle, belki de neslimizin sonunu getirecek yeni bir dünya harbi, esasen kaçınılmaz olacaktır.

Y-CHP ile Y-AKP izdivacı, maalesef liderini bulamadığı nedeniyle geciken halk devrimine, yeni liderin de süreçle olgunlaşması bağlamında zaman kazandıracak, inanın ki en olası senaryodur. Ne ki oluşacak koalisyonda, bir üçüncü tepegöz ve emniyet valfi olarak başlarında usta hipotez adamı ve milli hakem Perinçek ile birkaç milletvekilinden oluşan bir Vatan Partisi mevcudiyetinin oluşması da, mutlaka gerekmektedir. Meclis ciddiyeti, yeni yasa teklifleri, revizyonları, iç/dış ekonomi, adil düzen, özgün ferdi icraatlar yan yana konulduğunda, bu siyasa olgusuyla yaşanacak yeni meclis dönemi, diğer taraftan halkı da eğiteceğinden, gelecek dönemlerin de garantörü olacak ve halkla birlikte kendisi de olgunlaşacaktır.

Tavrını veya seçim programını açık seçik oluşturamayan MHP’nin bu yeni hükümet resminde yeri ne olur diye sorulursa; bu tamamen MHP’nin bundan sonraki tutumuna bağlıdır. O şimdilik milli misakın muhafızı olsun, tarihi onuru ve şerefi itibarıyla kendisi ve ülkemiz için bu da yeterlidir. Beis yok, nasıl olsa meclise bir taraf oluşturacak kadar vekil de sokacaktır. Her şeye rağmen bununla yetinmeyip Y-AKP ile oluşturmayı düşüneceği bir koalisyon ise, iki partinin de geleceğini daha da karartmaktan başka bir işe yaramayacak ve sonuç ülkemiz adına yeni bir hüsran dönemi daha oluşturacaktır. Bu durumunsa milletimizden başka kaybedeni olmayacaktır.

Yukardaki resim beni de tatmin etmiyor aslında. Bu sadece benim analitik öngörümdür. Gönlümde yatan bu değildi yoksa. Ne var ki bugünkü millet henüz bir Vatan Partisi ittifakına hazır olgunlukta değildir. Ve halen olgunlaşma safhasında olduğu için de, artık başka beklentilere, alternatiflere de vakit kalmamıştır. Şimdi bir tarafı tutuşmuş olan Otağımızdan, neyimizi kurtarabiliriz hesabına odaklanmak zorundayız acilen.

Çünkü bu duruma da ne yazık ki, içinde uyumakta olduğumuz kör olası ataletimiz yüzünden, aslında kendi kendimizi düşürmedik mi? Demek oluyor ki, böyle başa böyle tıraşla yetinmek zorundayız şimdilik. Dolayısıyla bu durumdan şimdi şikâyet etme hakkımız da kalmıyor. Yani kendimiz ettik kendimiz bulduk. Allah beterinden korusun diyelim hiç olmazsa.

Önümüzdeki Haziran seçimleri ise doğruyu yakalayıp kendini temize çıkarmak isteyenler için son ve fevkalade bir fırsattır. Şimdi artık bu makûs durumumuzun failleri olan başımızdaki devşirmelerden ve içimizdeki beslemelerinden kurtulma vakti gelmiştir. Zaman şimdi aklımızı başımıza aldığımızı ispat etme vaktidir de artık. Ve hala bir beynimiz olduğunu hatırlamamakta ısrar edersek, bunun son seçimlerimiz olacağını da öğrenmişiz demektir çünkü. O halde top sizde artık hemşirelerim, biraderlerim ve gençlerimiz. Oyun da bitmek üzere, ona göre bu son şansınızı çok iyi kullanmak zorundasınız…


Mahalle aralarında bile buldukları her boşluğa beton mezarlarını dikiyor işkembeci yandaş mütaitler – müteahhit de denemez bu vasıfsız tayfaya -. Ne ot kaldı ne de çimen. Ağaçlarsa şimdiden tarih oldular. Alt yapı yok üst yapı yok. Ama bütün inşaatların reklam panolarında, nerede oldukları belli olmayan yeşil alanların resimleri var. Ve bol manzara garanti ediliyor. Denize iki kilometreden bile uzakta olan yarı bitmiş konutlarsa, sahil evleri yaftasıyla boşuna müşteri bekliyor.

Resimlerde görünen o yeşil alanları ise bitmiş veya bitmek üzere olan beton yığınlarının, gözün alabildiği çevresinde bile bulabilmeniz mümkün değil. Varsa yoksa yarı bitmiş veya öyle de kalmış beton mezarlıklara dönüştü güzel ülkemiz. Hangi rezaleti sayalım ki daha. Hepsi de birbirinden yürek ezici. Yalan, dolan ve sahtekârlık bataklığında boğulan kokuşmuş bir düzende, insanı yaşamından bezdiren küflü, iğrenç bir havayı birlikte teneffüs ediyor olduk dostlar.

Toplum mühendisi değil aslında toplum mimarı demek daha doğru olur. Çünkü mühendis, hesabında doğruyu bulur bulmaz, kazmayı hemen tam on ikiden gözünün üstüne radikal vurur. Oysa mimar çevre, doku, tarih, uyum ve estetik gibi olmazsa olmaz daha farklı doğrulara da ihtiyaç duyar. Ve mühendisle ayni bilimsel değerlere sahip olduğu halde, gerekirse tam on iki yerine, onlara hatta dokuzlara bile vurur kazmayı. Şimdi bir de bu perspektifle bakın, içinde boğulduğunu hissettiğiniz, yeşilinizin ve havanızın gasp edildiği beton çevrenize. Ve mimarınızı arayın lütfen, tabii onu bulabilirseniz!


Elindeki bütün milli kaynakları yok pahasına satılmış ve samanını bile – ki yuh olsun ervahına artık - dışardan getirmek zorunda bırakılan, yaptığı ithalat bağımlı kısıtlı ve çakma sanayi ihracatıyla bile ancak dış borçlarını katlayan bu millete, iş ve aş imkânı olarak, kendi topraklarını delip deşerek betona boğmaktan başka da bir olanak bırakılmadı ki.

Aynı bağlamda tufaya getirilen ve kendilerine uygun rayiçle sözde ihale edilen pahalı hazine topraklarına daha inşaata bile başlamadan önce, efendilerini şişirmek zorunda bırakılan bu yandaş mütaitler, neredeyse bir öğlen karavanasına ve toplu taşıma servisine çalıştırdıkları taşeron işçilerini, canlarını çıkarırcasına ırgalayarak kısa zamanlarda yükselttikleri bu beton kulelere boşu boşuna alıcı beklerken, nasıl tufaya getirildiklerini de ister istemez anlamak zorunda kalıyorlar. Ama diğer yanda atı kapan çoktan Üsküdar’a atlamış oluyor. Yani İsviçre Bankalarında hesap üstüne hesaplar açılıp duruyor. Yandaş biraderler de ha babam milletin bağrını delip – pardon a..sına koyup – duruyorlar.

Taşeron işçilerin çoluk çocuğu yırtık giysiler, şıpıdık terlikler içinde donarak, kendi bayramlarını bile içlerine gömdükleri hıçkırıklarıyla kutlamak zorunda bırakılırken, haramzade yandaşların çocuklarının ötekiler donarken, kış günlerinde yaşadıkları yaz tatillerini, daha ne zamanlara kadar yapacaklarını sanıyorsunuz. Hadi gel de artık, tünelin sonunda ilk ışıkları görünmüş olan emekçi-halk devrimini, böyle kafalara anımsatma şimdi. Hem de bu durumun sadece ülkemize ait bir rastlantı olmadığını, aslında küresel bir dert olduğunu ve çok uluslu sermaye şiştikçe, yokluğumuzun doğru orantıyla katlanarak arttığını da bildikten sonra…

Sonuç olarak Amerika mamerika değil; ama konuya doğru bakınca ve eşyanın tabiatı gereği de emekçi ihtilalini ileri bir vadeye sarınca, yukarda olasılığından bahsettiğim senaryonun, bilhassa da aklanmaya şiddetle ihtiyaçları olan mütedeyyin AKP’liler ve huzur arayan bizatihi seçmenleri adına; ki bunlara ABD’nin zamana olan acil ihtiyacı da dahildir, Türkiye’nin en büyük muhalefet Partisi – ki hepsi biter CHP hep yaşar -  CHP saflarında yer almanın neden önemli olduğu, nasıl bir kurtuluş yolu ve bulunmaz bir terapi olacağı kendiliğinden anlaşılıyor olmalıdır artık. Şimdi hazırlanıp bekleyelim o zaman. Aynı senaryoyu sahnede de daha detaylı göreceğiz nasılsa…
                                                         
                                                                                     Serendip Altındal

 

            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder