5 Ağustos 2015 Çarşamba

SAFKAN..

            Davutoğlu nam birader, bedel ödediklerini söylüyormuş. Allah aşkına, neyin bedelini ödediklerini bir bilen varsa söylesin de bizde öğrenmiş olalım, sevaptır. Kardeş şayet 13 yılın soygunlarının, balyoz ve Ergenekonlarının, yüce yargıyı guguk etmenin bedelini ödediklerini söylemeye çalışmışsa, onu ödeyecekler nasıl olsa; ama henüz daha ödemediler. Çünkü MHP’li lastik tamircisi sağ olsun, o iş şimdilik ertelendi.

            Oysa hem de hiç hak etmedikleri halde, her gün taşınan Şehit cenazeleri ve gün göremeden aramızdan ayrılmak zorunda kalan körpelerin, analarının, babalarının yürekler yakan figanlarıyla, bedeli kimlerin ödediği ve kendi basiretsizlikleri yüzünden halen de ödemekte oldukları açıkça belli oluyor. Ve ülkemizdeki bütün terörist melanet yuvaları temizlenmeden, içlerindeki yılanların başları ezilmeden de milletin huzur bulamayacağı hala görülemiyor mu? Yoksa bu zat at gözlüğü ile mi dolaşıyor.

Ülkemizde hanidir sıfırlanmış olan terörün, 2002 den bu yana sönmüş ateşinin üstüne yeni kömür atarak, diğer yandan da altını üfleyip ateşi yeniden canlandırmak amacıyla bu ülkeye iktidar yapılmış AKP cemaati, dününü çabuk unuttu anlaşılan. Şimdi ise TSK’nın havaya kalkan yumruğunu gördükten sonra, birden aklı başına geldi de mi acilen milliyetçi hamaset türküleri yakmaya başlayarak, üstüne de seçmende duygu sömürüsü bile yapmaya kalktı yine.


Vaktiyle AKP henüz iktidar yapılmaya hazırlanırken, “Tayipler gümbür gümbür geliyor” diyerek, timsah esprisi yapanlara, “o halde paldır küldür giderken de, Atatürkçü olup gidecekler, siz hiç merak etmeyin” demiştim. İşte şimdi o günlerdeyiz artık. Yoksa hala aymadılar mı bizim biraderler buna. Görülüyor ki, CHP ile kendileri adına da kalıcı bir kurtuluş koalisyonu kurmak yerine, Sarayla müştereken sahneye koymak istedikleri azınlık Hükümeti senaryosu, Davutoğlu’nun bütün kariyer umudunu da; seçimler umduğu gibi çıkmayınca, Erdoğan’ın yemek sonrası kürdanı gibi, dişlerinin arasında un ufak edecektir. Bizim akılları başlarından taşan(!) akillerin bile farkına vardığı bu gerçeğin, acaba akıllı geçinen hoca farkında değil midir? Her ne kadar koalisyon oyununun fazla uzatılması, milletin tansiyonunu yükseltip, bıkkınlık yaratarak, “en kötüsüne razı ederiz” ambiyansı taşıyor olsa da; art niyeti fark edip, oyunu da bozmak gerekmektedir.     


Son günlerde bir de bazı Arap haberciler, Ortadoğu uzmanı kesildiler başımıza. Hani bir eksiğimiz bu kalmıştı. Oysa entrikadan başka albenisi olmayan Arap’ın Arap’a faydasının olmadığını, oltaya kazara gelen acemi Hamsi bile bilir. Bunlar olsa olsa sahte algı yaratma, kafa karıştırma misyonuyla Türk Medya Çarşısına salınmış ve son günlerde ülkemizde hayli bollaşan İsrail & ABD ajanlarıdır mutlaka…


Geçen gün, Bitlisli bir Kürt olduğunu söyleyen 27 yaşlarında aydın bir delikanlı ile tesadüfen tanıştım. Aslında bölücülüğün karşısında oldukları nedeniyle, PKK ile aynı kulvarda oldukları için, HDP yerine CHP’ye rey verdiklerini, Türkiye’nin hepimizin vatanı olduğunu ve Türk Milletinin vatandaşı olduklarını kıvançla söyleyen ve ben Kürt’üm diyenlerden çok ayrı, aydın kimlikli bu delikanlıya ve yanındaki düzgün arkadaşlarına, elbette kanım kaynayacaktı.

İçimizdeki bazı sahte Demokratların ve yandaş beslemelerin özgürlük anlayışına göre, Fransız ben Fransız’ım, İngiliz ben İngiliz’im vs. diyebilir; ama biz Türk kimliğimizi savununca ırkçı, faşist olarak betimlenebiliriz. İşte bu tehlikeye rağmen, ulus bilincinde bir Kemalist olarak, bu anlayışta olanların bende çürük fındık kadar kıymeti harbiyesi olmadığı nedeniyle, bundan sonra söyleyeceklerimize de devam edelim o zaman.


Ona, kendisine Kürt demeyi bırakmasını, çünkü asıllarının Türkmen ve öz be öz Türk evladı ve hatta öyle ki, Batı bölgelerde yaşayanların çoğundan bile daha saf kanlı olduklarını söyledim. O bana Selçuklulardan beri yörelerinde olduklarını söylerken, ben Selçukluların daha dünkü çocuk olduğunu, hepsinin ahfadı olan ön Türklerin ise, on binlerce yılların öncelerinden itibaren, farklı lehçe – ki buna Kürtçe de dâhil olmak üzere, 42 Türk lehçesinin varlığı, bugün artık tartışılamıyor bile dünyada – ve bayrak altında defalarca bugünkü toprakların da sahibi olan cihan devletleri kurduklarını anlatmaya çalıştım.

Esas ön Türklerin sizlerin ahfadı olduklarını da iyi bilen emperyalist, esasen Kürtlük hikâyesini Türk’ü kendi özüne yabancılaştırarak yok edecek bir mankurt projesi olarak kullanıyor. İkinci bir klasik kurgu da meşhur Sosyalist Enternasyonal masalıdır. Özü tedavül olan serbest ticaret bile emperyalizmin yanında, Peygamberin aptes suyu gibi temiz kalır. Seni sömürge kölesi olarak gören ve mevcudiyetini sadece sömürgelerinin kayıpları üzerine inşa eden emperyalistin, kendi hizmetinde olan işçi, memur ve beyaz yakalıların arasında ne işin var. Yoksa onları kendine partner olarak mı görüyorsun. Bu kadar saf olma demek ihtiyacını da hissettim.

Gördüm ki dikkatle dinlerken, beni teyit eden geniş bir bilgisi de vardı Türk tarihi ve dünya gerçekleri üzerine. Dolayısıyla, bütün bu müşterek bilgilerin ışığında, Kürt denilenlerin de Dolara endekslenerek, kripto Kürt (Ermeni/Yahudi karışımı) dolmuşuna bindirilip, nasıl iğfal edilerek kardeş kasabı haline getirildiklerini, yine birlikte kabul etmekte hiç zorlanmadık. Sevinç ve ilgiyle beni dinlerken gözlerinde parlayan ışık ve “ağabey, sen Amerikalı bölücülerle cephede savaşırken, ben elbette yanında olacağım” sözleriyle de asli duygularını fazlasıyla ifade ediyordu aslında. Bana da artık, “gerçek Türk evladını sizler temsil ediyorsunuz” demek kalmıştı sadece. Çünkü aksi, bir bülbülü miyavlatan adam yapardı artık beni…



                        UVERTÜR

            Dün akşam ruhumu yine rüzgâra saldım
            Aklım boşta kaldı
            Zaten seher de buna alışıktı
            Bülbülse miyavlıyordu
            Uykusuz gecenin yitiğinde
            Karanlık çözülürken
            İki minik baykuşum uykuya daldılar
            İri gözleri aydınlığa kapalı
            Ve kulakları sessizliğe
            Zira fedakâr ana doyurmuştu onları
            Gidip gelip avlanarak
            Şafağa kadar
            Oysa limanda bir yerde
            Bir yetim yavru
            Aç uyumuştu ta gün atıncaya kadar
                        Ben bana kızgın
                        Ve amiyane bakan ufka dargın
                        Elimin ayasıyla kelimi okşadım
                        Bir yanda anımsarken bunları
                        Öte de ezber bozan
                        Sallıyordu yine desteksiz
                        Sordum kendime acep bu ben miydim?
                        Oysa yok sayılmalıydı o densiz
Benden cevap gecikti
Bilmem dedi bülbül
                        Artık ağlıyorken sebepsiz
                        Bu sefer benim aklım karıştı
                        Neyse ki yüreğim bu defa bendeydi
                        Ve bu kez onu sabah Poyrazına salmadım…

                                                                                               Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder