9 Mayıs 2013 Perşembe

KALİTATİF YOĞUNLUK..

Vatandaş vatandaşın neredeyse, dost düşman demeden ümüğünü sıkacak hale geldi asil yurdumda. Birilerinin bu kaotik durumdan müthiş mutlu olduğu kesin de, zararı ise neresinden baksanız milletime yazılıyor. Milli harp potansiyeli yüksek Türk gücünü, dışardan zor kullanarak çökertmenin mümkün olamayacağı dersini iyi almış olanlar, tabiatıyla bunu, tarihte olduğu gibi bizi birbirimize düşürerek yapmaya çalışacaklardır hiç şüphesiz.

            Ağzı olan saçmalıyor. Birbirleriyle yarışan zırvalardan bilhassa İnternet üstünden en fazla yayılanlar, prim yapıyor. Aralarında neler yok ki. Hangi birini ciddiye alacağını vatandaş da bilemiyor artık. Şimdi bir de anti kanserojen bağışıklık sistemini çökerten preparatların İnternet üstünden - ne alınamıyor ki - elde edilebildiği söyleniyor. Bu konuyu ciddiye almak da gerekir. Çünkü evrenleri aslında ayrıntıların yönettiğini nasılsa biliyoruz.
            Anımsayın, bir zamanlar AIDS denen habis bir mikrop vardı. Ne oldu da, kasıp kavururken birden hızı kesiliverdi. Şimdilerde adı bile duyulmuyor nedense. AIDS mikrobunun da bir laboratuvar ürünü olduğunu, bizim Tatavlalı sağır Remzi bile söyler size. Hızının kesilmesi veya tamamen kontrol altına alınması da, mikrobunun daha üretim safhasında, panzehriyle birlikte üretilmesinde yatıyor olsa gerek. Çünkü kontrol altına alamayacakları herhangi bir hastalık mikrobunu üretecek evrensel bir çılgınlık riskini asla taşıyamazlar. Öyle de çakaldır bu uluslararası ilaç mafyası. Dolayısıyla da, kontrol altına almak zorunda kalınca da, hastalığı dünyaya yayarken yaptıkları bezirgân yaygarasını, panzehrini pazarlarken bilhassa yapmayacaklardır hiç kuşkusuz. Hasta nasıl olsa alacaktır eli mahkûm. Zira panzehrini de daha büyük bir yaygarayla satarlarsa, işin kokusu çıkar ve hiç kimse artık kendilerini ciddiye almaz, infial de oluşur sonra. Yani tatlı ticaret bitsin istemezler, ana nedenleri de budur aslında.
            İşte kanserde de durum böyle olmuştur muhtemelen. Önce, bağışıklık sistemini çökerteceksin ki İnternet üzerinden bile alınabilir ürünler bu işe yarıyorlar herhalde. Milletin her yanını kısa sürelerde habis urlar saracak. Sonra da hasta yatağına düşürdüğün bağışıklık sistemini, açıkça pazarlayacağın ve çoktandır hazırda tuttuğun panzehirle, yeniden ayağa kaldıracaksın. Yalnız kanserin durdurulabilmesi için de, habis urların tamamen temizlenmesini şart koşacaksın. Ne ala dünya değil mi? Hem cerrahi-tıbbi hem de ilaç sektöründe çifte kavrulmuş vuracaksın. Öyle ya, dünyanın geri kalan ve her alanda salt tüketim torbalarına dönüştürdüğün insan postunda ki koyun sürüleri yanında, tek uyanık sen değil misin nasıl olsa.
            Bölücüsüne silah satıp ayırımcılığı ütülerken, sonra da yardım ediyoruz antetli hümanist(!) masallarıyla devlet güçlerine de aynı silahları satıp çifte kavrulmuş yapan uluslararası silah mafyasına, Ortadoğu baharına pupa yelken dalıp günahsız insanları boşu boşuna telef olan ülkelere, iki yüz milyonun üstünde kredi kartı pazarlayan bankalar mafyasına da girmeye kalkarsak, işin içinden böyle bir iki sayfayla da sıyrılamayız.

            İşin bu tarafını bir kenara bırakalım. Dert bir değil ki. Başka uçuklar da geziniyor kafalarımızın üstünde nasılsa. Mesela bir de, diğer komşumuz Rusya ile savaşa girebilirmişiz, söylendiğine göre. Keşke girsek de; ama neden Rusya. Kapımızın önünde ezeli düşman Amerikalı bekliyorken. Bu arada, mikrop sektörü konusuna olduğu gibi, bu konuya da söyleyecek sözleri mutlaka olacaktır, bizim Tatavlalı sağır Remzi'nin. Size diyecekti ki; bu durumda, milletinin ezici ulusalcı yoğunluğu, Rusya ile herhangi bir husumeti aklına bile getirmiyorken, bir de harp etmesine, ülkenin kargaları bile güler. Rusya olsa olsa, başında ki emperyalist Amerikan uşaklarını biran evvel tasfiye etmesi bağlamında Türk Ulusuna, tıpkı İstiklal Harbi döneminde olduğu gibi arka çıkardı, hiç kuşkusuz.
            Çünkü düz mantık bunu gerektirir. Ayrıca bu konuda daha da etraflı ayrıntıları, Haydar Baş hocadan da öğrenmek mümkündür sanıyorum. Bakalım bu konuda o ne derdi size. Ama hiç şüpheniz olmasın ki; bu en açık doğruyu bile ters yüz etmek için, her türlü maskaralığı, şaklabanlığı, sahtekârlık, yalan ve zırvayı birbiri peşine sıralayarak kafalarınızı karıştırmaya çalışacaktır, satılmışların kendileri gibi satılmış medyaları. Zira köşelerine bakın, yazar(!) pozunda, kadınlı, erkekli artistten geçilmiyor, yandaş medyanın TV, gazete, magazin, mecmualarıyla vs. tüm birimleri. Diğer taraftan objektif Amerikalı aydınlar bile kalkıp, "Erdoğan hükümetinin uyuttuğu Türkler ateşle oynuyor, Güney hudutlarını, taşeronu PKK ile bizatihen CIA ajanlarına terk etmiş durumdalar" diyorken, biz de kalkmış nelerden bahsediyoruz, değil mi dostlar.

            Devletinin, yasam koyucu, yürütücü erklerinin iflas ettiği, Başbakanı'nın bile,  ülkesine sızmaya çalışan Suriyeli vatan haini CIA uşaklarınca, ön ismiyle çağırıldığı, teröristlerin bile işgal kuvveti edasıyla, silahlarıyla boy boy poz verdiği, milliyetçi komutanlarının, aydınları'nın deliğe atıldığı ve can düşmanları tarafından daha fazla da aşağılanamayacak bir ülkede, bizde oturmuşuz, Dede Korkut masalları anlatmaya çalışıyoruz, vatandaş dediğimiz muhterem seyircilere herhalde. Ne dersiniz.
  

§ Türklerin Menşei, Teşekkülleri ve Tarzı
Türk milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumî surette birbirine
benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabiî bulmak lâzımdır. Çünkü Mezopotamya, Mısır
vadilerinden başlayan malûm tarihten evvel Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu,
dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit, Romalılardan evvel Orta İtalya, velhasıl
Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş ve bu başka başka iklimlerin tesiri
altında, başka başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski ve bu
kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü çocuklarının tamamı tamamına
birbirlerine benzemeleri mümkün müdür? Her zaman, her yerde, küçük bir aile
çocuklarının bile tamamen birbirine benzemeleri vaki değildir. Türk kavmini, yalnız
bir noktada, iklimi aynı dar bir mıntıkada belirmiş zannetmek doğru değildir. Türk
kavmi yukarda söylediğimiz gibi, çok büyük bir sahada vücut bulmuş ailelerin
birleşerek Sop (Klan) ve Sop'ların birleşerek Boy (Kabile) ve Boy'ların birleşerek Öz
(Aşiret) ve Öz'lerin de birleşerek El (Medine) ve en nihayet El'lerin bir merkezde
birleşmeleriyle büyük bir camia vücuda getirmiştir.
Bu büyük Türk camiasını terkip eden unsurların mahiyetleri arasındaki fark büyük
olmamakla beraber, menşein (kaynağın) vüs'ati (büyümesi), nüfusun kesreti (çoğalması) düşünülünce Türk kavimlerinin aralarındaki manevî rabıtanın gevşek olması ve muhtelif namlarla, muhtelif roller
oynaması tabiî görülür. Bu sebepledir ki tarih, hadiselerini yazdığı kavimleri
nerede, nasıl ve ne namda tanıdıysa o surette yazmıştır.
Böyle olmakla beraber bugünkü Türk milletinin esası aynı menşein, aynı azîm
müşterek mazinin tespit ettiği muayyen tiptedir, Türk tipi...
Bu son sözlerden anlaşılıyor ki Türk milletini yapan insanların tarihleri birdir.
Türk milletinin müşterek görünen bir hali daha vardır. Hakikaten dikkat olunursa,
Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk hiçbir milletin
ahlâkına benzemez. Ahlâkın, millet teşkilinde yeri çok büyüktür, mühimdir. Bu
ehemmiyeti iyice anlamak için, ahlâk hakkında birkaç söz söylemek fazla olmaz.
Ahlâk dediğim zaman, ahlâk kitaplarında yazılı olan nasihatleri murat etmiyorum
zira ahlâklılık diye yaptığımız işler ve yapmaktan sakındığımız işler; kitaplarda
yazılı olan veya birtakım ahlâk hocalarının tavsiye ettikleri şeylerden daha evveldir
ve o sözlerden, o nasihatlerden ayrı olarak, onlara asla kulak vermeyerek insanlar
tarafından yapılmaktadır. İş, nazariyatın hakimi, amiridir. Ahlâk kaidelerinin nasıl
yapılması lâzım geleceği, ahlâklılık olduğu anlaşılan işler görüldükten, tecrübe
edildikten sonra anlaşılır.
Bir iş, her nereye ait olursa olsun insanın kuvvet kullanmasını, yorulmasını
muciptir. İnsanlar, mecbur olmadıkça kendilerini yormak istemezler. Hâlbuki bazı
işler vardır ki, kendiliğinden insana, onu yapmak için derunî bir arzu. bir temayül
ilham eder, o iş şayanı arzu olur. İşte ahlâki işler, aynı zamanda hem mecburî ve
hem de şayanı arzu olan işlerdir. (Medeni Bilgiler - Mustafa Kemal)

            Yukarda Mustafa Kemali de okuduktan sonra, en iyisi titreyelim ve özümüze dönelim. Tarih öncelerinden beri bizi biz yapan kimliğimizle yeniden kucaklaşalım. Biz torba ümmeti değiliz. Millet olduğumuzu hatırlayabilmemiz için bizim harplere ihtiyacımız vardır. Zira kanımız ulusal bağımsızlık harpleriyle beslenir, ancak o zaman tek yumruk oluruz. Çünkü biz Türküz, o halde kimliğimize biran önce dönelim Emmioğullarım.
            Herifçioğlunun mademki anaelimizde (Anavatan) gözü vardır ve kapımıza da gelmiştir o zaman işi bitmiştir. Cesareti olmadığı için, kendi yerine köpeklerini üstümüze salarak bizi içerden ayrıştırmasını beklemeyelim. Artık meşru sathı müdafaa hakkımız da doğmuştur esasen. Atatürk olsaydı bir an bile yeterinden fazla beklemezdi. Aşağı doğru tek yumruk halinde yine bir uzanalım derim ben. Ne var ki doğru adreslere. Önümüzde de kim kalırsa kendi sorunu olur dostlar.

            Ve anımsayalım da lütfen. Şayet Rus silahları olmasaydı, bazlama süngülerle mi kazanacaktık yedi düvele karşı İstiklal savaşımızı. O halde kime elimizi uzatacağımızı bilelim, dost ve düşmanımızı da iyi teşhis edelim, gaza gelmeyelim. Köy Enstitülerimizin kapatılarak Marshall yardımlarıyla birlikte Amerikan eğitiminin, milli eğitimimizin yerini almasının günahını, haksız yere Ruslara yazmayalım, hem de baş günahkâr kapımıza kadar dayanmışken. Yüce Atatürk kimden ne alacağını bilirdi. Rus tarım uzmanlarına yaptırdığı iki senelik bir çalışmayla ortaya çıkan, yanlış hatırlamıyorsam iki ciltlik Anadolu Toprak Reformu, hala tozlu arşivlerde çürümeye terkedilmiş yatıyor. O halde arkamıza gerçek dostlarımızı alalım. Koynumuza yılanları değil.
Şayet Ruslara kapılarını kapamış olsaydı, Osmanlı enkazıyla harp kazanabilmemiz mucize bile olamazdı. Onların silahlarını, mühimmatlarını, gıda yardımlarını ve paralarını aldı. İstese yüzde yetmişi Rusya’da ki Türklerden oluşan Sovyet ordularından asker yardımı da alabilirdi. Askerin her zaman beraberinde başka sorunları da getirdiğini çok iyi bildiği için bunu yapmadı. Sistemlerini ise kendilerine bıraktı.
            İyi ki de böyle yaptı. Kendi Cumhuriyeti hala ayakta ve ebediyete kadar da kalacak. Onların Sovyetleri ise çoktan tarih oldu. Atatürk bir gerçek LİDERDİ.  Çevrede ki çakma liderlerden değil, o kendine özel bir taneydi. Çünkü onun adı Mustafa Kemaldi. Halen de yaşıyor olsaydı; hiç şüphesiz ilk önce, başta Rusya, Türk Cumhuriyetleri, Suriye, İran, Irağın bağımsız kanadı, Pakistan, Hindistan ile acilen bir Federasyon kuralım der ve yapardı da. İran’da ki çakma şeri düzenin de, yakın bir gelecekte nasılsa tarihin kara deliğinde yok olmaya mahkûm olacağını da söylerdi hiç kuşkusuz. Zira çok iyi bilirdi ki, tarihsel devinimin insafsız kılıcı da eninde sonunda kendi kınını bulacaktır. Ee şimdi söyleyin bakalım böyle bir Federasyon kurulsa fena mı olurdu ve bu güce karşın kimin bir itirazı olabilecekti ki. Hem de hala bile buna vakit varken…

Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder