26 Temmuz 2013 Cuma

TÜRK EKSPERLERİ..

Türkler tarihlerinde beş dini evreden geçtikleri halde, hiç bir din devleti kurmamışlardır. Türkün dini inancı ile seküler imanı farklı hususlardır. Özgün yapılarında, akıl, cesaret ve müthiş bir özgüvenin dışında, kendisini atalete sokan skolâstiğin mistisizmine yer olmadığı gibi, esasen buna ayıracak vakti de yoktur. Hep dingil ve eğer üstündedir yani. Budist olduğu dönemde bile, bir din devleti kurmamasına karşın, Çin'den Anadolu’ya kadar, dünyanın gördüğü en büyük devletlerden birine sahip olduğu halde, tarihinde hiç olmadığı kadar öz fundamentini tekzip edercesine uyuşmuş ve bu durumu fırsat bilerek yoğunlaşan Çin entrikaları sonunda da, içinde ÇİN’in de yer aldığı büyük imparatorluğunu dağıtmak zorunda kalmıştır.

            En zor harplere bile başlarken asla tanrılarından yardım dilenmezler - ki dilenmek en büyük utanç kaynaklarıydı -, tamamen akıl, cesaret ve özgüvenlerine itaat ederlerdi. Ordu da beslememişler, erleri ve Amazonlarıyla  – ki aslında Türk kadınına Amazon denir - birlikte asker doğdukları için, halk milisleri halinde, zaman zaman tek çağrıda, askeri disiplinle derhal bir araya toplanıp takımlar teşkil ederek, yeni harp teknikleri üzerine manevralar yaparak, yeni savaşlara hazırlanırlardı. At binmede, kılıç, ok, yay, mızrak kullanmada ve yakın dövüşte Amazonları erkeklerinden ayırt edilemez ve üzerlerine de emsal gösterilemezdi.
            Liderler (Yabgu, Başbuğ, Kaan vb.) akil pirlerden oluşan halk meclisi tarafından adilen seçilir ve kimsenin de buna itirazı olmazdı. Lider seçiminde de kadınlar asla ayrı tutulmazlardı. Esasen bir şekilde bu düzen bozulursa, devletleri de biterdi. Tarihlerinde devletsiz kalarak kurdukları küçük boyluklarda, her türlü zulüm, tehcir ve katliamlara maruz kalarak, tarifsiz acılar da çekmişlerdir. Dolayısıyla Türk varlığı asla bölünmemelidir. Hatta böyle bir dönemde, Arap zulmü altında, binlercesinin kanıyla nehirlerin bile kırmızı aktığı bir dönemlerinde, Araplar tarafından zorla Müslüman yapılmışlardır.
Hoş sonrasında, dört Haçlı seferini kucaklayarak Arapların yok olmasını önlerken, birlikte yok olmaya mahkûm edilen İslam'ı da, dinler potasında ki geniş kültürleri ve tasavvufi zenginlikleriyle, kılıçların, kelle avcılarının dini olmaktan çıkarıp, evrensel bir din haline getirmişlerdir.

            Görüldüğü üzere, Çin nere, Etrüsk (Asena) Roması nere. Asena bereket tanrısı Turan kim, Romalı (Asena) Venüs, İyon’yalı (Yunan, aslı Asena) Afrodit kim. Bugün tarihimizi kendilerine mal eden, M.Ö. 10000 lerde ise Avrupa’nın ilkel klanları - ki henüz millet kavramı bile onlarca bilinmiyordu – bugün kendilerine çağdaş Avrupalı diyerek ataları olan Türkleri, aşırma tarihli sahtekârlar birliği AB’nin dışında bırakanlar, Taş devrinde muhtemelen beş taş oynuyorlardı. Türkler ise devasa piramitlerine, anıtlarına beşer tarihinin ilk alfabesi runik el yazıları ve tamgalarıyla, arşivler oluşturuyorlar, köşe yazıları döktürüyorlardı. Anadolu’nun en az 10000 yıl öncesinden beri sahibiydi ve ecdadı olduğu Avrupalıda bu yüzden yerleşen Türk fobisi zamanla Türk alerjisine dönüşmüştür.
Uzun yıllar sonra yeniden Anadolu ya avdet eden Oğuz boyu Osmanlı ise, başlangıç yıllarında, komşusu olduğu Avrupalının alerjisinden nasibini almamak adına, Türklüğünü ön plana taşımamış, kendisine sadece Osmanlı demekle yetinmiş veya da zorunda kalmıştır. Sonra da Padişahların haremine girerek, Şehzadelerini doğuran Avrupalı devşirme hanım sultanların entrikalarıyla, yeniden Türkü millileştirmek esasen söz konusu bile olmamıştır.

Vaktiyle Kuzey Avrupa Oğuzlarının, ebedi esaretten kurtararak tarihte bağımsız ilk devletlerini kurmalarına neden oldukları Germenler (Alman) bugün bizi en fazla anlayan – ki onlarda emperyalist kulvarda oldukları halde -, ecdatları olduğumuz akrabalarımızdır. Hatta Hitler bile Türklerin Gamalı sembollerini (Haç demek doğru değildir), Nazi ordusuna güç vermesi anlamında bayrak haline getirmesi, hiç de tesadüfü değildi. Hakkında alakasız bir sürü uydurma neşriyat yapılmış olan Hitler, aslında çok aşina olduğu Türk gücünü, tarihiyle bilen araştırmacı bir kimliğe de sahipti. İşte onlardan biri olan araştırmacı bir kardeşimiz, uzaylı olduğu da söylenen, matematik dili, gizemli Türkçemizi, bakın ne kadar da gerçeğine özgün betimlemiş.

Türk dilini incelerken insan zekâsının dilde yarattığı mucizeyi görürsünüz.
Maks MÜLLER  (TÜRKBİLİM – Haziran 2013)

            İşte böyle nesillerin bugünkü ahfadı olan Emmioğlumun, görkemli tarihinin bile kendisine çok görüldüğü böylesi bir ortamda, şimdi her şeyden fazla ve daha önce hiç olmadığı kadar, Türkçe düşünüp, Türkçe konuşmaya ihtiyacı vardır. Bunun teyidini, çevremden bizatihen birçok defa kendim de aldığım için, durumun farkındayım. Başta kendim olmak üzere, özellikle bizim tarafta olduklarını bildiğim yazar, çizer ve tüm tefekkür sahibi kardeşlerime, dostlarıma öncelikle tavsiyem, diğer tuluatı, kozmetiği bir kenara koyup Türk'ün muhteşem tarihine odaklanmalarıdır.
            Çünkü zaman, Türk’ün yok edilmeye kalkıldığı bu yeni dönemde, tam da şanlı bayrağının yine en yükseklerde dalgalanma zamanıdır artık. Hele de birileri çıkıp, Türk evladının klasiğini hiç anlamadan Türk eksperi olduklarını sanıp, Türk'e din devleti kurdurmaya çalışıyorlarsa; olsa olsa sapıyla birlikte pişirdikleri saman çorbalarını, kendileri afiyetle yutarken, bize de yutturmaya kalkıyorlar diye düşünüyoruz.

Türkün altından eğerini, elinden silahını alamazsın. Bunda da zaman ve mekân mefhumu yoktur. O hep bir yolunu bulur. Önce Atasının armağanı köy enstitüleri vardı, elinden aldın sesini çıkarmadı. Oturduğun yerden malı hamutuyla götürürken, reyini hortumlamak adına her seçim dönemi, dinine, imanına oynadın yemedi; ama bağrına taş basmayı yeğledi. Şimdi de AKP iblisinle fabrikalarını, hayvanını, tohumunu ve madenleriyle tüm mal varlığını elinden aldın. Üstüne HES'lerinle suyunu bile ona çok görünce, 'NAH SANA…' diyerek yaşanmaz hale gelen aziz köyünü terk edip, metropollerini işgal ederek kendisinden gasp ettiğin büyük şehirli imtiyazlarına zorla ortak oldu - ki bu durumun gerçekte, AKP’nin “varoşlu yandaş” politikasıyla asla bir ilgisi yoktur -. Bu da aslında haklarını isteyen Türk köylüsünün, sessiz gezi eylemidir. O halde artık şikâyet etmeyeceksin.
            Bileceksin ki, karşında senin de bireyi olduğun, ufukların ötelerinde de dumanı tüten sonsuz Türk Ocağından emmioğulların vardır. En fazla bir jenerasyon sonra, senden fazla büyük şehirli ve senden duyarlı bir vatandaşın olur çıkar, kuşkun olmasın. Esasen Gezi Parkı eylemleriyle akılcılıklarını bütün dünyaya kabul ettiren, o aydınlık çocuklarımızın büyük bir çoğunluğu, büyük şehirlerine bir iki asır önce hicret etmiş ailelerin çocukları değildir. Nasıl! Farkı kim anlayabildi ki.

            Atanın boşuna yurdun efendisidir demediği köylün, artık kapı komşundur. Mademki sen onun efendiliğini ona çok gördün, o kendisine verilmeyeni işte böyle bizatihen almasını da bilir. Ama korkma, dediğim gibi, en fazla bir jenerasyon sonra oyunun kurallarını senden daha iyi öğrenmiş ve oynamaya da başlamıştır hiç merak etme. Tıpkı vaktiyle senin de ananın, babanın yaptığı gibi. İşte Türk faktörü böyle bir şeydir. Yıllardır Avrupa metropollerinde, ışığı, yolu bile olmayan köylerden gelip de onlardan birileri olarak yaşayan Türkleri, Avrupalılara da sorabilirsin. Bu konuda bir solukta okuyacağınız, bizatihen yaşadığım çok ilginç örnekler de verebilirim. Ne ki bunlar kitaplık konulardır.

            Başlangıçta onların, senin gibi şehirli olanlarını bile, nasıl aralarında görmek istemediklerini, şimdi ise meclislerine bile sokmak zorunda kaldıklarını öğrenebilirsin. Şimdi belki de, köyleri olmayan şehirler nasıl yaşar diye, haklı olarak soracaksın. Dünün yedi düvele yetecek tarım ülkesiyken, bugün sömürgecinin GDO' lu tohumlarına bile muhtaç hale nasıl getirildiysek, şehir dinamiğinde hızla eğitilmiş olan köylümüz, bir milli ekonomi revizyonundan sonra, bir de bakmışsın köy enstitüsü olmadan da, yedi düveli doyuran toprakların, Atasının betimlediği gibi gerçek efendisi olup çıkmıştır. Dedik ya Türk Faktörünü asla göz ardı etmeyeceksin.

Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder