Geçen
günlerde Medeniyet Üniversitesinde talebelerle yaptığı bir söyleşinin izlenti
adresini bu yazıma eklemekten kendimi alamadığım sevgili Banu Avar’a hak
vermemek imkânsızdır. Hak verdiğimiz ögeleri sıralarsak:
1.
Müstevli
İktidardan en kısa zamanda kurtulup acilen Milli bir Hükümet kurmak.
2.
Dış
Ticaret açığımızı Çin vasıtasıyla kapamak.
Bu
konuları açarsak: Birincinin üstünde fazla durmaya gerek yok başlık kendisini,
nedenlerini dahi sıralamaya gerek kalmadan açıklıyor nasıl olsa. İkincisinin
üstünde biraz durmak gerekiyor. Çin’in tasarımında olan yeni İpek Yolu projesi
asla göz ardı edilecek bir proje değildir. Ayrıca Çin’in bize olan ihtiyacı,
her şeyden önce Asya, Avrupa arasında etrafı denizlerle çevrili en büyük köprü
Türkiye’miz olduğu için Doğu ve Batıyı en hızlı ve ekonomik bir eksende
birleştirecek ana konuma da sahiptir.
Ayrıca
küçük Asya’nın çevresindeki açık denizlere açılan limanlarını da bu resme
eklerseniz, Türkiye’nin böylesi devasa bir projedeki önemi kendiliğinden ortaya
çıkar. İşte bu perspektifle bile bakıldığında Dünya da en fazla Dolar rezervine
sahip Çin’in bizim dış borçlarımızı kapaması aslında sadece Çin’in değil bu
projeden nemalanacak bütün Devletlerin de menfaatleri gereğidir.
İşte
tam da bu noktada Sevgili Avar’a hak vermemek mümkün değildir. Ayrıca milli
varlığımız ve jeopolitik konumumuzla fazlasıyla hak edeceğimiz bu destek, asla
bir bağış ve bizi ABD veya IMF’e köle eden bir borç da değil, anamızın ak sütü
gibi de hakkımız olacaktır. Ayrıca bu da bizi kimseye borçlu kılmayacaktır.
Aşağıda
bilhassa gençlere de mutlak okumalarını tavsiye ettiği Emin Değer’in ‘Oltadaki
Balık Türkiye’ adlı eserinden yaptığım bir alıntıyı da, yazarına empati
oluşturulması bağlamında yazıma ekliyorum.
Avar’ın
Konuşması: https://www.youtube.com/watch?v=bwapRrZRLtc
§ Emperyalizm, askersel işgalli sömürüyü, Ulusal
Kurtuluş Savaşları'nın yaygınlaşması nedeni
ile sürdüremeyeceğini anlamış ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir yöntem geliştirmiştir.
Emperyalizm, bu kez dostluk ve yardım
anlaşmalarıyla gelmiştir. Hem de, geldiği ülkenin tüm alanlarını denetlemenin yol ve
yöntemlerini anlaşmalarla sağlayarak!
Bunun
bir başka adı, "Dolaylı İşgal"dir. İşgalci yöntemin, ulusal bir
direniş bilinci yaratmasına karşın,
bu dolaylı işgal, değil halkın, politika ile uğraşan çoğu kişinin bile ayırdına varamayacağı
bir gizli işgaldir.
İşte
ABD, dünyanın az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerine ve Türkiye'ye, bu
yöntemle
yerleşmiştir. Biliyorum, bu "yerleşmiştir" sözcüğüne kimileri dudak
bükecektir. Ancak,
Türkiye'nin ve benzeri ülkelerin, 1950'lerden bu yana geçirdiği evreler dikkate
alındığında, bu "yerleşme" sözcüğünün yerinde olduğu görülür.
(Oltadaki Balık Türkiye)
(Oltadaki Balık Türkiye)
Yabancı
yatırımla milli kalkınma olmaz. Çünkü yatırımcı, yatırdığını misliyle çekip
götürecektir de. Yoksa neden yatırım yapsın ki. Bunu engellemek ise söz konusu
değildir. Aslında güvensiz bir ortama dış kaynak da itibar etmez. Dolayısıyla
Hukuksal düzeyde de yetersiz, güven vermez ve beceriksiz iktidarı yüzünden
ekonomi-politiği tersyüz olmuş bir ülke, emperyalist yatırımcı için bile
sorunlu bir ülkedir. O halde yabancı yatırım konusunu hiç açmadan kapayalım
isterseniz.
Hal
böyle iken, yabancı yatırımcı için bir güven ortamının yaratılması düşüncesine,
bütün adayların sarılması telkini, bazı yandaş bilgiçler tarafından sanki vazgeçilmez
bir kalkınma siyasası gibi ortaya koyuluyor. Oysa bu, yabancı sermayeye
bağımlılığın, kanunlar ve adalet kurumlarıyla da desteklenmesi temayülüne
yönelmekten başka nedir. Hâlbuki
biz bu bağnazlığı, daha Cumhuriyetin kuruluşunda milletçe aşmamış mıydık? Şimdi
bundaki absürt algı operasyonunu daha fazla açmaya gerek kalıyor mu? İçindeki art
niyet, ikircikli ve maksatlı yaklaşım, kendini açıklamıyor mu?
İstiklal
Savaşımızın sonrasında, ilk Cumhuriyet döneminde olduğu gibi içi boş hazineyle bile
bağımsız bir Ekonominin kurulabileceğini ortaya koyan Kemalizm, neden bugün
unutulan veya unutturulmaya çalışılan; ama bizi biz yapan yüce değerimizdir
aslında. İşte bu sorunun cevabı yukarıdaki art niyetin de cevabı olacaktır.
Dibine kadar yabancı sermayeye bağlı, her ferdi Dolar üstüne Dolar istifleyen
bir Hükümet erkânından yoksa yabancı sermaye ile kurtulmuş bir milli Ekonomi
mucizesi(!) mi bekliyordunuz.
Atatürk
Ekonomisinde de başlangıçta yabancı sermaye bir miktar vardı; ama tamamen
Devletin ortak olduğu ve denetimini tek taraflı anlaşmalarla elinde tutarak tam
bağımsız milli model uyguladığı bir sistemde. Yani yabancı sermayenin yüksek
faizle şişip olmadık zamanda da ülkeden kaçma gibi bir lüksü hiç yoktu. Ve Allah’tan
o zaman Erdoğan emsali bir lider değil de bir Atatürk vardı başımızda. Yoksa bugün sade biz
değil; ama Erdoğan’lar da olamazdı.
Aynı
ilişkide, bir de adaylar arasında ağız birliği yapmışçasına, ana dilde eğitim
lafı dolaştırılıyor. Sakın bunu vaat olarak sahiplenmeyin, yoksa kendi
bacağınıza sıkmış olursunuz. Ana dilde eğitim elbette olmak zorundadır. Tabii
anadil diye kastedilen ulus devletin milli dilidir. Etnik dilde eğitim ise ancak özel
dershanelerdeki kurslarla verilebilir. O da Devlet bunu programına almışsa; ama
mecburiyeti de yoktur.
Çünkü
hiçbir Devletin milli dili olmayan bir dilde eğitim vermesi beklenemez, bu
talep dahi edilemez. Yoksa etnik dillerin, hatta 39 lehçesi olan Türkçe’nin
bile ulusun kullandığı lehçesi anadil kabul edilir. Ki Kürtçe denilen ve aslında
Türkçe den ayrı bir dil olmayan lehçe de böyledir. Yoksa maksat eğitim değil de
emperyalist maşası olacak birilerine otonomi vermekse; o düşünce de olanlara
siz gidin herhangi bir Ulus Devlet de – İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta
farklı etniklerden oluşan federatif kampus Devlet ABD de dahi vs.- bu
talebinizi yapın, bakalım size ne diyecekler, nasıl bir tepkiyle
karşılaşacaksınız diye sormak gerekir. Yani sözün özü her Devletin tek; ama
kendi ana dilinde milli eğitimi olmalıdır ki önce de Devlet varlığı olabilsin.
Ve elbette ki Türkiye’miz de onlardan farklı değildir.
Şimdi
son akçemizi de kumbaramıza atalım ve diyelim ki:
Doğru
bir lider elinde fener taşıyandır. Çünkü karanlık tünelde fenerini yakınca,
başta kendisi olmak üzere bütün arkasından gelenler, gidecekleri yolu birlikte göreceklerdir
de ondan. O halde soralım şimdi. Ben liderim diyen her bir adaya; cebinde
fenerin var mı?
Büyük
Şef her zamanki seçim öncesi alışıldık duygusal algı operasyonlarına başladı.
Ve yine yeni bir suikast balonu uçurdu. Bu kadar suikast teşebbüsü gerçek
olacak; ama sen isabet almayacaksın. Haydi, canım geçiniz. Ne ki bu defaki
balon, dün mülkiyetine sahip olduğumuz güzel Yugoslavya; ne yazık ki bugün
emperyalist eliyle ucube bir kampüs ve toplu Türk mezarlarına dönüşmüş
topraklardan uçuruldu. Ve ne denli büyük yazıktır ki; hem de tarih yazmış ve
tarihinde sayısız Milatlar olan şanlı Türkiye Cumhuriyetinin bir Cumhurbaşkanı
tarafından…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder