29 Ağustos 2015 Cumartesi

KRAL - BAŞKAN..

           Yoksa Başkan - Sultan mı istersiniz! Seçim kararı alındıktan sonra dikkatinizi çekmiştir belki. Akbeslemeler  (aktroller deniyor) tarafından yine yoğun bir Başkanlık algısı yaratma kampanyası başlatıldı. Herifler ABD de ki Başkanlığı, emsal göstererek, Amerikan sisteminin darbelere açık bir sistem olmadığını ve tarihinde darbe olmayan en başarılı(!) en Demokrat(!) sistem olduğu filan mavalıyla bize satmaya çalışıyorlar. Bu satıştan ne komisyon alacakları ise kendilerince malumdur ancak

            Ne ki, böylesi trajikomik gayretler içinde olmak ancak kendilerine yaraşır olan bizim mezarcılar unutuyorlar veya düşünemiyorlar ki; her şeyden önce ABD bir ulus devlet değil, aksine bir federal devletler kampusudur. Ayrıca 4 yıllığına veya en fazla 4 + 4 yıllığına seçilen ve Başkan olarak çağırılan, para babalarının kasa bekçisi olarak da Beyaz Saraya oturtulan zat; ama çok kısıtlı yetkilerle kendi kontrollerinde tutulan ve asla diktatör olabilme şansı olmayan bir Kraldır aslında. Sadece üyelerini kendisinin atadığı icra hükümetinin bakanları üstünde, tam yetkiye sahiptir. Ve Lincoln’ün bu Kralı tarif eden “yedi hayır bir evet, evetler kazandı” sözü bu durumu çok doğru özetler. Muhtemelen de, saray ve meclis arasında ki dar açıya sıkışmış korkuların çocuğu bizim Erdoğan, işte tam da bu özelliğe tav olmuştur belki.

Yani ordusundan, isteseler de verildiğinden fazla bağımsız olamayan bütün sivil inisiyatif kurumlarına kadar, tüm can damarlarını sermaye Burjuvasının beslediği bir ülkede, elbette ne askeri ne de sivil bir darbe olamaz. Oh ne ala dünya değil mi? Yeme de yanında yat. İşte özetle, tam da bizim özenti haramilere göre hani. İyi de pekiyi binlerce yılın anlı şanlı ulus devletlerini kurmuş olan Türk Milleti buna ne diyecektir. Bakalım 1 Kasımda bunu tekrar göreceğiz.

ABD de sistem öyle kurulmuştur ki; aslında her şeyi yöneten emperyalist Burjuvanın mutlak güvenliği adına, Meclis Temsilcileri ve Senatörleri ihtiva eden Kongre tarafından da, Başkanın otonomisi ve yetkileri tamamen kontrol altına alınmıştır. Ne var ki kongre ve Başkan birbirlerini tek taraflı egalize edemezler.

            Şimdi işin bu taraflarına hiç dokunmadan, bu sistemin ülkemize uyarlanabilirliğini iddia etmek; bir kampus değil; ama ulus devlet ve tek meclisli laik demokratik bir Cumhuriyet olan Türkiye’mizi ya hiç tanımamak ya da tamamen bir ABD sömürgesi veya federal devleti olarak kabul etmekle eş anlam taşır. İşte aslında gizledikleri amaçları da budur beyzadelerin. Ve bu işler için de sömürgeci bordrolusudurlar ya zaten. Bu anlamda da bölücülük faaliyetleri ve adları her neyse olan eşkıya çetelerine ilgileri, sadece amaçlarına matuf federatif devletçikler oluşturma ve başkanlık sistemini kabul edilir kılma nedenlidir.

            ABD’ de Başkan aslında örtülü kraldır, Bakanlarda Kralın sekreterleridir ve Kral tarafından atanır veya azledilirler. Şimdi bunun neresi Demokratik bir cumhuriyettir diye çok haklı olarak sorabilirsiniz artık. Ve Demokratik bir cumhuriyetin en önemli ögesi olması gereken halk, genel seçimlerden sonra adeta yok farz edilir. İmam değil; ama Kral ve Kongre bildiklerini okurlar ABD’ de. Ne var ki birbirlerini karşılıklı olarak da azledemezler. Kontrolü tamamen para babalarının denetimine bırakan böyle bir sistem, ABD’ de her şeyin hatta Kralın da sahibi olan sermayedar Burjuva sınıfı için, kuşkusuz baldan da tatlıdır.

Hal böyle olunca ve kurulduğundan beri bir azınlık tarafından devamlı sömürülerek halk yerine bile konulmayan bir ülkenin halkı da, minimal azınlığının dünya zirvesindeki zenginliğiyle ters orantıda, arzın istatistiksel en cahil toplumu olarak kabul görmüşse, artık kimse de şaşırmamalıdır. Çünkü ABD de sadece Burjuva çocukları seçkin okullarda doğru dürüst bir eğitim alabilmektedir. Bizde adil ve parasız milli eğitimin de giderek kadük edilip paralı eğitime dönüştürülmesi, Amerikalaşarak cehalet halkasında da ABD’yi yalnız bırakmamakla dostluğumuzu(!) iyice ispat ettiğimizi gösteriyor olmalıdır herhalde…


Bakmayın siz Senato, federal temsilciler meclisi, Kongre, Başkanlık, Liberal Demokrasi gibi göstermelik kavram atraksiyonlarına. ABD, başında Başkan yaftalı kukla bir Kralın bulunduğu ve parasal gücün egemen kılındığı tek Mafya devletidir dünyanın aslında. Şimdi bizde onlar gibi olalım da; ama aynı bağlamda da o Mafya devletinin tescilli bir sömürgesi mi yapalım kendimizi, hem de kendi elimizle.

Yani istedikleri bu mudur içimizdeki uyurgezer ve cinsi bozuk müstevli beslemelerinin. Aslında Amerikan rüyasının yarattığı sahte algıya kapılmadan yukardaki gerçeklerin ışığında ABD’yi doğal yüzüyle görmek, derin bir saflık uykusundan uyanmakla da özdeştir. Şimdi söyleyin lütfen, Başkanlık diye illaki bize yedirilmeye çalışılan sistem, esasen yoğun bir sömürü baskısı altında inleyen insanlarımızı daha da yoksullaştırmaktan ve birilerinin de kalan ömürlerinde, belki de kendi kıçlarını kurtarmaktan başka, milletimize hangi faydayı sağlayacaktır. Uyanın artık!!!


Merkantilist Avrupa da dikiş tutturamayıp; ama paranın tek güç olduğu sanrısını kendilerine tek gerçek yapan epikürist atıklar ve zamanın Lordlar Kamarasının piçleri, kendileri gibi; ama meteliksiz sayısız ipsizi de koruma ordularına katarak, kurtarıcı olarak gördükleri Yenidünyayı, asıl sahipleri ve cetlerimiz olan Şamanist Kızılderilileri, ancak uzun süreli savaşlardan sonra hunharca katlettikten sonra sahiplenebilmişlerdi.

Böylece Avrupa’nın yasama kurallarından uzakta ve kuralsız, tek başlarına egemen olacakları bir ortamda bu çapulcular nihayet, sadece para gücünün hâkim olduğu, özledikleri bir dünyayı kurabilmişlerdi. Ne ki yine de kural koymadan olmuyordu. Yoksa birileri de onların paralarını ve tüm varlıklarını gasp edebilir bu defa kendileri çulsuz kalabilirlerdi. Yani servetleri koruma altına alınmalıydı. Gerisi de malumunuzdur herhalde. İşte bir şey olduğu sanılan koca ABD budur ve bundan fazla da değil. Göçmenlerin yenidünya da kurdukları bu sistem, teritorial ulus devletlerin egemen olduğu desizyonist Avrupa da elbette işleyemezdi.

Bu nedenle de Okyanus ötesinde, gözlerden uzak ve özerk böyle bir yapılanma tercih edilecekti kuşkusuz. Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Arkalarında bıraktıkları ana topraklara olan uzaklıkları ve yerleştikleri bu yeni toprakların doğal zenginlikleri, kendilerine yeterli olunca ve birinci dünya harbinin de dışında kalınca, geçen süreyi iyi kullandılar. İhtiyaç hissedilen bir ithalat ülkesi oldular. Ve sonuçta harp yıllarında büyük kayıplara uğrayan Avrupa, Asya ve Afrika’nın harp sonrası nekahet dönemlerinde, eksikleri bolarmış ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayan tek güç, daha doğrusu da hepsinin ilerde başına bela olacak bir harp zengini olarak, bir anda dünya sahnesine çıkıverdiler…

Sözün özü:

                        ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…

            Yukarıda bahsi geçen çok uluslu emperyalist haramilerin ve içimizde ki uşaklarının bölge temsilcileri olan yerleşik eşkıya çetelerinin, yurdumuzda da kol gezdikleri, can aldıkları günlerdeyiz. Yarın ise 30 Ağustos 2015, Cumhuriyet tarihimizin İstiklal Savaşını gururla sonuçlandırdığı bir şeref gününü, yâd etmek zorundayız. Böyle bir anıyı, bilhassa da yüce Atatürk’ün yiğitlerinin tertemiz kanlarını dökerek, Cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği gençlerimizin, 24 saat coşkuyla kutlamaları gerekmektedir.

            Çünkü gençlerimizin bu onur gününün anlam ve önemini, yurdumuzu bölmekle görevlendirilmiş içimizdeki vatan hainlerinin ve onları himaye edenlerin içleri boş kafalarına, öğrete öğrete doldurmaları gerekiyor. Bu nedenle de yazımı özellikle, Atatürk’ün yeni gençliğine ithaf ediyorum…

                                                                                   Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder