Erdoğan ve şürekâsının artık iyice gemi azıya aldıklarına bakılırsa;
ABD & AB global şirketler Gladyosundan bir şekilde sonuna kadar destek
alacakları garantisine, başka da alternatifleri kalmadığından, umutsuzca bel
bağlamak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Almanlar, "Mit gegangen, mit
gehangen" birlikte gittik, birlikte asıldık derler. Zira durum görüldüğü
üzere, AKP ve Erdoğan adına, artık bu kerteye de gelmiştir. Oysa diğer yanda
AKP cuntasına karşı başlatılan milli direnişi destekliyor gözükürken gerçekte
ikili oynayan, sanal aydın(!) ve çakma özgürlükçü(!) Batı dünyasının, aslında
ne kadar acınacak durumda olduğu da kendiliğinden anlaşılıyor.
Bazı
sivri akıllıların farklı ekstremlere yordukları, Gezi Parkı yaftalı milli
direnişin temelinde, kendi geleceğini kendisi tayin etmek isteyen özgür genç
dimağların ve onları adam evladı saygın bireyler olarak topluma kazandırmış
büyüklerinin, emsalsiz bir dayanışma ile ortaya koydukları bir milli birlik
coşkusu yatıyor. Bu en doğal direnci bile farklı noktalara saptırmaya çalışan
çabalar, neticede akamete uğramak zorundaydılar, öyle de oldu zaten.
Erdoğan’ın
yerinde şayet ruhsal balans özürlü ve çağ ötesi bir tiran yerine, aklı yerinde,
siyaset etiğinde, onurlu bir lider olmuş olsaydı, iktidarının içine düştüğü
böyle bir açmazda, bir dakika bile kaybetmez, hemen istifa ederdi. Ne ki,
Erdoğan istese de bunu yapamaz şimdi. Son tramvayı kaçırmıştır artık. Çünkü
misyoneri olduğu misyona kendisini atayanlara ihanet etmiş olurdu ki, işte bu
da onun sonu demek olurdu. Ne var ki, bu kadar tecrübeden sonra yeni bir
Neron'a, Roma’yı yine yakması için göz yumacak enayi kaldı mı hala bu dünyada.
Hele de Türk adlı zeki ve güçlü bir milletin diyarında.
Kendisine
destek vermeye devamla yükümlü olanlar, anlaşılan ona; "sen işi bir iç
savaşa kadar götür, gerisini biz hallederiz" vaadinde bulunmuş olmalılar. Nitekim
Obama'nın, Birleşik Devletlerin siyasi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek,
Çin'i ziyaret ediş nedeni, ilk önce bizi vuracak olan yeni Ortadoğu manevrası
için, icazet arayışı olabilir mi acaba? Çünkü en yakın komşumuz Rusya yerine,
uzaktaki Çin ile böyle bir senteze girmeye çalışması, tanıdığımız Amerikalı
adına bize daha makul görünüyor.
Ama Asya güçleri nereden baksalar, Ortadoğu’da kalıcı bir yerleşim
güvencesi (Kürt’le veya değil) arayan Amerika'nın bu en kritik bölgede her
türlü mevcudiyeti, sadece Ortadoğu için değil (çünkü şer teknolojisi yerinde
saymayacaktır), bütün Asya devletleri için uzun vadede, sinsi bir şer
kaynağından başka da bir getiri asla sağlamayacaktır. Bir engerek yılanıyla ne
kadar süre yatağınızı paylaşabilirsiniz ki. Kendi adıma ehlileştirilmiş bile
olsa, bırakın yatağımı paylaşmayı, onu civarımda bile istemezdim.
Nasıl
bir zamanlar bütün yollar Roma’ya çıkmışsa, şimdi de her yol Amerikanın tasfiye
edilmesine veya en azından tam bağımsız, bunu hazır kıta iştiyakla bekleyen kendi
federe devletlerine minimize edilmesine çıkıyor. İşte global beladan
kurtulmadan, global huzura ermenin bundan başka da bir yolunun olmadığının
farkındadırlar hiç şüphesiz, binlerce yıllık toprakların sahibi Asya devleri
de. Bekleyelim ve görelim bakalım. El mi yaman bey mi?
Vesayet,
veraset, filan konularıyla 60'ları hala tartışan, bu iki dönemi hala birbiriyle
mukayese eden; ama prensipte iyi niyetli ve bu vatanın evladı olduklarını
bildiğimiz bazı dostlarımıza, sırası gelmişken bir öneride bulunalım.
Kendilerini
fazla zorlamasınlar ve lütfen iyi bilsinler ki; bu ülkede şayet makûs bir
Menderes dönemi yaşanmamış olsaydı, evvel emirde "Memleketin
Efendilerini" yetiştirecek olan Köy Enstitüleri kapatılmayacak, bugün
ilkel bulduğumuz, feodal devlet yapısı tarihe gömülecek, çağlar ötesinin
hastalığı olan sinsi şeri devlet olgusu, Batı dünyasında olduğu gibi ebediyen tasfiye
edilecek ve Türkiyemiz bugün belki de dünyanın bir numaralı refah devi olacaktı.
Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra başlayan yüce Atatürk'ün tam
bağımsız milli ekonomisiyle, ilk 15 yıl gibi o kısacık dönemde bile, dünyanın
bir numaralı kalkınan ülkesi nasıl olduysak; bir de bunun üstüne dolu dolu
Kemalist ilkelerle yaşanmış bir 90 yıl daha konulabilseydi şayet, kimbilir neler
olurdu. Bilmem anlatabildim mi?
Ne
var ki, Menderesle başlayan makûs dönemde, acemilik ve çaresizlik içinde, sanki
hibe ediliyormuş algısıyla, üstüne balıklama atladıkları, mandacılığa yeni
soyunmaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri adlı iblisin, Marshall Yardımı
adlı uzun vadeli sinsi sömürü kredileriyle (aynısını bugün, sömürü projeleri
kapsamında Dünya Bankası veriyor), bir anda kendilerinin ve de ülkemizin elini
kolunu bağlayıp, yedi düvel galibi şerefli TC Türk Milletini, kendileri gibi
onursuz bir Amerikan ümmetine dönüştürdüler.
Ondan
sonra şerefsizlere, daha şerefsizce tavizler verilmeye başlandı. Atatürkün, ülkemizin
geleceği olarak öngördüğü milli güvenlik ve erdem okulları (Köy Enstitüleri) kapatıldı.
Milli eğitim kuşa çevrilip adeta Amerikan ruhban eğitimine dönüştürüldü. Vakıf
ve misyoner okulları açıldı. Yeni Dünya denen pembe hayaller(!) ülkesine, beyin
göçleri başlatıldı. İnönü’nün arkasında borçsuz bıraktığı milli ekonomi.
Gırtlağına kadar Dolar borcu batağında boğuldu. Atatürk’ün Rus tarımcılarına
iki yıl da yaptırmış olduğu toprak ve tarım reformu, tozlu arşivlere gömüldü ve
toprak reformunun üstüne sünger çekildi, vesaire, vesaire.
Hele de işin bu yanı, kendisi de büyük bir toprak ağası olduğu için,
kimbilir nasıl da işine yaramıştı Menderesin. Ama nasibi olmadı işte. Hepsi oldubitti,
neticede ne oduysa bu onurlu millete, bu güzel ülkeye oldu ve yazık da oldu aslında.
Bugün bize o dönemle aynı şartları hem de katmeriyle yaşatan ve ülkeyi milli
kaynaksız da bırakan - Menderes döneminde hiç olmazsa milli kaynaklarımız vardı.
Bu yüzden de bir rahmeti hak ediyor. Ama iktidarı daha fazla uzasaydı ne olurdu
sorusu, tenzih edilmek kaydıyla - Erdoğan denen tiran ise, hocası
Menderesin nadasa bıraktığı bu vatan toprağında, ne yazık ki büyüyen bir deve
dikenidir. Yani Erdoğan’ın tanrısı Menderes’tir aslında.
İşte
ondan sonrada bir daha dikiş tuttuğumuz söylenemez. Amerika ve AB bizimle
kedinin fareyle oynadığı gibi oynadılar ve halen de oynamaktalar. Biraz onurlu
olalım ve hala geçmişte ki çoktan unutulası, o ölü noktalarda asılı kalmayalım.
Onlardan sadece ders çıkaralım yeter. Oysa şerefli geçmişimizden alacağımız öyle
çok ve onurlu gerçeklerimiz var ki, biraz da bu gerçekleri görelim ve şayet
aydınsak, artık yoluna sokulması hayati önem arz eden güncelimize, acilen odaklanalım
lütfen hanımlar, beyler ve paşalar.
Arada her ne kadar radikal farklar
varsa da, dünün DP si neyse, bugünlerin AKP’si odur aslında. Ve ikisi de
kocaman, içleri sadece havayla dolu birer balondur. DP’nin balonu çoktan sönmüş
ve artık şişecek yanı da kalmamıştır. AKP’nin balonu ise delinmiş ve hava
kaçırmaktadır. Yakında DP nin balonundan da işe yaramaz bir hale gelecek, belki
de çadır bezine dönüşecektir.
Ne var ki CHP için aynı şeyleri söylemek, ne dün ne de bugün için
mümkün olamamış ve yarın içinde olamayacaktır. Çünkü CHP gücünü, ortak düşmanın
bütün provokatif katkılarına rağmen özünde altı ok faziletini ve yüce
Atatürk’ün laik Cumhuriyet muhafızlarını ihtiva eden asal çekirdeğinden alır. İşte
CHP gerçeğinin aslı da budur ya zaten. Gezi Parkında, Kuğulu Park da yurdun
diğer park, bahçe ve meydanlarında coşkuyla bir araya gelen, geleceğimiz olan
gençlerimiz de o muhafızlar değiller mi aslında. İnanın ki bunları bana söyleten bir CHP’li
olmam değil - ki hiçbir parti aidiyetim yoktur -; ama Türkoğlu Türk, sapına
kadar Atatürkçü, Kemalist ve laik Cumhuriyet muhafızı kimliğimdir, biline.
Ve şimdi, açık arazide devasa bir fırtına geçirmiş, yerle bir olmuş bir
çiftliğin sahibi olduğunuza, yapayalnız ve de çaresiz kaldığınıza, en yakın
meskûn bölgeden de erişemeyecek kadar uzakta olduğunuza, bir an için empati
oluşturun. Yetmiyormuş gibi çok daha şiddetli bir fırtınanın yakın bir sürede
tekrar geleceğini de biliyor olun. Bu durumda ilk yapacağınız en akıllı iş,
herhalde önce bir envanter çıkarıp elinizde sağlam ne kaldığına bakmanız ve
yeni fırtınaya karşı kendinizi korumak üzere, herhalde en sağlam kalmış bir
sundurmayı elinizden geldiği kadar da onarmaya çalışmanız olurdu.
İşte yurdumuz da bugün fırtınadan harab olmuş bir çiftlik durumunda
kalmıştır. Bizlerde bu çiftliğin sahibi olduğumuza, yeni fırtınalara karşı daha
fazla da vaktimiz kalmadığına göre, herhalde yapacağımız en akılcı iş, yeni
arayışlarla bizim için çok değerli olan zamanı boşuna heder etmek yerine,
eldeki en eski, deneyimli ve köklü partiyi – ki aklın yolu bir olduğuna göre,
bu parti de herhalde CHP olmalıdır – tüm milli ve bağımsız beklentilerimizle
örtüşecek, olmazsa olmaz katkılarla, Ulusal birlik ve milli merkez seviyesine
revize etmek değil de ne olmalıdır.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder