21 Eylül 2013 Cumartesi

YURTTAŞ DEĞİL ZORAKİ VATANDAŞ..

Sokağa çıktığımda etrafıma bakınıyorum; çevremde farklı ya da düşmanca bakan, bizden olmadıklarını adeta suratlarımıza bağıran, hatta farklı kokan bir sürü adam, kadın çarpıyor gözüme. Acaba bu çevrenin yabancılaşması değil de, yoksa bende asosyal paranoidal bir kişilik bozukluğu mu başladı diye kendi kendime soruyorum. Fakat sonra çevremdeki dostların çoğunluğu da görüşlerimi paylaşınca, içim rahatlıyor. Hele aynı görüşleri statiksel rakamlardan da alınca, doğru yolda olduğumu bir kere daha anlıyorum. Yalnız İstanbul'umuz da 400.000 den fazla Suriyeli olduğu düşünülürse, buna tüm yurt genelinde ki diğer yabancıların sayısının dâhil olmadığı da temel alındığında, endişe duymamak mümkün olabilir mi?

            Ülkesinin ve vatandaşlarının en zor günlerinde yurdunu terk eden adama, adam denir mi? Ne oldukları ortada. Çoğunluğu militan yaftalı yamyam cürufu ile göbek bağı olan paralı askerler, bir kısmı aktif ajanlar, belki küçük bir kısmı da amatör transferler. Yani neresinden baksanız iki ucu boklu değnek. Bizi ilk önce alakadar edense, sanki bizdekiler yetmiyormuş gibi, çoğunluğu kanı bozuk olan ve yakın vadede bir kaç milyonun üstünde zorunlu yurttaşımız veya yeni seçmenimiz de olacak demektir ki, vay başımıza gelenler. Ve bu çürüğün faturası sandık başında, yine bu aziz yurdun gerçek sahibi misak ı milliyeci ve gururla Türk olduğunu haykıran, Atatürkçü vatanseverlere yazılacaksa kötü ki, öyle de gözüküyor.
           
            Yüzde on barajı, oynak seçmen sayıları, parmak boyası, çakma dijital veriler, mükerrer oylar vs. gibi AKP seçim klasiği olmuş açmazlara takılıp kalırken, esas bomba olan zorunlu yurttaş seçmenler (ZYS) konusuna nasıl bakıyor acaba, sayın muhalefet. Çünkü yeni modamız bu oldu artık. Ve bu güruhun da seçim hakkı olursa, her ne kadar bizim sırtımızdan besleniyor olsalar da, velinimet sultanlarına oy verecekleri kesindir.
 Allah korusun; ama yine oldubittiye getirilip bir seçim süresi daha AKP'ye tahammül etmek zorunda kalırsa, ne olur bu ülkenin hali? Bu soruyu, özellikle de Erdoğan belasını başımıza musallat eden, şimdi ise gölgeye yatmış, bir gözünü kuma dayarken diğeriyle kurnazca etrafı kesen Baykal cevaplamalı diye düşünüyorum.
            Öyle ya, kendisi bir zamanlar Erdoğan'ın en fazla korktuğu ve ciddiye aldığı bir muhalefet lideriydi. Baktılar ki kendisiyle baş edemeyecekler, hemen cemaat militanlarını devreye sokarak, bilgisayarlı arcade(!) oyunlarıyla kendisinde, kısa devre oluşturup havlu atmasını sağladılar. Koca Baykal bu kadar ucuza gelmemeliydi.
Ve o gün bugündür ne yazık ki, zamanında bizi iyi yediği(!) ideallerini de artık bir kenara bıraktığı gözüküyor. Rahmetli Hablemitoğlu, aslında hepimize bulaşan cemaatin bütün herzelerini belgelerle (oku. Köstebek) ortaya koyunca ve kendisiyle baş edemeyeceklerini de anlayınca, ışığını söndürdüler; ama ne oldu, kendisi bugün herkesten fazla delikanlı olduğunu da ispat etmiş oldu. Yani daha fazla yaşayan, daha fazla adama dönüşüyor da, yoksa biz mi bilmiyoruz…

Çakma Ergenekon mahkemeleri ile devre dışı bırakılan ve siyasi potansiyeli olan asker, sivil diğer vatanseverlerimizi saymazsak, şimdi ortada kala kala bir gariban, deneyimsiz; ama sapına kadar iyi niyetli, dürüst ve insan evladı Kılıçdaroğlu kaldı artık. Bahçeliye ne hikmetse fazla güvenemiyorum. Başka da zikredecek isim yok esasen ortada. Yoksa biz mi görmüyoruz...

Şimdi böylesi bir ortamda, artık ülkemizin tahammülünün de kalmadığı, muhtemel yeni bir seçim başarısızlığının faturasını da kimse, bunu en son hak edecek Kılıçdaroğlu’na yazmaya kalkmasın. Çünkü bu sadece haksızlık değil; ama hepsinden öte de büyük bir günah olur. Ona göre! Haksızlık yapmak yerine kendi yüreğinizi ortaya koyun. Şikâyeti olan partiye sahip çıksın. Herkes şapkasını önüne koysun, durum değerlendirmesi yapsın ve kendi katkı payını objektif olarak yorumlasın o zaman. Henüz daha vakit varken Beyler.

Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder