Vatandaş vatandaşın neredeyse, dost düşman demeden ümüğünü sıkacak hale
geldi asil yurdumda. Birilerinin bu kaotik durumdan müthiş mutlu olduğu kesin
de, zararı ise neresinden baksanız milletime yazılıyor. Milli harp potansiyeli
yüksek Türk gücünü, dışardan zor kullanarak çökertmenin mümkün olamayacağı
dersini iyi almış olanlar, tabiatıyla bunu, tarihte olduğu gibi bizi
birbirimize düşürerek yapmaya çalışacaklardır hiç şüphesiz.
Ağzı
olan saçmalıyor. Birbirleriyle yarışan zırvalardan bilhassa İnternet üstünden
en fazla yayılanlar, prim yapıyor. Aralarında neler yok ki. Hangi birini
ciddiye alacağını vatandaş da bilemiyor artık. Şimdi bir de anti kanserojen
bağışıklık sistemini çökerten preparatların İnternet üstünden - ne alınamıyor
ki - elde edilebildiği söyleniyor. Bu konuyu ciddiye almak da gerekir. Çünkü
evrenleri aslında ayrıntıların yönettiğini nasılsa biliyoruz.
Anımsayın,
bir zamanlar AIDS denen habis bir mikrop vardı. Ne oldu da, kasıp kavururken
birden hızı kesiliverdi. Şimdilerde adı bile duyulmuyor nedense. AIDS mikrobunun
da bir laboratuvar ürünü olduğunu, bizim Tatavlalı sağır Remzi bile söyler
size. Hızının kesilmesi veya tamamen kontrol altına alınması da, mikrobunun
daha üretim safhasında, panzehriyle birlikte üretilmesinde yatıyor olsa gerek.
Çünkü kontrol altına alamayacakları herhangi bir hastalık mikrobunu üretecek
evrensel bir çılgınlık riskini asla taşıyamazlar. Öyle de çakaldır bu uluslararası
ilaç mafyası. Dolayısıyla da, kontrol altına almak zorunda kalınca da, hastalığı
dünyaya yayarken yaptıkları bezirgân yaygarasını, panzehrini pazarlarken bilhassa
yapmayacaklardır hiç kuşkusuz. Hasta nasıl olsa alacaktır eli mahkûm. Zira panzehrini
de daha büyük bir yaygarayla satarlarsa, işin kokusu çıkar ve hiç kimse artık
kendilerini ciddiye almaz, infial de oluşur sonra. Yani tatlı ticaret bitsin istemezler,
ana nedenleri de budur aslında.
İşte
kanserde de durum böyle olmuştur muhtemelen. Önce, bağışıklık sistemini çökerteceksin
ki İnternet üzerinden bile alınabilir ürünler bu işe yarıyorlar herhalde.
Milletin her yanını kısa sürelerde habis urlar saracak. Sonra da hasta yatağına
düşürdüğün bağışıklık sistemini, açıkça pazarlayacağın ve çoktandır hazırda
tuttuğun panzehirle, yeniden ayağa kaldıracaksın. Yalnız kanserin durdurulabilmesi
için de, habis urların tamamen temizlenmesini şart koşacaksın. Ne ala dünya
değil mi? Hem cerrahi-tıbbi hem de ilaç sektöründe çifte kavrulmuş vuracaksın.
Öyle ya, dünyanın geri kalan ve her alanda salt tüketim torbalarına
dönüştürdüğün insan postunda ki koyun sürüleri yanında, tek uyanık sen değil
misin nasıl olsa.
Bölücüsüne silah satıp ayırımcılığı ütülerken,
sonra da yardım ediyoruz antetli hümanist(!) masallarıyla devlet güçlerine de
aynı silahları satıp çifte kavrulmuş yapan uluslararası silah mafyasına,
Ortadoğu baharına pupa yelken dalıp günahsız insanları boşu boşuna telef olan
ülkelere, iki yüz milyonun üstünde kredi kartı pazarlayan bankalar mafyasına da
girmeye kalkarsak, işin içinden böyle bir iki sayfayla da sıyrılamayız.
İşin
bu tarafını bir kenara bırakalım. Dert bir değil ki. Başka uçuklar da geziniyor
kafalarımızın üstünde nasılsa. Mesela bir de, diğer komşumuz Rusya ile savaşa
girebilirmişiz, söylendiğine göre. Keşke girsek de; ama neden Rusya. Kapımızın
önünde ezeli düşman Amerikalı bekliyorken. Bu arada, mikrop sektörü konusuna
olduğu gibi, bu konuya da söyleyecek sözleri mutlaka olacaktır, bizim Tatavlalı
sağır Remzi'nin. Size diyecekti ki; bu durumda, milletinin ezici ulusalcı
yoğunluğu, Rusya ile herhangi bir husumeti aklına bile getirmiyorken, bir de
harp etmesine, ülkenin kargaları bile güler. Rusya olsa olsa, başında ki
emperyalist Amerikan uşaklarını biran evvel tasfiye etmesi bağlamında Türk
Ulusuna, tıpkı İstiklal Harbi döneminde olduğu gibi arka çıkardı, hiç kuşkusuz.
Çünkü
düz mantık bunu gerektirir. Ayrıca bu konuda daha da etraflı ayrıntıları,
Haydar Baş hocadan da öğrenmek mümkündür sanıyorum. Bakalım bu konuda o ne
derdi size. Ama hiç şüpheniz olmasın ki; bu en açık doğruyu bile ters yüz etmek
için, her türlü maskaralığı, şaklabanlığı, sahtekârlık, yalan ve zırvayı
birbiri peşine sıralayarak kafalarınızı karıştırmaya çalışacaktır,
satılmışların kendileri gibi satılmış medyaları. Zira köşelerine bakın,
yazar(!) pozunda, kadınlı, erkekli artistten geçilmiyor, yandaş medyanın TV,
gazete, magazin, mecmualarıyla vs. tüm birimleri. Diğer taraftan objektif Amerikalı
aydınlar bile kalkıp, "Erdoğan hükümetinin uyuttuğu Türkler
ateşle oynuyor, Güney hudutlarını, taşeronu PKK ile bizatihen CIA ajanlarına
terk etmiş durumdalar" diyorken, biz de kalkmış nelerden bahsediyoruz,
değil mi dostlar.
Devletinin,
yasam koyucu, yürütücü erklerinin iflas ettiği, Başbakanı'nın bile, ülkesine sızmaya çalışan Suriyeli vatan haini
CIA uşaklarınca, ön ismiyle çağırıldığı, teröristlerin bile işgal kuvveti
edasıyla, silahlarıyla boy boy poz verdiği, milliyetçi komutanlarının,
aydınları'nın deliğe atıldığı ve can düşmanları tarafından daha fazla da
aşağılanamayacak bir ülkede, bizde oturmuşuz, Dede Korkut masalları anlatmaya
çalışıyoruz, vatandaş dediğimiz muhterem seyircilere herhalde. Ne dersiniz.
§
Türklerin
Menşei, Teşekkülleri ve Tarzı
Türk
milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumî surette birbirine
benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabiî
bulmak lâzımdır. Çünkü Mezopotamya, Mısır
vadilerinden başlayan malûm tarihten evvel
Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu,
dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit,
Romalılardan evvel Orta İtalya, velhasıl
Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve
yerleşmiş ve bu başka başka iklimlerin tesiri
altında, başka başka cinslerle binlerce sene
yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski ve bu
kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü
çocuklarının tamamı tamamına
birbirlerine benzemeleri mümkün müdür? Her
zaman, her yerde, küçük bir aile
çocuklarının bile tamamen birbirine
benzemeleri vaki değildir. Türk kavmini, yalnız
bir noktada, iklimi aynı dar bir mıntıkada
belirmiş zannetmek doğru değildir. Türk
kavmi yukarda söylediğimiz gibi, çok büyük
bir sahada vücut bulmuş ailelerin
birleşerek Sop (Klan) ve Sop'ların birleşerek
Boy (Kabile) ve Boy'ların birleşerek Öz
(Aşiret) ve Öz'lerin de birleşerek El
(Medine) ve en nihayet El'lerin bir merkezde
birleşmeleriyle büyük bir camia vücuda
getirmiştir.
Bu
büyük Türk camiasını terkip eden unsurların mahiyetleri arasındaki fark büyük
olmamakla beraber, menşein (kaynağın) vüs'ati
(büyümesi), nüfusun kesreti (çoğalması) düşünülünce Türk kavimlerinin aralarındaki
manevî rabıtanın gevşek olması ve muhtelif namlarla, muhtelif roller
oynaması tabiî görülür. Bu sebepledir ki
tarih, hadiselerini yazdığı kavimleri
nerede, nasıl ve ne namda tanıdıysa o surette
yazmıştır.
Böyle
olmakla beraber bugünkü Türk milletinin esası aynı menşein, aynı azîm
müşterek mazinin tespit ettiği muayyen
tiptedir, Türk tipi...
Bu son
sözlerden anlaşılıyor ki Türk milletini yapan insanların tarihleri birdir.
Türk milletinin müşterek görünen bir hali
daha vardır. Hakikaten dikkat olunursa,
Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları
birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk hiçbir milletin
ahlâkına benzemez. Ahlâkın, millet teşkilinde yeri çok
büyüktür, mühimdir. Bu
ehemmiyeti iyice anlamak için, ahlâk hakkında
birkaç söz söylemek fazla olmaz.
Ahlâk dediğim zaman, ahlâk kitaplarında
yazılı olan nasihatleri murat etmiyorum
zira ahlâklılık diye yaptığımız işler ve
yapmaktan sakındığımız işler; kitaplarda
yazılı olan veya birtakım ahlâk hocalarının
tavsiye ettikleri şeylerden daha evveldir
ve o sözlerden, o nasihatlerden ayrı olarak,
onlara asla kulak vermeyerek insanlar
tarafından yapılmaktadır. İş, nazariyatın
hakimi, amiridir. Ahlâk kaidelerinin nasıl
yapılması lâzım geleceği, ahlâklılık olduğu
anlaşılan işler görüldükten, tecrübe
edildikten sonra anlaşılır.
Bir
iş, her nereye ait olursa olsun insanın kuvvet kullanmasını, yorulmasını
muciptir. İnsanlar, mecbur olmadıkça
kendilerini yormak istemezler. Hâlbuki bazı
işler vardır ki, kendiliğinden insana, onu
yapmak için derunî bir arzu. bir temayül
ilham eder, o iş şayanı arzu olur. İşte
ahlâki işler, aynı zamanda hem mecburî ve
hem de
şayanı arzu olan işlerdir. (Medeni Bilgiler - Mustafa Kemal)
Yukarda Mustafa Kemali de okuduktan
sonra, en iyisi titreyelim ve özümüze dönelim. Tarih öncelerinden beri bizi biz
yapan kimliğimizle yeniden kucaklaşalım. Biz torba ümmeti değiliz. Millet
olduğumuzu hatırlayabilmemiz için bizim harplere ihtiyacımız vardır. Zira
kanımız ulusal bağımsızlık harpleriyle beslenir, ancak o zaman tek yumruk
oluruz. Çünkü biz Türküz, o halde kimliğimize biran önce dönelim Emmioğullarım.
Herifçioğlunun mademki anaelimizde
(Anavatan) gözü vardır ve kapımıza da gelmiştir o zaman işi bitmiştir. Cesareti
olmadığı için, kendi yerine köpeklerini üstümüze salarak bizi içerden
ayrıştırmasını beklemeyelim. Artık meşru sathı müdafaa hakkımız da doğmuştur esasen.
Atatürk olsaydı bir an bile yeterinden fazla beklemezdi. Aşağı doğru tek yumruk
halinde yine bir uzanalım derim ben. Ne var ki doğru adreslere. Önümüzde de kim
kalırsa kendi sorunu olur dostlar.
Ve anımsayalım da lütfen. Şayet Rus
silahları olmasaydı, bazlama süngülerle mi kazanacaktık yedi düvele karşı
İstiklal savaşımızı. O halde kime elimizi uzatacağımızı bilelim, dost ve
düşmanımızı da iyi teşhis edelim, gaza gelmeyelim. Köy Enstitülerimizin
kapatılarak Marshall yardımlarıyla birlikte Amerikan eğitiminin, milli
eğitimimizin yerini almasının günahını, haksız yere Ruslara yazmayalım, hem de
baş günahkâr kapımıza kadar dayanmışken. Yüce Atatürk kimden ne alacağını
bilirdi. Rus tarım uzmanlarına yaptırdığı iki senelik bir çalışmayla ortaya
çıkan, yanlış hatırlamıyorsam iki ciltlik Anadolu Toprak Reformu, hala tozlu
arşivlerde çürümeye terkedilmiş yatıyor. O halde arkamıza gerçek dostlarımızı
alalım. Koynumuza yılanları değil.
Şayet Ruslara kapılarını kapamış olsaydı, Osmanlı enkazıyla harp
kazanabilmemiz mucize bile olamazdı. Onların silahlarını, mühimmatlarını, gıda
yardımlarını ve paralarını aldı. İstese yüzde yetmişi Rusya’da ki Türklerden
oluşan Sovyet ordularından asker yardımı da alabilirdi. Askerin her zaman
beraberinde başka sorunları da getirdiğini çok iyi bildiği için bunu yapmadı.
Sistemlerini ise kendilerine bıraktı.
İyi ki de böyle yaptı. Kendi
Cumhuriyeti hala ayakta ve ebediyete kadar da kalacak. Onların Sovyetleri ise
çoktan tarih oldu. Atatürk bir gerçek LİDERDİ.
Çevrede ki çakma liderlerden değil, o kendine özel bir taneydi. Çünkü
onun adı Mustafa Kemaldi. Halen de yaşıyor olsaydı; hiç şüphesiz ilk önce, başta
Rusya, Türk Cumhuriyetleri, Suriye, İran, Irağın bağımsız kanadı, Pakistan,
Hindistan ile acilen bir Federasyon kuralım der ve yapardı da. İran’da ki çakma
şeri düzenin de, yakın bir gelecekte nasılsa tarihin kara deliğinde yok olmaya mahkûm
olacağını da söylerdi hiç kuşkusuz. Zira çok iyi bilirdi ki, tarihsel devinimin
insafsız kılıcı da eninde sonunda kendi kınını bulacaktır. Ee şimdi söyleyin
bakalım böyle bir Federasyon kurulsa fena mı olurdu ve bu güce karşın kimin bir
itirazı olabilecekti ki. Hem de hala bile buna vakit varken…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder