19 Aralık 2011 Pazartesi

PROTOTİP

            Tek dünya devletinden geçtikte, dünyada ki bütün vasıflı, zeki, yetenekli ve sağlıklı insanların ortak genetik haritasından bir prototip yaratılsa, bu modele göre de insanoğlu seri halinde yeniden üretilse, bu defa da bu yeni ve ideal nesli üreten sistemin kontrolünü elinde tutacak personelin, prototiplerinin yaratılması gerekecektir ki, o zaman da bu işi kim yapacaktır diye soralım isterseniz önce.

            Demek ki nereden baksak, Şeytan-Tanrı olan Âdemoğlunun yine bildik kendine özgün karakteristiğini ellememek, en doğrusu gibi geliyor bana. Bazen uçuk, bazen kaçık, bazen devrik, bazen ayakta, bazen sürüngen, bazen kartal, bazen alınmış, bazen satılmış, bazen hümanist, bazen satanist ve bazen de Tanrısal, diniyle, seküler dünyası arasına sıkışıp kalmış, şu bildik İNSAN hani. Düşen, kalkan, ezilip, bükülen ama arada sırada, birden akıllıyım diyerek yine BİREY olduğunu hatırlayıverip de ayağa kalkan, bir silkiniveren, şu deli, dolu İNSAN hani. O halde bırakalım özgün yapısını kendisine, hayvani doğası gereği ya da eşyanın tabiatına uygun olarak, huzurunu herhalde, cennetten Serendip adasına sürgün yemiş, elmazede dedesinin torunu kaldığınca bulacak, bu İNSAN denen ikilem anlaşılan.
            Kafasında tasarladığı gibi de, ne Tanrı maddesi ne de bugüne gelen bilimsel bilgisi, kendisini dünyada olduğu gibi, evrende de önce turistik turlara başlayıp, arkasından dostça sırıtarak(!) yapacağı, belden aşağı anlaşmalarla, çevresinde ki Galaksilerin de patronu yapamayacaktır.
            Bugüne kadar bilinenin çok üstünde ve daha önceden tanımadığı yeni materilere ve belki de dünyada mevcut olmayan farklı enerji kaynaklarına ihtiyacı vardır. Bu bağlamda düşüncelerini realize edebilmesi ve güncel paradigmalarının kanunlaşabilmesi için. Bu da nereden bakılsa, daha önünde yüz yıllar olduğunu gösterir. Zira Evren, her ne kadar izlemesi hoş olsa da, Hollywood’da çevrilmiş bir Stephan Hawking filmi değildir.

            İyi de nereden geldik buraya. Bakıyorum da derinliğe doğru, ne iyilik ne de kötülük baki kalmış bu Âdemoğlu için. Zamansızdan gelip sonsuza giden devinimi içinde, arada sırada, bazen de zamanı durdurduğu – mesela 600 yıllık Osmanlı saltanatı gibi – görülse de, bu durumun, sürekli alternatiflerini yaşayan kendisi için, hiçbir zaman kalıcı olmadığı ve de olamayacağı da anlaşılmaktadır.
            Şimdi Osmanlı bakiyesi ama prensipte ilk dünya devletlerini kuran biz Türklerinse, elinde kala kala, bizi bugüne kadar adam yerine koydurmuş, var saydırmış ve iyi ki kendisi de var olmuş Atatürk’ümüzün, bugün vatanımız dediğimiz bir Türkiye Cumhuriyeti kaldı artık. Ki bugün haddini aşanlar, onu da çok görüyorlar bize.
            Ve şimdi ise, dikkat kere dikkatli olmak ZORUNDA OLDUĞUMUZ, bugüne kadar ki gelmiş, geçmiş, bizim için de en tehlikeli ve özel bir dönemin içindeyiz. Lam ı cimi bırakıp, ne yapıp yapıp içinde olduğumuz bu zamanı, Ulusal bütünlüğümüz, özgür ve bağımsız Türkiyemiz adına durdurmak(!) kişiliğimiz demek olan ilk ve de son TÜRK kimliğimizi de, sonsuza taşımak zorundayız.
             Şayet onu da kaybedersek, bu sonsuz devinim içinde ki yerimiz ya da kişiliğimiz, gelecekte ne olacaktır acaba. Diye kendi kendime sorup, kukumav kuşu gibi düşünürken, bir de baktım ki gelivermişim buralara.

         Ne ki, bu son paragrafa bakıp hiç kimse, kötümser olduğum kanısına varmasın. Aksine kendisine ve Ulusuna özgüveni, şimdi her zamankinden daha da yüksek bir insanım. Ve yakın bir gelecekte yeniden yaşayacağım asil Türk duruşunun hazzını, daha şimdiden içimde hissederken, aynı ahvalde de gönül dostlarıma tekrar bir hatırlatma yapayım istedim, hepsi bu.

                                                                           Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder