14 Kasım 2011 Pazartesi

YENİ DOĞUŞ ÜZERİNE

            İzmir Alsancakta 10 Kasım Atatürk’ü anma birlikteliğinde, bir kere daha anladım ki, Atatürk dünyada aynı yıl içinde, biri 19 Mayıs, diğeri 10 Kasım da olmak üzere, iki defa doğum günü kutlanan tek insan, tek lider ve tek devlet adamıdır.
            Bu vasıtayla 10 Kasımda Atatürk’ü anmak üzere sap gibi dikilmenin ne anlamı var diyen saman tüccarlarına, aslında teşekkür etmek gerekir. Zira her yasaklama, her aşağılama, her unutturma çabası, Atatürk’ü bir kere daha yüceltmekte ve onun kalplerimizde her 10 Kasım da yeniden doğmasına sebep olmaktadır. Bu gibi izan ve erdem yoksunlarına en güzel cevabı, bu anlamlı günde yaşlısı genci ile bir araya gelen coşkulu onbinler vermektedir esasen.
            Sömürgecinin kucağında oturan birilerinin savurduğu (!) gibi, bizler Atatürk’ü yeniden diriltmiyoruz. Çünkü birincisi, ebedi olanın dirilmeye ihtiyacı yoktur, ikincisi de, diriltmek Yaratan’ın işidir. Bizler sadece, yüce ve ebedi Atatürk’ün her 10 Kasım da gönüllerimizde yeniden doğup, yeşerdiğine tanık oluyoruz, hepsi bu. Kendi adıma her 10 Kasımda, Atatürk’ü yeniden anacağız diye büyük bir keyif duyuyorum aslında. Ve doğmakla, diriltmek çok farklı hususlardır da ayrıca.

            İşte 11.11.2011 tarihli Alsancakta ki son doğuşta, eşimle beraber bizde birlikteydik. Cumhuriyet – gelincik – mitinglerinden beri hanidir, ilk defa bu kadar onur, kıvanç ve ahde vefa coşkusunun muhteşem lezzetinin tadına ve ümmet değil BİREY oluşumuzun keyfine vardık. Pek çok vatandaş bayram izninde olmasına rağmen, yine de büyük bir kalabalık toplanmıştı. Bu arada birçok batılı ve uzak doğulu yabancı misafirin de bizim coşkulu kalabalığı, gözlerinde ki ifade edilemeyen şaşkınlık, saygı ve takdirle izlediğine tanık olduk.
            Şerefiyle sorunu olmayan adamdan, tutarlı karar çıkar, inanırsınız ve de inancınızın karşılığını da alırsınız. Tıpkı Atatürk ve onun hamurundan olan insanlar gibi. Şerefi ve kişiliğiyle sorunu olanlarda ise durum farklıdır. Ağızlarından çıkanı ciddiye almazsınız, yine yanılmaz ama bunun da karşılığını alırsınız. İşte İNTİBAK konusu da böyle bir meseledir. Söz verenin sorunlu olduğuna defalarca şahit olduğumuzdan, bunu da ciddiye almamıştım zaten.
            Sadaka değil ama devletinden, kendisinden gasp edilen hakkı olan İNTİBAKINI bekleyen bir emekli olarak, yukarda ifade etmeye çalıştığım BÜYÜK DOĞUŞU, çok büyük bir keyifle yaşarken, bunları da düşünüyor ve neden, yıllarca devlete tavandan prim, ayrıca 13 yılda destek primi ödemiş bir emekli olacağıma, o yüce adam’ın döneminde bir Kuvayi Milliye neferi olamadığıma hayıflanıyor, bu pisliklerin içinde bir işe yarayamadan, giderek yok olduğuma ise kahroluyordum.
           
            Bu erdem’in farkında olmayan, hissettiklerimizi uzak ara bile hissedemeyen, etmekte istemeyen dernekler, cemaatler, vakıflar ve sayısız sivil kurumlar vb. var ne yazık ki aziz yurdumuzda. Hoş bunlar, sömürgeci eliyle İstiklal döneminde de azımsanmayacak kadar çoğaltılmış, bugünkü gibi bedelleri de ödenerek kirli emellere angaje edilmişlerdi.
            Esasen sömürgecinin amacı, bütün bu teşkilatlarda özel yetiştirdiği – devşirdiği – elemanlarıyla (ajanlar), içine yerleştiği hedef kitlede, önce aile, arkadaş ve en yakın çevrelerde, sonra karşı cemiyetlerde, sonunda millet, ulus ve devletin olmazsa olmaz bağlayıcı kavramlarını (milli fundament), okültik hurafeler (şifreler, enigmalar, çakma tarihi belgeler vb.) vasıtalarıyla kavram karmaşası potasında eritip, toplumun inanç profilinde, direnç bozukluğu yaratmakla görevlendirilmişlerdir. Bunlar başarılı olunca da, istenen yapının kurulması için gerekli olan zemin hazırlanmış olacaktır.
            Çevrenizde özellikle bu tip, kavram karmaşası odaklı ve toplum devşirmeye uyarlanmış, yayınlar, neşriyatlar yapan TV kanalları, NET (WEB, intra, extra) siteleri, diğer medya vb. bolluğuna dikkatle bir göz atarsanız, aslında para da kazanmayan bu kaynakların suyunun nereden geldiğini ve nedenini anlamakta zorlanmazsınız. Okültik fark yaratma çabalı çalışmalar sonunda elde edilen netice, her zaman sıfıra sıfır, elde var sıfır olmuştur. Ne var ki yine de, ‘benim sıfırım, seninkini döver(!)’ anlayışı içindedir bazı vakıf ve dernekler (mesela Masonlar, Siyonistler, prensipte birbirlerinden fazla da ayrılmazlar) ne hikmettense.
            Ama tüm bunların, Türk Ulusuna verecek hiçbir mesajı olamayacağı ve ciddiye de alınmadıkları için, yine boşuna uğraş vermekte ve koşar adım kendi sonlarına doğru yaklaşmaktadırlar. Ve bu gibi dernek ve kurumların istikbalde yurdumuza neler getirebileceğini, ileri görüşüyle çok önceden teşhis ederek, bunların faaliyetine kendi döneminde izin vermeyen yüce Atatürk, bu anlamlı günde dehasıyla gözümüzde bir kere daha büyüyor ve bir kere daha haklı çıkıyor. Ve bizler Atatürk ve emsalsiz tarihinin, neden bu beslemeler tarafından silinmeye, unutturulmaya çalışıldığını bir kere daha anlamış oluyoruz. İşte Alsancakta yüce doğuşu birlikte kutlarken, bir yandan da bunları düşünüyordum ve bu yazının ana fikri oluşuyordu kafamda.

            Aşağıda göreceğiniz ve umarım cep telefonu kamerası kalitesini affedeceğiniz birkaç resmi, bizim için yine ve yeni bir unutulmaz anı olarak görüşlerinize sunuyorum.

                                                                                                                      Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder