17 Haziran 2013 Pazartesi

PARAZİT MESELESİ..

Bu yazı, içinde olay, mekân, zaman ve isimlerin yer almayacağı, tamamiyle düz, sıradan bir yazıdır. Yani içeriğini, okuyucunun kendi yorumuna ve yapboz yeteneğine bırakmaya çalışacağım.

            Çevreye baktığımızda, ilk gözümüze çarpan, nefes aldığımız, yaşamaya çalıştığımız ve bize en yakın çevrenin, önce yeşil olup olmadığıdır. Daha doğrusu, bakan çevredir bize aslında. Çünkü dünyanın en gelişmiş metropolünde bile geziniyor olsak, beton yığınları, asfalt, tekerleği bulana bile lanet okutturan bir tekerlekli teneke karmaşası, çöp, mazot kokuları, insan kalabalığı, gürültü kirliliği vs. arasında, kendimizi yoğun bir baskı altında ezilmiş ve kısa bir süre sonra da fiziksel ve ruhsal yorgunluktan, adeta dayak yemiş gibi hissederiz. Bir de kuş cıvıltıları, rengârenk çiçekler ve yeşilin her tonunu sergileyen özenle yapılmış bir parkta veya bahçede dolaştığımızı düşünürsek; her halde burada, en iyi tasviri okur bizatihen yaparsa, daha doğru olacaktır.
            Çevremiz şayet yeşil değil ise, biliriz ki oraya insan adlı şeytan-tanrı eli çoktan değmiştir. Çünkü insanoğlu dışında hiçbir canlı veya güç, doğayı yeşil olmaktan alıkoyamaz. Bu doğanın olmazsa olmaz kuralıdır. Yani sadece şaşkın beşer doğayı eşer. Bu durumu bildiğimizden de, Allah bu yeşilimizi korusun demez miyiz zaten.
            Yeşil (bitki) derken; yeşilin de kendi türleriyle yaptığı bir hayat mücadelesi vardır esasen. İşin bu tarafını bilmeyiz ya da üstünde hiç kafa yormayız. Netice de yeşil vardır ya! Ama nasıl vardır. Mesela zararsız görünen, kendi halinde yaşadığı sanılan bir ayrık otu bile, bitkisel çevresi için acımasız bir asalaktır aslında. Şayet çevresine yayılmasını kontrol altına almazsanız, çevresinde ki bütün bitkilerin köklerine sarılarak, kendisi dışında hepsini kurutabilir. Dikkat edilsin ki, ayrık otu bile kendi türüne zarar vermez. Hani diğer parazitlere de ibret olsun. Ne var ki kendisi de yeşildir, arsızdır, müşkülpesent değildir ve bakım da istemez. Bahçenizi de çok kısa zamanda bedavaya yemyeşil yapabilir de ayrıca.
            Benim de yaptığım gibi, emekli olduktan sonra zorunlu olarak, pahalı ve bakımı zor olan çimin yerine, doğanın beleşi ayrık otunu tercih ediyorum artık. Diğer bitkilerin de köklerini arada sırada ayrıktan temizleyip havalandırdıktan ve ayrığı da uzadıkça tıraşladıktan sonra, komşular bile benim bedava bahçeye gıpta etmeye başladılar. Oysa emekli olmadan önce, çok paralar vermiştim bahçe bakımına, hem de o zaman henüz oturmadığım evin aylık bahçıvan ücreti de hariç. Şimdiyse insanoğlunun elinden, gerektiğinde ayrığın bile kurtulamayacağını, bizatihi tecrübemle öğrendim.

            Şimdi gelelim konunun, yeşili ve kadim yaşamı deşen şeytan-tanrı kısmına; bitkilerin ve hayvanların her ne kadar azınlık ta olsalar, diğer türlerine zarar veren, onların yaşamasına hayat hakkı tanımayan cinsleri nasıl ki varsa, insanoğlunun da kendinden olmayanların yaşam hakkını yok farz eden, başkalarının haklarını her türüyle elimine eden, benmerkezci, megaloman, sapkın ve cinsi bozuk olanları da vardır. İşte bu gibilerin var olduğu ortamlarda, sıra dışı olmayan ve çoğunluğu teşkil eden normallerin, yaşayabilmelerinin tek çıkış yolu, her türlü böylesi asosyal human türünü, kendi selametleri adına kontrol altına almak, olmuyorsa da elimine etmekten geçer.
Mesela Dünya sağlığını tehlikeye sokan yeni bir mikrop türü, nasıl evrensel afet kabul edilerek, evrensel mücadele alanına taşınıyorsa, asosyal insan türleri de aynı tehlikeyi yarattığından, aynı şekilde mütalaa edilmeli ve küllen telef edilecekler listesine alınmalıdırlar. Başka da kurtuluşu yoktur sağlıklı ve normal insan huzurunun – ki normal olanlar dünya nüfusunun tamamına yakınıdır - inanın. Ve şayet normal çoğunluk olan insan türü hışımla ve “yettin artık” sloganıyla ayağa kalkarsa, karşısında hangi azınlık asosyal güç, vaktaki orduları bile olsa ayakta kalabilir ki.

Şimdi burada, yazı bitmeden gelen kıramayacağım bir istek üzerine, yakın çevreden bir misal vermeden geçemeyeceğim, hoş görün. Ne istediğini bilen 100 hatta 50 kadar, çakı gibi genç insan, diğer arkadaşları üniformalı safcanları oyalarken, sudan başka, zararlı atıklarda püskürten, bir Toma’nın yan tarafından asılıp kaldırsalar ve onu yerle bir etseler, acaba ne olurdu. O zaman ordudan yardım istemek zorunda kalırdın, iyi de olurdu. İşte o vakit sen de biterdin. Çünkü gerçek ordunun olduğu yerde, ne gaz bomban ne de Toman işleyebilirdi. İçişlerine bağlı, polisin araç ve gereçleriyle donanımlı jandarma birliği ise, sivilleştirilmesi nedeniyle artık ordu malı değildir ve ordudan tenzih edilmelidir.
Daha da ötesi on binler gözünü karartıp sayıları belli on buçuk safcanın üstüne yürüse, onları ayakları altına alsa, acaba nice olurdu kendileri de vatan evladı olan, o üniformalı diğer oğlanların hali. Ki o hızla meclisi bile basmaları an meselesi olurdu. Tarihte bunun çok emsali vardır. İşte asıl mesele de budur, aslında birilerinin göz ardı ettiği. Bu gidişle, yakında bu da yaşanacaktır, biz uyaralım da. Zira bu güzel yurdu karabasan gibi sarmış asosyallere karşın, çoktan gelmesi gereken ihtilal, artık yola çıkmıştır ve doğası gereği de önce kendi evlatlarını yemeye başlayacaktır.

Çünkü Yurtta sulh, cihanda sulh – Mustafa Kemal ve telef edilmesi elzem hale gelmiş parazit meselesidir artık bu işin de göbek adı…

       Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder