3 Temmuz 2013 Çarşamba

NADASTAN SONRA..

Erdoğan ve şürekâsının artık iyice gemi azıya aldıklarına bakılırsa; ABD & AB global şirketler Gladyosundan bir şekilde sonuna kadar destek alacakları garantisine, başka da alternatifleri kalmadığından, umutsuzca bel bağlamak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Almanlar, "Mit gegangen, mit gehangen" birlikte gittik, birlikte asıldık derler. Zira durum görüldüğü üzere, AKP ve Erdoğan adına, artık bu kerteye de gelmiştir. Oysa diğer yanda AKP cuntasına karşı başlatılan milli direnişi destekliyor gözükürken gerçekte ikili oynayan, sanal aydın(!) ve çakma özgürlükçü(!) Batı dünyasının, aslında ne kadar acınacak durumda olduğu da kendiliğinden anlaşılıyor.
            Bazı sivri akıllıların farklı ekstremlere yordukları, Gezi Parkı yaftalı milli direnişin temelinde, kendi geleceğini kendisi tayin etmek isteyen özgür genç dimağların ve onları adam evladı saygın bireyler olarak topluma kazandırmış büyüklerinin, emsalsiz bir dayanışma ile ortaya koydukları bir milli birlik coşkusu yatıyor. Bu en doğal direnci bile farklı noktalara saptırmaya çalışan çabalar, neticede akamete uğramak zorundaydılar, öyle de oldu zaten.

            Erdoğan’ın yerinde şayet ruhsal balans özürlü ve çağ ötesi bir tiran yerine, aklı yerinde, siyaset etiğinde, onurlu bir lider olmuş olsaydı, iktidarının içine düştüğü böyle bir açmazda, bir dakika bile kaybetmez, hemen istifa ederdi. Ne ki, Erdoğan istese de bunu yapamaz şimdi. Son tramvayı kaçırmıştır artık. Çünkü misyoneri olduğu misyona kendisini atayanlara ihanet etmiş olurdu ki, işte bu da onun sonu demek olurdu. Ne var ki, bu kadar tecrübeden sonra yeni bir Neron'a, Roma’yı yine yakması için göz yumacak enayi kaldı mı hala bu dünyada. Hele de Türk adlı zeki ve güçlü bir milletin diyarında.
            Kendisine destek vermeye devamla yükümlü olanlar, anlaşılan ona; "sen işi bir iç savaşa kadar götür, gerisini biz hallederiz" vaadinde bulunmuş olmalılar. Nitekim Obama'nın, Birleşik Devletlerin siyasi tarihinde bir ilki gerçekleştirerek, Çin'i ziyaret ediş nedeni, ilk önce bizi vuracak olan yeni Ortadoğu manevrası için, icazet arayışı olabilir mi acaba? Çünkü en yakın komşumuz Rusya yerine, uzaktaki Çin ile böyle bir senteze girmeye çalışması, tanıdığımız Amerikalı adına bize daha makul görünüyor.

Ama Asya güçleri nereden baksalar, Ortadoğu’da kalıcı bir yerleşim güvencesi (Kürt’le veya değil) arayan Amerika'nın bu en kritik bölgede her türlü mevcudiyeti, sadece Ortadoğu için değil (çünkü şer teknolojisi yerinde saymayacaktır), bütün Asya devletleri için uzun vadede, sinsi bir şer kaynağından başka da bir getiri asla sağlamayacaktır. Bir engerek yılanıyla ne kadar süre yatağınızı paylaşabilirsiniz ki. Kendi adıma ehlileştirilmiş bile olsa, bırakın yatağımı paylaşmayı, onu civarımda bile istemezdim.
            Nasıl bir zamanlar bütün yollar Roma’ya çıkmışsa, şimdi de her yol Amerikanın tasfiye edilmesine veya en azından tam bağımsız, bunu hazır kıta iştiyakla bekleyen kendi federe devletlerine minimize edilmesine çıkıyor. İşte global beladan kurtulmadan, global huzura ermenin bundan başka da bir yolunun olmadığının farkındadırlar hiç şüphesiz, binlerce yıllık toprakların sahibi Asya devleri de. Bekleyelim ve görelim bakalım. El mi yaman bey mi?

            Vesayet, veraset, filan konularıyla 60'ları hala tartışan, bu iki dönemi hala birbiriyle mukayese eden; ama prensipte iyi niyetli ve bu vatanın evladı olduklarını bildiğimiz bazı dostlarımıza, sırası gelmişken bir öneride bulunalım.
            Kendilerini fazla zorlamasınlar ve lütfen iyi bilsinler ki; bu ülkede şayet makûs bir Menderes dönemi yaşanmamış olsaydı, evvel emirde "Memleketin Efendilerini" yetiştirecek olan Köy Enstitüleri kapatılmayacak, bugün ilkel bulduğumuz, feodal devlet yapısı tarihe gömülecek, çağlar ötesinin hastalığı olan sinsi şeri devlet olgusu, Batı dünyasında olduğu gibi ebediyen tasfiye edilecek ve Türkiyemiz bugün belki de dünyanın bir numaralı refah devi olacaktı.
Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra başlayan yüce Atatürk'ün tam bağımsız milli ekonomisiyle, ilk 15 yıl gibi o kısacık dönemde bile, dünyanın bir numaralı kalkınan ülkesi nasıl olduysak; bir de bunun üstüne dolu dolu Kemalist ilkelerle yaşanmış bir 90 yıl daha konulabilseydi şayet, kimbilir neler olurdu. Bilmem anlatabildim mi?
            Ne var ki, Menderesle başlayan makûs dönemde, acemilik ve çaresizlik içinde, sanki hibe ediliyormuş algısıyla, üstüne balıklama atladıkları, mandacılığa yeni soyunmaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri adlı iblisin, Marshall Yardımı adlı uzun vadeli sinsi sömürü kredileriyle (aynısını bugün, sömürü projeleri kapsamında Dünya Bankası veriyor), bir anda kendilerinin ve de ülkemizin elini kolunu bağlayıp, yedi düvel galibi şerefli TC Türk Milletini, kendileri gibi onursuz bir Amerikan ümmetine dönüştürdüler.
            Ondan sonra şerefsizlere, daha şerefsizce tavizler verilmeye başlandı. Atatürkün, ülkemizin geleceği olarak öngördüğü milli güvenlik ve erdem okulları (Köy Enstitüleri) kapatıldı. Milli eğitim kuşa çevrilip adeta Amerikan ruhban eğitimine dönüştürüldü. Vakıf ve misyoner okulları açıldı. Yeni Dünya denen pembe hayaller(!) ülkesine, beyin göçleri başlatıldı. İnönü’nün arkasında borçsuz bıraktığı milli ekonomi. Gırtlağına kadar Dolar borcu batağında boğuldu. Atatürk’ün Rus tarımcılarına iki yıl da yaptırmış olduğu toprak ve tarım reformu, tozlu arşivlere gömüldü ve toprak reformunun üstüne sünger çekildi, vesaire, vesaire.
Hele de işin bu yanı, kendisi de büyük bir toprak ağası olduğu için, kimbilir nasıl da işine yaramıştı Menderesin. Ama nasibi olmadı işte. Hepsi oldubitti, neticede ne oduysa bu onurlu millete, bu güzel ülkeye oldu ve yazık da oldu aslında. Bugün bize o dönemle aynı şartları hem de katmeriyle yaşatan ve ülkeyi milli kaynaksız da bırakan  - Menderes döneminde hiç olmazsa milli kaynaklarımız vardı. Bu yüzden de bir rahmeti hak ediyor. Ama iktidarı daha fazla uzasaydı ne olurdu sorusu, tenzih edilmek kaydıyla - Erdoğan denen tiran ise, hocası Menderesin nadasa bıraktığı bu vatan toprağında, ne yazık ki büyüyen bir deve dikenidir. Yani Erdoğan’ın tanrısı Menderes’tir aslında.
            İşte ondan sonrada bir daha dikiş tuttuğumuz söylenemez. Amerika ve AB bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadılar ve halen de oynamaktalar. Biraz onurlu olalım ve hala geçmişte ki çoktan unutulası, o ölü noktalarda asılı kalmayalım. Onlardan sadece ders çıkaralım yeter. Oysa şerefli geçmişimizden alacağımız öyle çok ve onurlu gerçeklerimiz var ki, biraz da bu gerçekleri görelim ve şayet aydınsak, artık yoluna sokulması hayati önem arz eden güncelimize, acilen odaklanalım lütfen hanımlar, beyler ve paşalar.

            Arada her ne kadar radikal farklar varsa da, dünün DP si neyse, bugünlerin AKP’si odur aslında. Ve ikisi de kocaman, içleri sadece havayla dolu birer balondur. DP’nin balonu çoktan sönmüş ve artık şişecek yanı da kalmamıştır. AKP’nin balonu ise delinmiş ve hava kaçırmaktadır. Yakında DP nin balonundan da işe yaramaz bir hale gelecek, belki de çadır bezine dönüşecektir.
Ne var ki CHP için aynı şeyleri söylemek, ne dün ne de bugün için mümkün olamamış ve yarın içinde olamayacaktır. Çünkü CHP gücünü, ortak düşmanın bütün provokatif katkılarına rağmen özünde altı ok faziletini ve yüce Atatürk’ün laik Cumhuriyet muhafızlarını ihtiva eden asal çekirdeğinden alır. İşte CHP gerçeğinin aslı da budur ya zaten. Gezi Parkında, Kuğulu Park da yurdun diğer park, bahçe ve meydanlarında coşkuyla bir araya gelen, geleceğimiz olan gençlerimiz de o muhafızlar değiller mi aslında.  İnanın ki bunları bana söyleten bir CHP’li olmam değil - ki hiçbir parti aidiyetim yoktur -; ama Türkoğlu Türk, sapına kadar Atatürkçü, Kemalist ve laik Cumhuriyet muhafızı kimliğimdir, biline.

Ve şimdi, açık arazide devasa bir fırtına geçirmiş, yerle bir olmuş bir çiftliğin sahibi olduğunuza, yapayalnız ve de çaresiz kaldığınıza, en yakın meskûn bölgeden de erişemeyecek kadar uzakta olduğunuza, bir an için empati oluşturun. Yetmiyormuş gibi çok daha şiddetli bir fırtınanın yakın bir sürede tekrar geleceğini de biliyor olun. Bu durumda ilk yapacağınız en akıllı iş, herhalde önce bir envanter çıkarıp elinizde sağlam ne kaldığına bakmanız ve yeni fırtınaya karşı kendinizi korumak üzere, herhalde en sağlam kalmış bir sundurmayı elinizden geldiği kadar da onarmaya çalışmanız olurdu.

İşte yurdumuz da bugün fırtınadan harab olmuş bir çiftlik durumunda kalmıştır. Bizlerde bu çiftliğin sahibi olduğumuza, yeni fırtınalara karşı daha fazla da vaktimiz kalmadığına göre, herhalde yapacağımız en akılcı iş, yeni arayışlarla bizim için çok değerli olan zamanı boşuna heder etmek yerine, eldeki en eski, deneyimli ve köklü partiyi – ki aklın yolu bir olduğuna göre, bu parti de herhalde CHP olmalıdır – tüm milli ve bağımsız beklentilerimizle örtüşecek, olmazsa olmaz katkılarla, Ulusal birlik ve milli merkez seviyesine revize etmek değil de ne olmalıdır. 

Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder