Sokağa çıktığımda etrafıma bakınıyorum; çevremde farklı ya da düşmanca bakan,
bizden olmadıklarını adeta suratlarımıza bağıran, hatta farklı kokan bir sürü
adam, kadın çarpıyor gözüme. Acaba bu çevrenin yabancılaşması değil de, yoksa
bende asosyal paranoidal bir kişilik bozukluğu mu başladı diye kendi kendime
soruyorum. Fakat sonra çevremdeki dostların çoğunluğu da görüşlerimi
paylaşınca, içim rahatlıyor. Hele aynı görüşleri statiksel rakamlardan da
alınca, doğru yolda olduğumu bir kere daha anlıyorum. Yalnız İstanbul'umuz da
400.000 den fazla Suriyeli olduğu düşünülürse, buna tüm yurt genelinde ki diğer
yabancıların sayısının dâhil olmadığı da temel alındığında, endişe duymamak
mümkün olabilir mi?
Ülkesinin ve vatandaşlarının en zor
günlerinde yurdunu terk eden adama, adam denir mi? Ne oldukları ortada.
Çoğunluğu militan yaftalı yamyam cürufu ile göbek bağı olan paralı askerler,
bir kısmı aktif ajanlar, belki küçük bir kısmı da amatör transferler. Yani
neresinden baksanız iki ucu boklu değnek. Bizi ilk önce alakadar edense, sanki
bizdekiler yetmiyormuş gibi, çoğunluğu kanı bozuk olan ve yakın vadede bir kaç
milyonun üstünde zorunlu yurttaşımız veya yeni seçmenimiz de olacak demektir
ki, vay başımıza gelenler. Ve bu çürüğün faturası sandık başında, yine bu aziz
yurdun gerçek sahibi misak ı milliyeci ve gururla Türk olduğunu haykıran,
Atatürkçü vatanseverlere yazılacaksa kötü ki, öyle de gözüküyor.
Yüzde on barajı, oynak seçmen
sayıları, parmak boyası, çakma dijital veriler, mükerrer oylar vs. gibi AKP seçim
klasiği olmuş açmazlara takılıp kalırken, esas bomba olan zorunlu yurttaş
seçmenler (ZYS) konusuna nasıl bakıyor acaba, sayın muhalefet. Çünkü yeni
modamız bu oldu artık. Ve bu güruhun da seçim hakkı olursa, her ne kadar bizim
sırtımızdan besleniyor olsalar da, velinimet sultanlarına oy verecekleri kesindir.
Allah korusun; ama yine
oldubittiye getirilip bir seçim süresi daha AKP'ye tahammül etmek zorunda
kalırsa, ne olur bu ülkenin hali? Bu soruyu, özellikle de Erdoğan belasını
başımıza musallat eden, şimdi ise gölgeye yatmış, bir gözünü kuma dayarken
diğeriyle kurnazca etrafı kesen Baykal cevaplamalı diye düşünüyorum.
Öyle
ya, kendisi bir zamanlar Erdoğan'ın en fazla korktuğu ve ciddiye aldığı bir
muhalefet lideriydi. Baktılar ki kendisiyle baş edemeyecekler, hemen cemaat
militanlarını devreye sokarak, bilgisayarlı arcade(!) oyunlarıyla kendisinde,
kısa devre oluşturup havlu atmasını sağladılar. Koca Baykal bu kadar ucuza
gelmemeliydi.
Ve o gün bugündür ne yazık ki, zamanında bizi iyi yediği(!) ideallerini
de artık bir kenara bıraktığı gözüküyor. Rahmetli Hablemitoğlu, aslında
hepimize bulaşan cemaatin bütün herzelerini belgelerle (oku. Köstebek) ortaya
koyunca ve kendisiyle baş edemeyeceklerini de anlayınca, ışığını söndürdüler;
ama ne oldu, kendisi bugün herkesten fazla delikanlı olduğunu da ispat etmiş
oldu. Yani daha fazla yaşayan, daha fazla adama dönüşüyor da, yoksa biz mi bilmiyoruz…
Çakma Ergenekon mahkemeleri ile devre dışı bırakılan ve siyasi
potansiyeli olan asker, sivil diğer vatanseverlerimizi saymazsak, şimdi ortada
kala kala bir gariban, deneyimsiz; ama sapına kadar iyi niyetli, dürüst ve
insan evladı Kılıçdaroğlu kaldı artık. Bahçeliye ne hikmetse fazla
güvenemiyorum. Başka da zikredecek isim yok esasen ortada. Yoksa biz mi
görmüyoruz...
Şimdi böylesi bir ortamda, artık
ülkemizin tahammülünün de kalmadığı, muhtemel yeni bir seçim başarısızlığının
faturasını da kimse, bunu en son hak edecek Kılıçdaroğlu’na yazmaya kalkmasın.
Çünkü bu sadece haksızlık değil; ama hepsinden öte de büyük bir günah olur. Ona
göre! Haksızlık yapmak yerine kendi yüreğinizi ortaya koyun. Şikâyeti olan
partiye sahip çıksın. Herkes şapkasını önüne koysun, durum değerlendirmesi
yapsın ve kendi katkı payını objektif olarak yorumlasın o zaman. Henüz daha vakit
varken Beyler.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder