4 Haziran 2018 Pazartesi

VARLIK..


            Ne oldu? Yoksa iyi olduğu söylenen Baykal’ın yoğun bakım bahanesiyle alelacele ve tam da seçim arifesinde, siyasa arenasından çekilmesi ve etkisiz hale getirilmesi başka bir nedene mi dayanıyor acaba? Veya bu defa yeni bir videosuz(!) kumpasla mı karşı karşıyayız yoksa. Ve bunun nedeni de CHP seçim bildirgesiyle de açıklık kazanan, bölücü Kürt Federasyonuna doğru yol alış olabilir mi acaba? Çünkü böyle bir kurguya, tanıdığımız ve kurucu CHP’nin eski Başkanı olan Baykal’ın asla imza atmayacağı tartışılamaz bile.

            Cumhurbaşkanı Erdoğan hala işin farkında değil. Oysa aynaya bakıp kendisine şu soruları sormalıdır. ‘Yahu ben bu ülkenin başına neden böylesi bir emperyal amaç ve destekle getirildim. Nedir bendeki keramet veya nedir benden gerçekte beklenen’. Belki de cevaplarını bilip de üstünden atladığı; lakin üstünde durması elzem olan bu soruların açık cevaplarını da kendisine vermesi gerekmektedir.

Zira kendisini de aldattığı intibaını vermektedir zaman zaman. Çünkü hiçbir insanoğlu bu kadar duyarsız olamaz. ABD televizyonunda ki siyahi gazetecinin sorularına da, ‘soru soranın adamlığına bakarız’ mealinde bir bilgiçlikle söze başlarken, kendi adamlığını tekzip ettiğinin de farkına varamayan koca Türkiye Cumhurbaşkanının aslında veremediği cevaplara bakınca, emekli ve ahde vefa sahibi bir vatandaş olarak kendi kaderime esef ettim doğrusu.


            Barbarlık konusunda senaryo üzerine senaryo yazan, başrolleri bizatihi kendisi oynarken, yan rolleri de içimizdeki maaşlı figüranlarına oynatan emperyalist vahşi Batı; bize barbar deme hakkını elinde tutmak için, kendi barbarlığını çakma insan hakları beyannameleri arkasına gizleyerek, sütten çıkmış ak kaşık ayaklarına yattı bugüne kadar hep. Ne ki şimdi bin bir surat maskeleri düştü, oyun da bitti. Yani gardırobunda başka da maske kalmadı artık.

            Hâlbuki biz oyunu açık oynar, kurallara da uyarız. Yiğidin malı hep meydanda değil midir zaten. Çünkü adil, dürüst ve alnı açık olduğundan, hiçbir şeyden korkusu yoktur ve dolayısıyla özgüveni de beton gibidir. Ne zaman adamı asacağımızı, keseceğimizi de iyi biliriz. İşin doğrusu da budur aslında. O halde bırakalım şimdi güçlü olanın veya kendisini öyle sananın asla inanmadığı insan haklarını falan, filan.

            Doğrusu derken; tıpkı Cumhuriyet tarihinin ilk suikastının kurbanı olan Trabzon Vekili Şükrü Kaya’nın katili olan Topal Osman’ın, önce kellesinin kesilerek öldürülmesinden sonra, kendisini idama mahkûm eden Mahkemenin kararına da uyularak, başsız gövdesi mezarından çıkartılıp, ibret için bir ağaca asılıarak sallandırıldığı gibi. Burada vicdan yanlış yerdedir artık. Gerçek vicdan ise bu döngüyü sağlayan adalettir.

            Sözün özü: Yani milyonlarca insanı kişisel hırs, ihtiras ve menfaatleri bağlamında telef edip, evlerinden yurtlarından ederek, onları kendi topraklarından kovarak muhacir yapanlar barbar olmuyor da, doğru olanı uygulayan, yüce tarihinde her zaman adalet, erdem ve vicdan sahibi olmuş Türkler mi barbar oluyor şimdi. İşte bu barbarların Türklere duydukları kin ve nefretin asıl sebebi ise, kıskançlığın da ötesinde, Türklerin anaları olarak gördükleri vatan topraklarının, onları yok etmeden asla alınamayacak olduğunu, tecrübeyle iyi öğrenmiş olmalarında aranmalıdır. 

           
Çevredeki eleştirisel esintileri koklayıp yörüngesini akıllıca ayarlayan, hiçbir etki, tepki, ters akıntı ve algı operasyonuna kapılmadan sadece altı ok bağlarının düğümlerini tekrar sıkan, değiştirilemez kurucu Cumhuriyet Anayasasının asal değerlerine dönen veya sadık kalan bir Kılıçdaroğlu; inanıyorum ki kendisine karşı bölücü, yıkıcı, anti milli serzenişleriyle Erdoğan’ın yolunu açmaya çalışan çevrelere de ileride özenle anılacak tarihi bir cevap vermiş ve gerçek bir CHP lideri olarak da belgesel tarihe geçmiş olacaktır. Bunun böyle olmasını, aslında bütün değerleriyle Türkiye Cumhuriyetini temsil eden Kemalist CHP seçmeni, bilin ki bütün kalbiyle arzu ediyor. Tarihe mal olan onurları ise satın alacak herhangi bir değer henüz yaratılmamıştır.

Rauf Orbay’ın, itilaf Devletlerine boğazların işgaliyle birlikte ağır tavizler verdiğimiz Mondros Mütarekesinden sonra, bunu bir başarı olarak gösterip; ‘İngilizler güvenilir dosttur’ demesinden itibaren yaşadıklarımız, işte bugünkü halimizle de benzerlikler çağrıştırıyor. Bir oturup bin defa düşünülmesi gereken güven kelimesini bugün aynı rahatlıkla kullanarak aynı şeyleri ABD için söyleyenlere, ‘ABD’den hiç dost olabilir mi’ diye nasıl sormayalım şimdi.

O dönemde millet, emperyal işgaline evet; ama Yunan işgaline hayır deme gafletindeydi. Bugün ABD ve İngiliz dostumuzdur diyenler de aynı gaflet ve delalet içindedirler işte. Ne ki aslında bunu onlara söyleten arkalarında ki Dolar fonlarıdır.  Hoş o zaman, bugün su gibi akan Dolar da yoktu ortada. Hele ilk Cumhuriyet yıllarında 1 Dolar için 80 kuruş ödüyordu bu millet. Hey gidi hey. Ne günlermiş onlar. Bugün ise günde 24 saat para basan ve paradan para kazanan; ama kapanış saatini bekleyen bir ABD ve beslemeleri var bu dünyada şimdilik.

Cumhuriyet tarihine daldığınızda, Atatürk’ün en yakın çevresindeki ihaneti ya da fikir ayrılıklarını tanıdıktan sonra yüce Atatürk’ün, renklerine bakmadan, tüm emperyalist işgaline karşı bu dağınık ve kafası karıştırılmış milleti nasıl bir milli mücadeleye ikna edebildiğini anlayınca, ona saygınız bir kat daha artıyor. Ve bu ürkütücü, fırtınalı tarih denizinden yine Atatürk can yeleğine sarınarak satha çıkabiliyor, nefes alabiliyorsunuz ancak.

Bu kutsal vatanda engelsiz nefes almaya da devam etmek istiyorsak, Cindoruk’un tabiriyle 24 Haziranda ki aslı tamam veya devam nitelikli bir referandum olacak; ama seçim yaftalı milli buluşmada ve sandık başında ailece reylerimizi milli müktesebatımız bağlamında kullanmak zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz.


Varlık deniyor ya hani zenginliği de betimleyen! ABD dünyanın en zengin ülkesi kabul ediliyor. İyi de bunun o ülkenin küçük bir azınlığı dışında kalan büyük kesime bir faydası var mı? Ekonomi de yoksulluk faktörü olarak da kabul edilen Gini katsayısı en yüksek ülke değil mi? Yani zengin bir azınlık ile geri kalan ülke vatandaşları arasında ki GSMH dağılımı normal vatandaş için kazanç payı en düşük olan ülke değil mi? Kalkınmış ülkeler kulvarında bütün zenginliğine rağmen bakıma muhtaçların sayısı en yüksek olan ülke değil mi?

Oysa bugünkü 16 yılın AKP ezikliğinde tepe sersemine dönmüş Türkiye’mizde ki muhtaç sayısı, ABD dekinden de yüksek iken; varoşlarda, dehliz, tünel ve metrolarda bir köşeye büzülüp üstüne bulduğu eski gazeteleri, paçavraları, ambalaj kartonlarını örterek ısınmaya çalışan insan faktörünün neden ABD de olduğu kadar fazla olmadığına gelince; bu sorunun cevabını Türk insanının vicdanı ve ahlak yapısında aramak lazımdır.

Çünkü Türk Milleti genelde aile çevresindeki bakıma muhtaç insanlarını da kendi durumuna bakmadan koruma altına alır, sıcak yatak verir, onlarla da ekmeğini paylaşır da ondan. İşte ve dolayısıyla da bizdeki bakıma muhtaçların Batıda ki bilhassa da ABD de ki kadar fazlaca ortalıkta gözükmüyor olması, bizi sakın aldatmasın. Belki onlardan daha fakiriz; ama herhalde onlardan çok daha zenginizdir kim bilir...

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder