Ne
oldu? Yoksa iyi olduğu söylenen Baykal’ın yoğun bakım bahanesiyle alelacele ve
tam da seçim arifesinde, siyasa arenasından çekilmesi ve etkisiz hale
getirilmesi başka bir nedene mi dayanıyor acaba? Veya bu defa yeni bir videosuz(!)
kumpasla mı karşı karşıyayız yoksa. Ve bunun nedeni de CHP seçim bildirgesiyle
de açıklık kazanan, bölücü Kürt Federasyonuna doğru yol alış olabilir mi acaba?
Çünkü böyle bir kurguya, tanıdığımız ve kurucu CHP’nin eski Başkanı olan Baykal’ın
asla imza atmayacağı tartışılamaz bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hala işin
farkında değil. Oysa aynaya bakıp kendisine şu soruları sormalıdır. ‘Yahu ben
bu ülkenin başına neden böylesi bir emperyal amaç ve destekle getirildim. Nedir
bendeki keramet veya nedir benden gerçekte beklenen’. Belki de cevaplarını bilip
de üstünden atladığı; lakin üstünde durması elzem olan bu soruların açık cevaplarını
da kendisine vermesi gerekmektedir.
Zira
kendisini de aldattığı intibaını vermektedir zaman zaman. Çünkü hiçbir insanoğlu
bu kadar duyarsız olamaz. ABD televizyonunda ki siyahi gazetecinin sorularına
da, ‘soru soranın adamlığına bakarız’ mealinde bir bilgiçlikle söze başlarken,
kendi adamlığını tekzip ettiğinin de farkına varamayan koca Türkiye
Cumhurbaşkanının aslında veremediği cevaplara bakınca, emekli ve ahde vefa
sahibi bir vatandaş olarak kendi kaderime esef ettim doğrusu.
Barbarlık konusunda senaryo üzerine
senaryo yazan, başrolleri bizatihi kendisi oynarken, yan rolleri de içimizdeki maaşlı
figüranlarına oynatan emperyalist vahşi Batı; bize barbar deme hakkını elinde
tutmak için, kendi barbarlığını çakma insan hakları beyannameleri arkasına
gizleyerek, sütten çıkmış ak kaşık ayaklarına yattı bugüne kadar hep. Ne ki
şimdi bin bir surat maskeleri düştü, oyun da bitti. Yani gardırobunda başka da maske
kalmadı artık.
Hâlbuki biz oyunu açık oynar,
kurallara da uyarız. Yiğidin malı hep meydanda değil midir zaten. Çünkü adil,
dürüst ve alnı açık olduğundan, hiçbir şeyden korkusu yoktur ve dolayısıyla özgüveni
de beton gibidir. Ne zaman adamı asacağımızı, keseceğimizi de iyi biliriz. İşin
doğrusu da budur aslında. O halde bırakalım şimdi güçlü olanın veya kendisini
öyle sananın asla inanmadığı insan haklarını falan, filan.
Doğrusu derken; tıpkı Cumhuriyet tarihinin
ilk suikastının kurbanı olan Trabzon Vekili Şükrü Kaya’nın katili olan Topal
Osman’ın, önce kellesinin kesilerek öldürülmesinden sonra, kendisini idama
mahkûm eden Mahkemenin kararına da uyularak, başsız gövdesi mezarından çıkartılıp,
ibret için bir ağaca asılıarak sallandırıldığı gibi. Burada vicdan yanlış
yerdedir artık. Gerçek vicdan ise bu döngüyü sağlayan adalettir.
Sözün özü: Yani milyonlarca insanı
kişisel hırs, ihtiras ve menfaatleri bağlamında telef edip, evlerinden
yurtlarından ederek, onları kendi topraklarından kovarak muhacir yapanlar
barbar olmuyor da, doğru olanı uygulayan, yüce tarihinde her zaman adalet, erdem
ve vicdan sahibi olmuş Türkler mi barbar oluyor şimdi. İşte bu barbarların Türklere
duydukları kin ve nefretin asıl sebebi ise, kıskançlığın da ötesinde, Türklerin
anaları olarak gördükleri vatan topraklarının, onları yok etmeden asla
alınamayacak olduğunu, tecrübeyle iyi öğrenmiş olmalarında aranmalıdır.
Çevredeki
eleştirisel esintileri koklayıp yörüngesini akıllıca ayarlayan, hiçbir etki, tepki,
ters akıntı ve algı operasyonuna kapılmadan sadece altı ok bağlarının
düğümlerini tekrar sıkan, değiştirilemez kurucu Cumhuriyet Anayasasının asal
değerlerine dönen veya sadık kalan bir Kılıçdaroğlu; inanıyorum ki kendisine karşı
bölücü, yıkıcı, anti milli serzenişleriyle Erdoğan’ın yolunu açmaya çalışan
çevrelere de ileride özenle anılacak tarihi bir cevap vermiş ve gerçek bir CHP
lideri olarak da belgesel tarihe geçmiş olacaktır. Bunun böyle olmasını,
aslında bütün değerleriyle Türkiye Cumhuriyetini temsil eden Kemalist CHP
seçmeni, bilin ki bütün kalbiyle arzu ediyor. Tarihe mal olan onurları ise
satın alacak herhangi bir değer henüz yaratılmamıştır.
Rauf
Orbay’ın, itilaf Devletlerine boğazların işgaliyle birlikte ağır tavizler
verdiğimiz Mondros Mütarekesinden sonra, bunu bir başarı olarak gösterip;
‘İngilizler güvenilir dosttur’ demesinden itibaren yaşadıklarımız, işte bugünkü
halimizle de benzerlikler çağrıştırıyor. Bir oturup bin defa düşünülmesi
gereken güven kelimesini bugün aynı rahatlıkla kullanarak aynı şeyleri ABD için
söyleyenlere, ‘ABD’den hiç dost olabilir mi’ diye nasıl sormayalım şimdi.
O
dönemde millet, emperyal işgaline evet; ama Yunan işgaline hayır deme gafletindeydi.
Bugün ABD ve İngiliz dostumuzdur diyenler de aynı gaflet ve delalet
içindedirler işte. Ne ki aslında bunu onlara söyleten arkalarında ki Dolar
fonlarıdır. Hoş o zaman, bugün su gibi
akan Dolar da yoktu ortada. Hele ilk Cumhuriyet yıllarında 1 Dolar için 80
kuruş ödüyordu bu millet. Hey gidi hey. Ne günlermiş onlar. Bugün ise günde 24
saat para basan ve paradan para kazanan; ama kapanış saatini bekleyen bir ABD
ve beslemeleri var bu dünyada şimdilik.
Cumhuriyet
tarihine daldığınızda, Atatürk’ün en yakın çevresindeki ihaneti ya da fikir
ayrılıklarını tanıdıktan sonra yüce Atatürk’ün, renklerine bakmadan, tüm
emperyalist işgaline karşı bu dağınık ve kafası karıştırılmış milleti nasıl bir
milli mücadeleye ikna edebildiğini anlayınca, ona saygınız bir kat daha
artıyor. Ve bu ürkütücü, fırtınalı tarih denizinden yine Atatürk can yeleğine
sarınarak satha çıkabiliyor, nefes alabiliyorsunuz ancak.
Bu
kutsal vatanda engelsiz nefes almaya da devam etmek istiyorsak, Cindoruk’un
tabiriyle 24 Haziranda ki aslı tamam veya devam nitelikli bir referandum olacak;
ama seçim yaftalı milli buluşmada ve sandık başında ailece reylerimizi milli
müktesebatımız bağlamında kullanmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz.
Varlık
deniyor ya hani zenginliği de betimleyen! ABD dünyanın en zengin ülkesi kabul
ediliyor. İyi de bunun o ülkenin küçük bir azınlığı dışında kalan büyük kesime
bir faydası var mı? Ekonomi de yoksulluk faktörü olarak da kabul edilen Gini
katsayısı en yüksek ülke değil mi? Yani zengin bir azınlık ile geri kalan ülke
vatandaşları arasında ki GSMH dağılımı normal vatandaş için kazanç payı en
düşük olan ülke değil mi? Kalkınmış ülkeler kulvarında bütün zenginliğine
rağmen bakıma muhtaçların sayısı en yüksek olan ülke değil mi?
Oysa
bugünkü 16 yılın AKP ezikliğinde tepe sersemine dönmüş Türkiye’mizde ki muhtaç
sayısı, ABD dekinden de yüksek iken; varoşlarda, dehliz, tünel ve metrolarda
bir köşeye büzülüp üstüne bulduğu eski gazeteleri, paçavraları, ambalaj
kartonlarını örterek ısınmaya çalışan insan faktörünün neden ABD de olduğu
kadar fazla olmadığına gelince; bu sorunun cevabını Türk insanının vicdanı ve
ahlak yapısında aramak lazımdır.
Çünkü
Türk Milleti genelde aile çevresindeki bakıma muhtaç insanlarını da kendi
durumuna bakmadan koruma altına alır, sıcak yatak verir, onlarla da ekmeğini
paylaşır da ondan. İşte ve dolayısıyla da bizdeki bakıma muhtaçların Batıda ki bilhassa
da ABD de ki kadar fazlaca ortalıkta gözükmüyor olması, bizi sakın aldatmasın. Belki
onlardan daha fakiriz; ama herhalde onlardan çok daha zenginizdir kim bilir...
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder