6 Aralık 2011 Salı

BALIKLA ALIK ARASINDA Kİ FARK..

            Bu sabah sahilde mutat yürüyüşümü yaparken, biraz açıkta ağ sermekte olan trolcüler gözüme çarptığında, birden ‘balıkla, alık arasında ne fark vardır’ sorusu aklıma geliverdi. Sorunun cevabını da, bu fark ‘b’ olmalıdır diyerek, yine kendim verdim. Öyle ya bizim balıkçık, yüzyıllardır süre gelen deneyimine rağmen, bir anda etrafında süratle alçalan kurşunların çektiği ağın ya da oltanın tuzağına hep düşer ve hiçbir zaman da tavaya yatmaktan kurtulamaz. Sonunda da hadi cumburlop, bizim balık sever Hidayet amcayla, Şükran ablanın midesine hoplayıverir.
            Eskiden balık avlamanın da usul ve adabı vardı. Balığa bile saygılıydı insanlar, doğanın bir bağışı olduğunu bilir, erdemle hakkını verirlerdi. Oyunu kurallarıyla oynar, erken saatlerde işe, doğaya ve kendilerine saygıyla ava çıkar, şükranla da dönerlerdi. Şimdilerde ‘delikli demir’ misali, yiğitliği yok eden sonarları ve uyduyla senkron çalışan çeşitli elektronik akıl vericileri var, yani kendi akıllarını bile kullanmıyorlar artık. Zaten kullanılmadığı için akılda kalmıyor ya insanımızda.
            Olayı biraz daha genişletelim, soruyu insanla balık farkına getirelim. Herhalde en büyük farkın ‘beyin’ özelliği olduğu akla gelecektir hiç kuşkusuz. Ne var ki, bir yanda balığın neslini bile kurutan trolcüler avlanırken, diğer yanda etrafımızda dolaşan, adeta günah çıkarır gibi de, ha babam besledikleri ve açlık savaşı veren pek çok insanımızdan bile daha besili gözüken, kedi, köpek, güvercin vs. bolluğuna baktığımızda, işte bu ‘beyin’ farkı bizi kuşkuya düşürüyor.
            Ve bir yanda açlığa mahkûm edilen insanlarımız ölürken, diğer yanda küreselci sermayenin, hayvan sever korolarını sahneye sürmesinin ardından, hormonlu hayvan maması ve aksesuarları satışlarının patladığı yurdumuzda, obezleşerek ve yılda iki üç defa da yavrulayarak ekolojik dengeleri bozulan çevre hayvanlarımız, mukayese kavramımızı ters yüz ediyor.

            Kimisini daha Osmanlıdan beri, sonrasında da Hitlerden kaçanları, kendimiz sıkıntı çekerken elimizle beslediğimiz, kendi öz kaynaklarımızla patron yaptığımız ve bizden birileri kabul ettiğimiz Yahudilerin, Hitler gibi ırkçı olmadığımızdan ‘hepsi’ demiyoruz ama bırakında içlerinde bazı, ‘cinsi bozuk nankörlerini’ diyelim hiç olmazsa, yıllarca koynumuzda beslemişiz.
            İçimizde ki Masonlar için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Onlar kendini biliyor zaten, bilmeyenler içinse, başından beri, ’tek dünya devleti’ misyonu sahibi olduklarının bilindiğini söylemek yeterlidir. Onlara en doğru teşhisi de esasen Atatürkümüz koymuştu. Ama bu ‘tek dünya devlet’inin lideri kim olacaktır. Bu sorunun cevabını, işin doğrusu, hem de ortada bu kadar heveslisi varken, kendileri de(!) veremiyor. Herhalde bu koca dünyanın, tek bir lidere bırakılamayacağının onlarda farkında.

            Burada fazla ayrıntılarına giremediğim konuya ışık tutan bir alıntıyı, nasıl olsa aşağıda okuyacaksınız. Şimdi sözü fazla uzatmadan kıssadan aşağıda ki alıntıya bağlarken, açıklık getirmek adına bir not düşmek istiyorum:
            Aşağıda, ülkemizde ki, yazarının da hanidir neden tutuklu olduğunu anlayacağınız ilgili kitapta, isimleri geçen Masonlar ve Yahudilerin (Mason – Siyonist) birlikteliğiyle, AKP ile başlatılan hareketin ve bu bağlamda yazılan ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ adlı kitabın içinde, ordu ve Genel Kurmayın, Savunma Bakanlığına bağlanması, paralı bir ordunun kurulması gibi görüşlerin savunulduğu ve bunu da yeni Cumhuriyeti kuracak bugün’ün gençliği yapacak masallarının söylendiği bölümlerden sonraki pasajı bulacaksınız.
            Okuyun ve dostlarınızın(!) gerçek yüzünü görüp, yok halinizle kimlere ekmek yedirdiğinizin, kendi çocuklarınız iş bulamazken, sırtınızda kimleri adam ettiğinizin hesabını iyi yapın. Hoş bunu da, kulağı kesik, ‘cinsi bozuk nankör dedelerin’, gençliğimize yeni masalları(!) – devşirme tuzakları - olarak da algılayabilirsiniz aynı zamanda. Ama önemli olan, ne olduğumuzdan ziyade ne olacağımızdır. Her zaman ektiğini biçersin. Yaşatırsan, yaşatılırsın ya da en güzeli,
                                   ‘YURTTA SULH CİHANDA SULH. Mustafa Kemal’’.

            Bakın balıkla girdik Masonla çıktık. Yaşam, insanoğlu için soyut gerçekleriyle, balık gibi her vesilede içinde hapsolacağı bir tuzak ağı gibidir. İnsanoğlu balık değilse, o halde ‘beyin’ farkını çok iyi kullanmak ve ‘tecrübelerim bilgimdir’ diyebilmek zorundadır. Ve kim, adı ‘YAŞAM’ olan oyunu kurallarıyla oynarsa, başı ağrımaz bu dünyada.



      §    Bunları kim yapacak?... Tabii ki Yahudi desteği ile yazılan kitapta bu da düşünülmüş, zaten kitabı okuduğunuzda bahsedilen ve "Yenilikçi" diye tanımlanan kişilerin kimliğini hemen tanıyorsunuz.
Kırk dokuzuncu sayfada bu kişilerle ilgili bilgi verilmeye devam ediliyordu:
            "Yeni Türkiye”yi yaratan 2000'li yılların Türkiye’sinde söz sahibi olacak genç nesil 70 yıl öncesinin nesli değildir. Üretime katkı yapan üretken ruh, devletin kapısında iş beklemeyen bu genç potansiyel, ufuktaki Cumhuriyetin temellerini atacak kesimdir. Bu kesim çalıştığı işyerini kutsal sayan kesimdir.,.."
            Bu kitabın ardından bugün Tayyip'in kurmay kadrosunda yer alan isimlerce "Yeni Türkiye" adlı bir kitap türünde dergi çıkarılıyordu. Yeni Türkiye’yi kurmak için bu kitapta Demirel'den Tayyip Erdoğan'a, Rahmi Koç’tan Sakıp Sabancı'ya, Haşim Kılıç’tan Yekta Güngör Özden’e, İlber Ortaylıdan Mahir Kaynak'a, Abdurrahman Dilipak'tan Şakir Süter'e, Toktamış Ateş’ten Doğu Perinçek'e, Ömer Dinçer’den Osman Aytuğ’a, Şükrü Karatepe'den Sönmez Köksal’a kadar birçok isim yer alıyor; ancak ipi Tayyip Erdoğan ve kurmayları göğüslüyordu.
            Sahte Atatürkçülerin tiyatro sahnesi haline gelen ülkemizde, gerçek Atatürkçülerin sesleri çıkmıyor. Yıllardan beri ne kadar çapsız, milli ruhtan yoksun kişi varsa birçoğunun maskesi olan Atatürkçülük bugün masonların elinde oyuncak durumuna düşüyordu.
            Yahudi destekli Masonlar, "Atatürk’ün fikirlerini biz yaşatacağız" diyorlardı demesine de, fikirlerini yaşatmayı bir yana bırakın 29 Ekimlerde localarında kurdukları sarhoş masalarında Cumhuriyetin kazanıldığını iddia ediyorlar, Atatürk ve silah arkadaşlarını içki masasında gösteriyorlar, Cumhuriyetin içki masalarında kazanıldığını iddia ediyorlardı.
            18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı "Bu kadar demokrasi fazla" baslıklı yazısında, bir internet sitesinde yer alan ve Başbakan Erdoğan'a sorular baslığı ile yazılan yazılara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazı özetle şöyleydi:
            "Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye’de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde. Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason localarının kapatılmasının hesabını Kemalizm'i, Atatürkçülüğü, Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaklar. İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi."
 (Musanın Çocukları – Ergün Poyraz)

                                                                                                                                             Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder