16 Aralık 2011 Cuma

TUNCELİLİ KARDEŞLERİME

            Dersimle ilgili paylaştığım bir mesajım üzerine, bana Tuncelili bir kardeşimden gelen mektuba verdiğim cevabı, biraz değişiklikle tüm Tuncelili kardeşlerime ithaf ediyorum. Diğer kardeşim gibi, bizatihen Dersim mağduru olmuş Tuncelili kardeşlerimle de, ifadelerimiz bağlamında anlaşacağımıza inanıyorum.
            Her devletin tarihinde, ders alınası iyiliklerin olduğu gibi, ibret alınması gereken kötülük ve yanlışların da defalarca yaşanmış olabileceği, herkes tarafından bilinmek ve istemeseler de kabul edilmek zorundadır. Ne var ki, arşivler açılarak milletle doğrular ve yanlışlar mealinde, açık yüreklilikle de hesaplaşmak gerekir. Buna rağmen bu durum,  gerektiğinde yeni yanlışların da yapılabileceğinin hiçbir zaman önüne geçemeyecektir.
            Ama elimizi yüreğimize bastırıp, bir vicdan muhasebesi yapmamız gerekirse, maalesef daha 1770, 1800’lerden beri, emperyalist Batının öncelikle altını kaşıdığı bir bölgenin, özellikle de anti disipline Nurcu tarikatların, Mollaların, şeyhler ve aşiretlerin fink attığı, asosyal yapılaştırdığı, cemiyet bile olamayan toplulukların ve dirayetsiz bazı padişahların yanlışlarının günahını, hiçte hak etmedikleri halde birçok günahsız insanımız çekmiştir. Bunların içinde maalesef sizlerin bazı aile büyükleriniz de olabilir hiç kuşkusuz. Kimse kaderinden mesul değildir. Fakat geriden doğru biriken bütün yanlışların günahını ise, bugün mevcudiyetimizin tek sebebi olan Atatürk’e ve - iyi ki de kurduğu - Cumhuriyete atfetmek, günahların en büyüğüdür. Şayet silah atılması gerekiyorsa, merminin adres sormayacağını da bilmemiz gerektiği unutulmamalıdır.
           
            Benim şahsen Dersimle ilgili bir sorunum hiç olmadı aslında. Bir yazımın üstüne bana gelen bir iletiyi sizlerle de paylaşmak istedim sadece, hepsi bu. Bana sorarsanız, ilgili yazıda Dersimin, sömürgeci ve himaye ettiği soyguncu aşiretlerinin beslediği, Nurcu tarikatlar, Mollalar etkisinde kalmış tarihsel, asosyal oluşkusundan, hiç bahsedilmemiştir. Benim için, Ankara veya Artvin neyse, Tunceli de odur. Bana göre de, nerede Ulusal bütünlüğü bozacak bir hıyanet birlikteliği oluşuyorsa, devlet hemen radikal müdahil olmalı ve virüs daha yerleşmeden, tıpkı Demokrat Batıda(!) – özellikle Amerikada -  olduğu gibi de kökünü kurutmalıdır. Hatta kendi adıma, Atatürk gibi emsalsiz bir lideri bile, Dersim konusunda ‘naif’ davranmakla itham ediyorum.
            Daha Cumhuriyetin ilk günlerinde, önce Dersimin üstüne gitse, sorunlarını çözseydi, Türk düşmanı sömürgecinin, altını her fırsatta kaşıyacağı bir hıyanet çıbanı da oluşmayacaktı Anadolumuzda belki de. Ama Cumhuriyetimizin ilk günlerinde ki yokluk ve tedaviye daha fazla muhtaç olan acil dertleri, olmazsa olmaz kamusal reformları baz aldığımızda, yine de Atatürk’e hak vermek zorunda kalıyorum. Esasen, nasıl aksini düşünebilirim ki, Allahın gücüne gider sonra, adamcağız daha ne yapsındı.

            Şayet bana bıraksanız ve tam yetki de verseniz, kendi adıma Bakırköy’ünde doğduğum, memleketim dediğim ve 26 yaşına kadar da yaşadığım İstanbul’um da, rejime, devlete ve Ulusal bütünlüğe karşı, böyle bir asosyal yamulma söz konusu olursa, vatan ve ulusal birlik bekası adına, gerekirse şehrin tüm halkını bile feda ederim. Bana inanın, çok sevdiğim Kuvayi Milliyeci babam bile mezarından çıkıp karşıma dursa, inanın tekrar mezarına sokarım. Hani derler ya, önce asarsın sonra da ağlarsın. Tabii ki de ağlanacak adamlara.
            Sizin elinizden tutulmaya ise hiçbir zaman ihtiyacınız yok ve hiç de olmadı ki, Türk evladının yurdunda. Bilakis eksiğiniz yok fazlanız var Tuncelililer. Bilmem ama ben bu yaşımda kendi adıma da, sizin adınıza da Türk kimliğimle ortak vatanımızda böyle hissediyorum ve böyle hissederekte göçeceğim bu fani dünyadan bir gün. Mesela yarın öbür gün, başımızda ki izansızların, ülkemizde oluşmasına izin verdikleri ‘füze kalkanı’ günahı yüzünden, belki de halkımız çok ağır bir fatura ödemek zorunda kalacaktır. Ne yapalım o zaman, bu vatan bizim değil mi diyelim ya da azınlık olduğumuzu ilan edip, nasihat almak(!) üzere Birleşmiş Milletlere mi müracaat edelim, tabii ki de, şayet hayatta kalabilirsek. Neticede hükümetler gelecek, hükümetler gidecektir, ama bu vatan hep kalacak ve hepte bizim olacaktır.
            Şahsen bana etnik kökenimi soranlara, annem Kafkas kökenli Çerkez, babam Trabzon doğumlu, bense Türkoğlu Türküm, itirazı olan var mı diyorum. O zamanda kimsenin soracak bir şeyleri kalmıyor zaten. Bu nedenle ne hissederseniz, kişiliğiniz neyse de osunuz. Hiç fark etmez. Mühim olan, yüce Atatürk’ümüzün Türk Ulusunun bireyi olabilmek, o zaman esasen Ulusal Birliğinizin ve bireysel kimliğinizin de sahibisiniz demektir. Gerisi ise fasa fisodur. Ayrıca, bu ülkede aklı başında her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Cumhuriyetimizin bugüne kadar dimdik ayakta kalabilmesinin en büyük nedenlerinden birinin, Türk insanının Alevi inanca sahip olanlarının, Atatürk’e ve onun Cumhuriyetine olan yüksek inancına dayandığını da çok iyi bilmektedir zaten.

            Pekiyi biz bunları tartışırken, bizim üfürük Demokratların(!) akıl hocası Batılı, kendi ülkesinde ne diyor bu işlere. Mesela içinde yaşadıkları ülke topraklarının tek ve asıl sahibi Amerikalı Kızılderililer, bugün kendi topraklarında ikinci sınıf vatandaş bile değiller. Avrupalı azınlıklar da ayrı bir âlem.
            Bizim mecliste bugün etnisite(!) üstüne uluorta tartışılanlar, onların ülkelerinde konu başlığı bile yapılamaz. Kendini vatandaş hisseden vatandaştır, azınlık hisseden de azınlıktır ülkemizde. Yalnız kendisini azınlık hissedene, kalkınmış Batı(!) ülkelerinde ki kendisi gibi olanlarla empati oluşturmasını tavsiye ediyorum. Konuya böyle bakınca da devletimize, her şeye rağmen biraz haksızlık ediyoruz gibi geliyor bana.

            Her şeyden ve eski defterleri de açmadan önce, Atatürk Cumhuriyeti ülkesinde, yeniden Mollaların kıymete bindiği ve bu zevatın öncellikle de, NEDEN(!) bu sorunlu bölgelerde istihdam edileceği sorgulanmalıdır. Tunceli’nin Dersim olduğu dönemlerin asosyal sultasını yeniden oluşturmaya mı çalışıyorlar. Acaba eski siyah-beyaz filmi, şimdi de renkli mi çevirmeye kalktılar dersiniz. Yoksa bu da Nurcuların ve diğer tarikatçıların, Atatürk Cumhuriyeti ile yeni bir hesaplaşması mı, küçük akıllarınca. Bunda ki keramet(!) araştırılması gereken ciddi bir konudur aslında. Bu da yeni bir yazı konusu gibi geliyor bana. Öyle ya, ortada bu kadar Üniversite mezunu pırıl pırıl gencimiz işsiz dolaşıyorken;

                                               Hangi hikmettendir acep
                                               Bu ümmilere talep..

            Batıda bağnaz din fanatiklerinin önü tıkanmıştır, zira anayasaları daha yapılırken, seküler, yani dinle devlet işlerini ayıran bir yapı tasarlanmıştır. Çünkü dinler bireysel inançlardır, devletse toplumsaldır ve toplumun üstünde, toplumsal birliğin ve huzurun da hamisi rolündedir. Bizde ki yanlışlık veya saçmalık ise, anayasayla devletin bir resmi dini olduğu, bunun da İslam dini olduğu onaylanmış ve ben Müslümanım(!) diyene öncelik tanınmıştır. Hatta doğduğunda, bebeğin fikri bile sorulmadan(!) kafa kâğıdına, kafadan ‘Müslüman’ yazılmıştır. Ve bizde ki dinle devletin ayrılması meselesi de bu yüzden, seküler değil, laik oluyor ve bu da haklı olarak kafaları karıştırıyor. İşte bana göre de yanlış burada. Bu nedenle de zaten dinle, devleti tam olarak ayıramadık ve fanatik yobaz belasından da kurtulamadık. Düşmanlarımıza da altını hep kaşıyacakları bir kozu, kendi elimizle verdik. Sözün özü, kendi bacağımıza sıktık.

            Ne demektir, ‘devletin resmi dini’, çünkü dinin devleti yoktur, o halde devletin dini olurmuymuş. Bana göre bu da, Osmanlı kalıntısı, tekke, dergâh ve tarikatlara verilen ‘naif’ bir tavizdir ve maalesef de bugün yaşadığımız din istismarı ve gerçek Müslümanla, sahtesinin karıştığı hengâmeyi yaşamamızın da en büyük nedenidir. Ayrıca tekke, dergâh, zaviye, cemaat ve tarikatların, şeyhleri, dervişleri ve mollalarının, İslamla uzaktan dahi ilgisi yoktur.
            Bunlar İslamı karıştırmak ve dünya dini olmasını önlemek adına, İslamın içine sinsice monte edilmiş, Vatikan kökenli Masonik tuzaklar, senaryolardır. Çünkü bu neviden dernek ve cemaatler ne kadar çoğalırsa, karışıklık da o kadar artar ve neticede kaotik bir dinler sarmalına dönüşür. İşte o zaman İslamı istediğiniz gibi evirir, çevirir, kuşa da döndürür, iyice yumuşatıp püre haline de getirebilir, hatta turşusunu bile kurabilirsiniz. Esasen eski sömürgeci, yeni küreselcinin istediği de budur. Ve bugün ne yazık ki durum, bu noktaya hemen hemen de gelmiştir. Sizlere yürekten sevgi ve selamlar sevgili Tuncelililer. Sağlıkla ve esenlikle kalın.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 Serendip Altındal
                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder