Bu vasıtayla 10 Kasımda Atatürk’ü
anmak üzere sap gibi dikilmenin ne anlamı var diyen saman tüccarlarına,
aslında teşekkür etmek gerekir. Zira her yasaklama, her aşağılama, her unutturma
çabası, Atatürk’ü bir kere daha yüceltmekte ve onun kalplerimizde her 10 Kasım
da yeniden doğmasına sebep olmaktadır. Bu gibi izan ve erdem yoksunlarına en
güzel cevabı, bu anlamlı günde yaşlısı genci ile bir araya gelen coşkulu
onbinler vermektedir esasen.
Sömürgecinin kucağında oturan
birilerinin savurduğu (!) gibi, bizler Atatürk’ü yeniden diriltmiyoruz. Çünkü
birincisi, ebedi olanın dirilmeye ihtiyacı yoktur, ikincisi de, diriltmek
Yaratan’ın işidir. Bizler sadece, yüce ve ebedi Atatürk’ün her 10 Kasım da
gönüllerimizde yeniden doğup, yeşerdiğine tanık oluyoruz, hepsi bu. Kendi adıma
her 10 Kasımda, Atatürk’ü yeniden anacağız diye büyük bir keyif duyuyorum
aslında. Ve doğmakla, diriltmek çok farklı hususlardır da
ayrıca.
İşte 11.11.2011 tarihli Alsancakta
ki son doğuşta, eşimle beraber bizde birlikteydik. Cumhuriyet – gelincik –
mitinglerinden beri hanidir, ilk defa bu kadar onur, kıvanç ve ahde vefa
coşkusunun muhteşem lezzetinin tadına ve ümmet değil BİREY oluşumuzun keyfine
vardık. Pek çok vatandaş bayram izninde olmasına rağmen, yine de büyük bir
kalabalık toplanmıştı. Bu arada birçok batılı ve uzak doğulu yabancı misafirin
de bizim coşkulu kalabalığı, gözlerinde ki ifade edilemeyen şaşkınlık, saygı ve
takdirle izlediğine tanık olduk.
Şerefiyle sorunu olmayan adamdan,
tutarlı karar çıkar, inanırsınız ve de inancınızın karşılığını da alırsınız.
Tıpkı Atatürk ve onun hamurundan olan insanlar gibi. Şerefi ve kişiliğiyle
sorunu olanlarda ise durum farklıdır. Ağızlarından çıkanı ciddiye almazsınız,
yine yanılmaz ama bunun da karşılığını alırsınız. İşte İNTİBAK konusu da böyle
bir meseledir. Söz verenin sorunlu olduğuna defalarca şahit olduğumuzdan, bunu
da ciddiye almamıştım zaten.
Sadaka değil ama devletinden,
kendisinden gasp edilen hakkı olan İNTİBAKINI bekleyen bir emekli olarak,
yukarda ifade etmeye çalıştığım BÜYÜK DOĞUŞU, çok büyük bir keyifle yaşarken,
bunları da düşünüyor ve neden, yıllarca devlete tavandan prim, ayrıca 13 yılda
destek primi ödemiş bir emekli olacağıma, o yüce adam’ın döneminde bir Kuvayi
Milliye neferi olamadığıma hayıflanıyor, bu pisliklerin içinde bir işe
yarayamadan, giderek yok olduğuma ise
kahroluyordum.
Bu erdem’in farkında olmayan,
hissettiklerimizi uzak ara bile hissedemeyen, etmekte istemeyen dernekler,
cemaatler, vakıflar ve sayısız sivil kurumlar vb. var ne yazık ki aziz
yurdumuzda. Hoş bunlar, sömürgeci eliyle İstiklal döneminde de azımsanmayacak
kadar çoğaltılmış, bugünkü gibi bedelleri de ödenerek kirli emellere angaje
edilmişlerdi.
Esasen sömürgecinin amacı, bütün bu
teşkilatlarda özel yetiştirdiği – devşirdiği – elemanlarıyla (ajanlar), içine
yerleştiği hedef kitlede, önce aile, arkadaş ve en yakın çevrelerde, sonra karşı
cemiyetlerde, sonunda millet, ulus ve devletin olmazsa olmaz bağlayıcı
kavramlarını (milli fundament), okültik hurafeler (şifreler, enigmalar, çakma
tarihi belgeler vb.) vasıtalarıyla kavram karmaşası potasında eritip, toplumun
inanç profilinde, direnç bozukluğu yaratmakla görevlendirilmişlerdir. Bunlar
başarılı olunca da, istenen yapının kurulması için gerekli olan zemin
hazırlanmış olacaktır.
Çevrenizde özellikle bu tip, kavram
karmaşası odaklı ve toplum devşirmeye uyarlanmış, yayınlar, neşriyatlar yapan TV
kanalları, NET (WEB, intra, extra) siteleri, diğer medya vb. bolluğuna
dikkatle bir göz atarsanız, aslında para da kazanmayan bu kaynakların
suyunun nereden geldiğini ve nedenini anlamakta zorlanmazsınız. Okültik fark
yaratma çabalı çalışmalar sonunda elde edilen netice, her zaman sıfıra sıfır,
elde var sıfır olmuştur. Ne var ki yine de, ‘benim
sıfırım, seninkini döver(!)’ anlayışı içindedir bazı vakıf ve
dernekler (mesela Masonlar, Siyonistler, prensipte birbirlerinden fazla da
ayrılmazlar) ne hikmettense.
Ama tüm bunların, Türk Ulusuna
verecek hiçbir mesajı olamayacağı ve ciddiye de alınmadıkları için, yine boşuna
uğraş vermekte ve koşar adım kendi sonlarına doğru yaklaşmaktadırlar. Ve bu gibi
dernek ve kurumların istikbalde yurdumuza neler getirebileceğini, ileri
görüşüyle çok önceden teşhis ederek, bunların faaliyetine kendi döneminde izin
vermeyen yüce Atatürk, bu anlamlı günde dehasıyla gözümüzde bir kere daha
büyüyor ve bir kere daha haklı çıkıyor. Ve bizler Atatürk ve emsalsiz tarihinin,
neden bu beslemeler tarafından silinmeye, unutturulmaya çalışıldığını bir kere
daha anlamış oluyoruz. İşte Alsancakta yüce doğuşu birlikte kutlarken,
bir yandan da bunları düşünüyordum ve bu yazının ana fikri oluşuyordu
kafamda.
Aşağıda göreceğiniz ve umarım cep
telefonu kamerası kalitesini affedeceğiniz birkaç resmi, bizim için yine ve yeni
bir unutulmaz anı olarak görüşlerinize sunuyorum.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder