4 Kasım 2011 Cuma

SİMONLAR ÜZERİNE..

             Aşağıda kitabından bir alıntı okuyacağınız Hanife Avcı’nın, bizde, Atatürkçülüğü yanlış anladığı, ya da hiç anlayamadığı intibaı oluştu. Şayet anlamış olabilseydi, Atatürk’ün bir Atatürkçülük ‘doğması’ yaratmadığını aslında biliyor olması gerekirdi. Her ne kadar Atatürk’e bizatihi bir atıfta bulunmuyorsa da, Atatürk gibi seküler ve idealist, ileri görüşlü, ilimle yatıp, ilimle kalkan bir insandan, Atatürkçülük olarak algılanan(!), bürokratik kalıplar kümesi halinde ki, doğmatik kurallar zincirinin, aslında Atatürk’ten neşet etmediğini, bunun devlet çiftliğine demir atmış bürokratların, sıkışınca ama Atatürk’e atfen yanlış kullandıkları can kurtarma simidi olduğunu da, açıkça ifade etmesi gerekirdi.
            Söyledikleri herhalde düşündükleri değil, belki yanlış da değil ama yanlış anlaşılmaya çok müsait bir ifade kurgusu kullanmış demek istiyorum. Yazar olmadığını söylerken, keşke Atatürk’e bir paragraf açmadan önce, dışarıdan yardım alabilseydi. Zira Atatürk’le ilgili kitaplaşan her ifade, yazarı büyük bir manevi yükün altına sokar. Çünkü Atatürkçülük salt bir ‘kavram(!)’ değil, Türk Ulusu’nun var olabilme nedenidir.
            Diyebilmeliydi ki, gerçek Atatürkçülük, Atatürk’ün, başta özgürlük ve bağımsızlık olmak üzere, bütün dünyevi görüş, düşünce ve bir millet olabilme prensiplerinin, Türk Ulusuna bir vasiyet olarak intikal eden, toplu bir yansımasıdır ve içinde doğmaya asla yer yoktur.
            Ve çok iyi inandığını da ilave ederek, şayet Atatürk bugün yaşasaydı, o zaman doğru olan ama bugün revize edilmesi gereken bazı uygulamaların parametrelerini, bizatihen ilk önce kendisi, tıpkı o zaman yaptığı gibi, günün sosyo-ekonomik ve demokratik şartlarına en uygun ve en çağdaş konuma getirirdi, diyebilmeliydi. Esasen Cumhuriyeti seçmekle de, insan erdem’ine en yakışan ve en saygın devlet yapısını, daha o zaman benimsemişti, ifadesine de imza atabilmeliydi.

            Eski çağların Osmanlı ümmetinden, Atatürk’ün kurduğu, çağdaş Türk Ulusu Cumhuriyetine dönüşen bir devletin, kendisini de BİREY kabul eden himayesinde, yıllarca görev almış bir Hanife Avcının, birçok gizli devlet sırlarını da açıklayan kitabında, gerçek Atatürkçülüğü de biliyor olduğunu okumak isterdik doğrusu. Ne var ki, kitabından birçok gizli kalmış devlet ayıbını öğrenmiş olsak da, bu izlenimleri aldığımızı söyleyemiyoruz.
            Her şeyden önce, kendi asal’ının bilincinde(!) bir Türk aydını kimliğiyle habitatını yorumlaması, devletin çarpıklığının nedenlerini, önce milli kulvarda araştırması gerekirken, hiçbir ortak paydası olmadığı ve kendilerini de mental olarak, aslında hiç tanımadığı halde, Avrupalı, Amerikalı vb. aydın kimliğinde olduğunu sanıyor ve o perspektiften Türk Devlet yapısını irdelemeyi tercih ediyor.
            Kim diyor ki, Avrupalı ya da Amerikalı kurulmuş aydın, parası ödenmiş teknokrat, gerçek aydındır diye. Onlarda da bizdekilerin formatından, sayılamayacak kadar çok yarı aydın vardır. Şayet emperyalist düvelde, kimliğiyle parasal menfaatleri yer değiştirmiş yarı aydınlar, mebzul miktarda olmasaydı, hiç dünya böyle şirazesinden çıkabilirmiydi. Çok daha da kötü günler bizleri bekliyor. Erdem sapkınlığı çoğaldıkça dünya da sapıtmaya devam edecektir. Yakın bir gelecekte kendi başlarını yiyecek ve hep birlikte de zaman’ın kara deliğinde yok olup göçeceklerdir.
            Özellikle de bu gibilerin çifte standartlı demokratik(!) özgürlük(!) anlayışı, hem de şimdilerde Ortadoğu baharında, bu kadar tavan yapmışken. Bir istihbaratçı olarak, bari örnek aldığı dış kaynaklı aydınların konumlarına nasıl geldiklerinin ve de bizimkileri nasıl devşirmeye başladıklarının geçmişini de bir araştırıverseydi.

            Üstünde çok gürültü koparılan bu kitapta, aslında devlet içinde – artık mektep çocuklarının bile farkında olduğu – cemaat yapılanmasının fazla abartılması, yazarın tutuklanmasının nedeni değil de, daha ziyade ileri bürokratları içine alan, mafya-devlet ilişkilerini(!) açıklaması, ana neden gibi geliyor bana.
                                                                                             
§   En önemli yanılgılarımızdan bir tanesi de her derde deva diye kabul ettiğimiz Atatürkçülüktü; ne olduğu bilinmeyen, içinin ne ile doldurulacağı belli olmayan bir kavram. Kendi keyfi fikirlerimizi veya günün koşullarına göre devletin uygun bulduğu uygulamaları Atatürkçülük adına savunuyoruz. Oysa aklın ve bilimin egemen olduğu bir yerde asla dogmalara yer yoktur. Hiçbir fikir tartışmadan muaf değildir ve ebedi olarak değişmeden kalamaz. Eğer Atatürkçülük denen kurallar değiştirilemez, mutlak doğrular olarak kabul edilecekse, bu tür bir kabulün akıl ve bilim ile açıklaması yapılamaz. Değiştirilemez, mutlak doğruların var olduğu iddiasının kendisi de dogmatik bir yaklaşımdır ve temel laiklik anlayışına aykırıdır. Uygulamaya konulacak her düzenleme, getirilecek her kural, yapılacak her işlem, uygulamalarda uyulacak tüm ilke ve yöntemler mutlaka akıl ve bilimin ışığında değerlendirilmeli, bu ölçütlere göre incelenmeli, tahlil edilmeli ve bu ölçütlere uyduğu oranda hayata geçirilmelidir. Akla aykırı olan, ilme de aykırıdır. 
(Haliçte Yaşayan Simonlar – Hanife Avcı)

                                                                                                                                                 Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder