4 Haziran 2013 Salı

DEVRİMİ ANLAMAK..

Atatürk gençliği ağırlıklı Türk milleti, imanla beklediğim gibi, kendisini sömürgeciye pazarlamaya kalkanlara karşı, nihayet ayaklanmış ve bu eylemiyle de dünya milletleri standında, tartışmasız bir numara olduğunu, bütün dünyaya bir kere daha göstermiştir. Hatta orantısız güç kullanan polisin her türlü engeline ve bizatihi provokasyonlarına rağmen, sokakları bile elbirliğiyle temizleyerek, aynı zamanda çevreci olduklarını da göstermişlerdir. İşte bu da bir ilktir dünyada. Emsali varsa göstersinler bakalım.

            Ağır provakatör Erdoğanın tetikçiliğiyle baş rolü oynadığı ve tüm Türkiyeye yayılan olaylar zinciri, aynı bağlamda Erdoğan egosunun yok etmekte kararlı olduğu AKP için de sonun başlangıcı olmuştur. Esasen bu davranışıyla da kendisini AKP tabanından da soyutlayarak, tamamiyle patronu olan Amerikan sermayesinin emrinde olduğunu, tartışmasız bir şekilde ortaya bir daha koymuştur.
Kimseye zararı dokunmayan, özgür bireyler olarak anavatanlarında, okumak, çalışmak, spor yapmak, takım tutmak, dans etmek, arkadaş olmak, aile kurmak isteyen erdemli; ama sapına kadar da ahde vefa yüklü, adam gibi Türk evlatlarını, onlardan bir tanesi olamadığın psikozunla alıştıra alıştıra, sonunda kendine kindar hale getirdin. Bravo, tek becerin de bu oldu işte. Şimdi de bedelini ödeyeceksin!. Ve unutma ki o helal süt emmiş Atatürk evlatlarının büyük anneleri, dedeleri daha sahaya inmedi. Bir de onları karşına alma derim ben. Aferin Erdoğan doğru yoldasın, böyle devam et. Yakında sadakat ve liyakat madalyanı(!) da hizmet ettiklerinden alacaksın merak etme. Müsait bir yerine takarsın artık.
            Yalnız dikkat et sonun Musaddık gibi olmasın, inadı bırak. Ki o adamcağız milli kaynaklarını (petrol vs.) yurduna mal etmeye kalkan, adam gibi bir güzel adamdı da ayrıca. O da bir Başbakan olduğu halde, senin gibi milletinin en kıymetli varlıklarını, asıl sahiplerinin fikrini bile sormadan, sömürgeci patronlarına pazarlayan da değildi. Şah Rıza Pehlevinin kurbanı olmuş bir milliyetçi olarak halkının gönlünde hala yaşıyor, oysa senin o şansın da yok. Sen beyzbol sopalı Obama kurbanı olarak tarihe bile geçemeyeceksin üstelik. Hoş, Musaddığı acımasızca harcayan Pehlevinin sonu, kendisininkinden de beter olmuştu. Bu da ayrı bir meseledir.
Dikkat et şeytanın en sevdiği bölgede icrayı faaliyettesin ve hem de Türk Milletiyle polka yapmaya kalkıyorsun. Bilmem ki ne söylesem sana daha. Sadece tarih okumanı öneriyorum; ama yaşını değil, kurusunu. Allahın askerlerinin (Türk Milleti) çekici bir anda iniverir adamın kellesine ve seni neyin çarptığını anlayamazsın.

            Bu arada anlayamadığımız ise, anayasal haklarını sahiplenmek adına sömürgeci Erdoğan hükümetine karşı direnen gençliğin, içinde olmadıklarını söylediği ülkücülerinin, acaba hangi ülkenin gençliği olduğunu da belirtmesi gerekmez miydi Bahçelinin. Hem Türk ülkücüsü geçineceksin, hem de Atatürk gençlik hareketini, Türk Baharı doğmasına(!) eşitleyeceksin. Yok Bahçeli yemezler. Bu zırvanı hiç bir aklı başında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına yediremez ve sonunda da kendin yutmak zorunda kalırsın. Dikkat et de susuz yutarken boğulmayasın. Bak haberin olsun!
            Bu durumda, Bahçeli'nin nereye doğru koştuğu, farklı yorumlar akla getiriyor. İşte nerede ve ne zaman birden fazla yorum ortaya çıkıyorsa, orada mert olmayan şaibeli bir gelişme var demektir. Erdoğanın yakın bir gelecekte terk etmek zorunda kalacağı misyon ve sıfatta gözü olmasın sakın. Ne dersiniz? İstermisiniz, global sermaye, gözden çıkardığı Erdoğandan sonra, yerine bir diğer toprağa yakın, Bahçeliyi gözüne kestirmiş olmasın. Çünkü Amerikalının da uzun vadesi kalmadı artık.
Ve en yakın zamanda ne yapıp yapıp, BOP mayasının Ortadoğu gölünde tutması gerekiyor, bir sürecik daha Dolarını aktif tutabilmesi için, tabii o da tutarsa(!) zaten bir daha başka fırsatı da olmayacaktır. Ve bunun kendisi de farkındadır. Karşılıksız Dolar denizinde yaşam savaşı verirken, yatalak ve kendi pisliğinde boğulmaya terk edilmiş hastadan beter olacaktır hali pür melali yakında.

            Ne var ki, on yıllık bir uykudan sonra, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devrimi yola çıktı artık. Devrimler hep önce ihtilallerle (isyan değil) yola çıkarken ve eşyalarının tabiatı gereği, ilk önce de evlatlarını yemeye başlarlar ki, bu mukaddes ve olmazsa olmaz bir kayıptır; ama buna kayıp denemez, çünkü bu öz evlat kayıpları, belgeselleşerek ebedileşir ve uluslarıyla da bütünleşir. İsyanların ise evlatları olmaz, sadece yandaşları vardır, ilk önce de onlar savuşur zaten. Kazanıncaya kadar da bazı evlatlarımız zarar görecek, belki de hayatlarını bile kaybedebileceklerdir ve içlerinde hepimiz de olabiliriz. Konu vatansa bu da bize vııızzz gelir esasen.

            İhtilal demişken, bize göreli olarak en yakın ihtilal, 1917 Ekim Sovyet Rusya devrimidir. Sovyet ihtilali adıyla yer yer de kanlı başlayan hareket, aslında homojen bir halk hareketi de değildi. İçinde ikili oynayan Çarist Burjuvalar, toprak feodalleri yanında, halkı temsil eden Menşevikler, Bolşevikler, işçi, memur, asker ve diğer halk katmanlarının ortak temsil edildiği bir Duma hükümetiyle gelişmişti. Sonrasında iktidarı tamamen Bolşeviklere verecek olan asıl Sovyetler Devrimi, banisi olan Lenin, Troçki ve Stalin'in aralarında ki fikir ayrılıklarına rağmen, Lenin'in akılcılığı, dirayet ve isabetli öngörüleriyle hayat bulabilmiş, kendisinden sonra kaba ve sert mizaçlı olduğu nedeniyle vasi bile tayin etmediği Staline rağmen, Sovyet Sosyalist Devrimi adıyla model, 90 lara kadar da yaşayabilmiştir.
            Şayet, Lenin'in beğenmediği Stalin olmasaydı, gerçekte Rus halklarına mal edilemeyen, yeni imtiyazlı bürokrat ve Proleter sınıfları yaratan, mülkiyeti kaldıran; ama demode kapitalist sistemin ekonomik parametrelerini (faiz gibi) bünyesinde barındıran, bir ucube Proleter kapitalizmin, bu kadar yaşayabilmesi de asla mümkün olamazdı. Öyle ya Kapitalist Sosyalizmin, Kapitalist liberalizmle mücadele edebilmesi söz konusu bile olamazdı. Yani rahmetlinin durumu, aynı hastalıktan muzdarip ustasıyla, acemi çırak ilişkisi gibi komik bir durumdu anlayacağınız. Ve ikisinin de tedavisi yoktu.

İşte bugün Ruslar, başta Putin olmak üzere, bizim Haydar Baş’ın (TM) Milli Ekonomi Modelini (MEM) benimsemişlerdir. Sadece bu nedenle bile, enflasyon, deflasyon, işsizlik, fakirlik gibi, 150 yıldır kanımızı emen kapitalist liberalist hastalıkların kökünü kurutacak, ille de Milli Ekonomi Modeli (MEM) diyorsak, inanın daha başka da bir sürü nedenimiz var demektir. Yeni modelde laisizim ve İslamın yeri ne olacak, nasıl bir sistem olacak diye sorulursa; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik (seküler), tam bağımsız ve tamamiyle, Ehli Beyt İslami esaslarını baz alan, bu İslami esasları da Diyanete bırakan, aslında sahip olduğumuz modelin eksiği değil, tamamlayıcısı ve daha çağdaşı olacaktır diyebiliriz.
Dostlar, şöyle bir geriye baktığımda, kendi devrimleri üstünde fazla da etkileri olmayan diğer aydınlarını bir kenara bırakırsak, itilaflı kardeşler, Lenin, Troçki ve Stalinin, Marx'ın 20 li yaşlarımda okuduğum "Kapital"ine rağmen, eksik bıraktığı ekonomisiyle bile, 90 lara kadar yaşatabildikleri sistemleri örnek alındığında, her üçünün toplam aklının bizim yüce Atatürkümüzün aklı kadar etmediğini, bir kere daha anlıyorum. Ne ki, arkasından gelenlerle kendisi arasında, maalesef gece ile gündüz gibi bir fark vardı. İşte o yüzden de zaten, bu günleri yaşıyoruz; ama nasıl olsa, artık yola çıkan tüm Amazonlarımız ve Emmioğullarımızla tek yürek, tek yumruk bunları da aşacağız. Ne mutlu Türküm ve Atatürkçüyüm diyebilene. Kıymetini bilelim...

Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder