26 Mayıs 2018 Cumartesi

BALONCUZADELER..


            Geçen günlerde Medeniyet Üniversitesinde talebelerle yaptığı bir söyleşinin izlenti adresini bu yazıma eklemekten kendimi alamadığım sevgili Banu Avar’a hak vermemek imkânsızdır. Hak verdiğimiz ögeleri sıralarsak:

1.      Müstevli İktidardan en kısa zamanda kurtulup acilen Milli bir Hükümet kurmak.
2.      Dış Ticaret açığımızı Çin vasıtasıyla kapamak.

Bu konuları açarsak: Birincinin üstünde fazla durmaya gerek yok başlık kendisini, nedenlerini dahi sıralamaya gerek kalmadan açıklıyor nasıl olsa. İkincisinin üstünde biraz durmak gerekiyor. Çin’in tasarımında olan yeni İpek Yolu projesi asla göz ardı edilecek bir proje değildir. Ayrıca Çin’in bize olan ihtiyacı, her şeyden önce Asya, Avrupa arasında etrafı denizlerle çevrili en büyük köprü Türkiye’miz olduğu için Doğu ve Batıyı en hızlı ve ekonomik bir eksende birleştirecek ana konuma da sahiptir.

Ayrıca küçük Asya’nın çevresindeki açık denizlere açılan limanlarını da bu resme eklerseniz, Türkiye’nin böylesi devasa bir projedeki önemi kendiliğinden ortaya çıkar. İşte bu perspektifle bile bakıldığında Dünya da en fazla Dolar rezervine sahip Çin’in bizim dış borçlarımızı kapaması aslında sadece Çin’in değil bu projeden nemalanacak bütün Devletlerin de menfaatleri gereğidir.

İşte tam da bu noktada Sevgili Avar’a hak vermemek mümkün değildir. Ayrıca milli varlığımız ve jeopolitik konumumuzla fazlasıyla hak edeceğimiz bu destek, asla bir bağış ve bizi ABD veya IMF’e köle eden bir borç da değil, anamızın ak sütü gibi de hakkımız olacaktır. Ayrıca bu da bizi kimseye borçlu kılmayacaktır.

Aşağıda bilhassa gençlere de mutlak okumalarını tavsiye ettiği Emin Değer’in ‘Oltadaki Balık Türkiye’ adlı eserinden yaptığım bir alıntıyı da, yazarına empati oluşturulması bağlamında yazıma ekliyorum.




§      Emperyalizm, askersel işgalli sömürüyü, Ulusal Kurtuluş Savaşları'nın yaygınlaşması nedeni ile sürdüremeyeceğini anlamış ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir yöntem geliştirmiştir. Emperyalizm, bu kez dostluk ve yardım anlaşmalarıyla gelmiştir. Hem de, geldiği ülkenin tüm alanlarını denetlemenin yol ve yöntemlerini anlaşmalarla sağlayarak!
Bunun bir başka adı, "Dolaylı İşgal"dir. İşgalci yöntemin, ulusal bir direniş bilinci yaratmasına karşın, bu dolaylı işgal, değil halkın, politika ile uğraşan çoğu kişinin bile ayırdına varamayacağı bir gizli işgaldir.
İşte ABD, dünyanın az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerine ve Türkiye'ye, bu
yöntemle yerleşmiştir. Biliyorum, bu "yerleşmiştir" sözcüğüne kimileri dudak bükecektir. Ancak, Türkiye'nin ve benzeri ülkelerin, 1950'lerden bu yana geçirdiği evreler dikkate alındığında, bu "yerleşme" sözcüğünün yerinde olduğu görülür.
(Oltadaki Balık Türkiye)


Yabancı yatırımla milli kalkınma olmaz. Çünkü yatırımcı, yatırdığını misliyle çekip götürecektir de. Yoksa neden yatırım yapsın ki. Bunu engellemek ise söz konusu değildir. Aslında güvensiz bir ortama dış kaynak da itibar etmez. Dolayısıyla Hukuksal düzeyde de yetersiz, güven vermez ve beceriksiz iktidarı yüzünden ekonomi-politiği tersyüz olmuş bir ülke, emperyalist yatırımcı için bile sorunlu bir ülkedir. O halde yabancı yatırım konusunu hiç açmadan kapayalım isterseniz.

Hal böyle iken, yabancı yatırımcı için bir güven ortamının yaratılması düşüncesine, bütün adayların sarılması telkini, bazı yandaş bilgiçler tarafından sanki vazgeçilmez bir kalkınma siyasası gibi ortaya koyuluyor. Oysa bu, yabancı sermayeye bağımlılığın, kanunlar ve adalet kurumlarıyla da desteklenmesi temayülüne yönelmekten başka nedir. Hâlbuki biz bu bağnazlığı, daha Cumhuriyetin kuruluşunda milletçe aşmamış mıydık? Şimdi bundaki absürt algı operasyonunu daha fazla açmaya gerek kalıyor mu? İçindeki art niyet, ikircikli ve maksatlı yaklaşım, kendini açıklamıyor mu?

İstiklal Savaşımızın sonrasında, ilk Cumhuriyet döneminde olduğu gibi içi boş hazineyle bile bağımsız bir Ekonominin kurulabileceğini ortaya koyan Kemalizm, neden bugün unutulan veya unutturulmaya çalışılan; ama bizi biz yapan yüce değerimizdir aslında. İşte bu sorunun cevabı yukarıdaki art niyetin de cevabı olacaktır. Dibine kadar yabancı sermayeye bağlı, her ferdi Dolar üstüne Dolar istifleyen bir Hükümet erkânından yoksa yabancı sermaye ile kurtulmuş bir milli Ekonomi mucizesi(!) mi bekliyordunuz.

Atatürk Ekonomisinde de başlangıçta yabancı sermaye bir miktar vardı; ama tamamen Devletin ortak olduğu ve denetimini tek taraflı anlaşmalarla elinde tutarak tam bağımsız milli model uyguladığı bir sistemde. Yani yabancı sermayenin yüksek faizle şişip olmadık zamanda da ülkeden kaçma gibi bir lüksü hiç yoktu. Ve Allah’tan o zaman Erdoğan emsali bir lider değil de bir Atatürk vardı başımızda. Yoksa bugün sade biz değil; ama Erdoğan’lar da olamazdı.

Aynı ilişkide, bir de adaylar arasında ağız birliği yapmışçasına, ana dilde eğitim lafı dolaştırılıyor. Sakın bunu vaat olarak sahiplenmeyin, yoksa kendi bacağınıza sıkmış olursunuz. Ana dilde eğitim elbette olmak zorundadır. Tabii anadil diye kastedilen ulus devletin milli dilidir. Etnik dilde eğitim ise ancak özel dershanelerdeki kurslarla verilebilir. O da Devlet bunu programına almışsa; ama mecburiyeti de yoktur.

Çünkü hiçbir Devletin milli dili olmayan bir dilde eğitim vermesi beklenemez, bu talep dahi edilemez. Yoksa etnik dillerin, hatta 39 lehçesi olan Türkçe’nin bile ulusun kullandığı lehçesi anadil kabul edilir. Ki Kürtçe denilen ve aslında Türkçe den ayrı bir dil olmayan lehçe de böyledir. Yoksa maksat eğitim değil de emperyalist maşası olacak birilerine otonomi vermekse; o düşünce de olanlara siz gidin herhangi bir Ulus Devlet de – İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta farklı etniklerden oluşan federatif kampus Devlet ABD de dahi vs.- bu talebinizi yapın, bakalım size ne diyecekler, nasıl bir tepkiyle karşılaşacaksınız diye sormak gerekir. Yani sözün özü her Devletin tek; ama kendi ana dilinde milli eğitimi olmalıdır ki önce de Devlet varlığı olabilsin. Ve elbette ki Türkiye’miz de onlardan farklı değildir.

Şimdi son akçemizi de kumbaramıza atalım ve diyelim ki:
Doğru bir lider elinde fener taşıyandır. Çünkü karanlık tünelde fenerini yakınca, başta kendisi olmak üzere bütün arkasından gelenler, gidecekleri yolu birlikte göreceklerdir de ondan. O halde soralım şimdi. Ben liderim diyen her bir adaya; cebinde fenerin var mı?


Büyük Şef her zamanki seçim öncesi alışıldık duygusal algı operasyonlarına başladı. Ve yine yeni bir suikast balonu uçurdu. Bu kadar suikast teşebbüsü gerçek olacak; ama sen isabet almayacaksın. Haydi, canım geçiniz. Ne ki bu defaki balon, dün mülkiyetine sahip olduğumuz güzel Yugoslavya; ne yazık ki bugün emperyalist eliyle ucube bir kampüs ve toplu Türk mezarlarına dönüşmüş topraklardan uçuruldu. Ve ne denli büyük yazıktır ki; hem de tarih yazmış ve tarihinde sayısız Milatlar olan şanlı Türkiye Cumhuriyetinin bir Cumhurbaşkanı tarafından…

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder