İnsanoğlu
denen şeytan-tanrıyı bağlayan tek ortak nokta, yaşadıkça bir yanda hep
kendisinin, karşı tarafta da daima diğerlerinin olmasıdır. Bu öz gerçeğe
rağmen, her şey hatta başkan bile olmaya kalkabilirsiniz ülkenizde. Ne var ki o
zaman, en azından diğerlerinden bir fazlanız olmalıdır. Bu fark ise, kendi
kurgunuz ve psikolojik arızanızla kendi kendinizi inandırdığınız betimlemenin
ürünü, bir fazlalık asla olmamalıdır. Mesela kendi işvereniniz olan Birleşik
Devletler Başkanına da özenebilirsiniz; ama o zaman, en azından onun
yetkilerinin nereden geldiğini, neler olduğunu ve nereye kadar yeterli
olduklarını da bilmek zorundasınız.
Şöyle
ki: 18 Yüzyıl Anayasasıyla kurulan Birleşik Devletler, halen de devam eden bir federe
devletler topluluğu olarak kurulmuştu. Birleşik Devletlerde daha başından beri,
özgün klasik bir Avrupa Ulusal Devlet geleneği yoktu ve hiç de olmadı. Federe
Devletler topluluğu olduğu halde, bütün yetkileri federal devletlere bırakan konfederatif
bir merkezi yönetim tarzı da yoktu. Federe devlet yetkileri federaller arasında
eşdeğerde paylaşılmışken, her türlü, genel ulusal karar ve harcamalarda, Merkezi
Hükümet tek karar merciiydi.
Cumhuriyetçiler
ve Demokratlar olmak üzere iki temel partinin dışında kalan Sosyalist ve Halkçı
vs. gibi Avrupa çıkışlı partilerin, genel ve başkanlık seçimlerinde ancak yüzde
ikileri bile aşamayan bir etkisi vardır. Birleşik Devletlerde çok partili
demokrasi sadece görünüşte vardır. Amerikan halkı, gerek eğitimsel geriliği,
gerekse de geleneksel çok ulusluluğu nedenleriyle, Avrupalı Parti anlayışına
sıcak bakmaz. Yani anlayacağınız, başına göre traş, saçına göre de tarak
kullanılmalıdır Birleşik Devletlerde.
Demokrat
ve Cumhuriyetçi Partiler de aslında bizim bildiğimiz sosyal düşünce, inanç ve doktrin
partileri değildir. Mevcudiyetlerinin tek nedeni, seçim endeksli, yani sadece
seçmen kandırmaya yönelik kampanya odaklı bir yapılaşmadır. Bütün toplumsal,
kamusal kararlar, kamunun (tüccar, sanayici, tarımcı, zenci, Yahudi, Katolik
vs.) gibi farklı dil, din ve kültürlerden gelmiş vatandaş gurupları sözcüleri
ve devletle arabulucuları tarafından ortak alınmış kararlarla yasalaşır. ABD
için esas olan bu oyun, başkan da dâhil olmak üzere, bütün resmi ve kamusal kurumlar
tarafından kurallarıyla oynanmak zorundadır. Yoksa Birleşik Devletler, birleşik
olmaktan çıkarlar ki o zaman da ABD kalmazdı ortada. Ki ne de güzel olurdu, bizde rahat bir nefes almış olurduk.
Bu arada muhteşem(!) Başkanın (Süleyman) vetosu da, üçte ikilik bir veto ile para musluğunun başında oturan Kongre tarafından kırılır. Yani Birleşik Devletler Başkanı, Kral ve Başbakan pozunda; ama yüksek mahkemenin altında bir konumdadır. Yüksek Mahkemenin üstünde başka da bir karar mercii yoktur aslında ABD de. Bu sadece Birleşik Devletler gibi bir kampüs devletinin değil, bütün diğer devlet yapılarının da olmazsa olmaz mecburiyetidir. Bu kısa anımsatmayı satırladıktan sonra, on binlerce yıllık Türk Milleti geleneği mirasçısı, bugünkü koskoca ve kurulduğunda en çağdaş Anayasaya sahip Türkiye Cumhuriyetinin, hem de başında oturan bir vatandaş bireyi çıkıp da, hala bir kampüs federe devleti başkanının sanal yetkilerine özeniyorsa, bu husus ya cehaletine ya da başka bilmem nesine atfedilmelidir. Affedilmeyen ise, etrafında bu kadar danışmanı varken, hiçbir akil(!)’in çıkıp da kendisine bu bağlamda yol göstermemesidir. Oysa heveskâr aslında bilmez ki; şayet ABD senin muhteşem tarihine, kültür ve geleneğine sahip olsa, neler yapmaz, neler feda etmezdi.
Bu arada muhteşem(!) Başkanın (Süleyman) vetosu da, üçte ikilik bir veto ile para musluğunun başında oturan Kongre tarafından kırılır. Yani Birleşik Devletler Başkanı, Kral ve Başbakan pozunda; ama yüksek mahkemenin altında bir konumdadır. Yüksek Mahkemenin üstünde başka da bir karar mercii yoktur aslında ABD de. Bu sadece Birleşik Devletler gibi bir kampüs devletinin değil, bütün diğer devlet yapılarının da olmazsa olmaz mecburiyetidir. Bu kısa anımsatmayı satırladıktan sonra, on binlerce yıllık Türk Milleti geleneği mirasçısı, bugünkü koskoca ve kurulduğunda en çağdaş Anayasaya sahip Türkiye Cumhuriyetinin, hem de başında oturan bir vatandaş bireyi çıkıp da, hala bir kampüs federe devleti başkanının sanal yetkilerine özeniyorsa, bu husus ya cehaletine ya da başka bilmem nesine atfedilmelidir. Affedilmeyen ise, etrafında bu kadar danışmanı varken, hiçbir akil(!)’in çıkıp da kendisine bu bağlamda yol göstermemesidir. Oysa heveskâr aslında bilmez ki; şayet ABD senin muhteşem tarihine, kültür ve geleneğine sahip olsa, neler yapmaz, neler feda etmezdi.
Washington
ve Jefferson'dan arta kalan “Avrupalı devletlerin işlerine müdahale edilmesin,
onların Atlantik ötesine karışmalarına ise engel olunsun” mahiyetinde ki, ilk
bakışta haklı görünen telkin ve gelenek mirası, ne yazık ki zaman içerisinde “Biz her ülkeye
gerek gördüğümüzde müdahale ederiz” anlayışında bir emperyalist
temayüle dönüştü. Zira artık gelenek, melenek, demokrasi, kokokrasi birbirine
karışmıştı Amerikada, sonuçta bugün büyük sermayedarları ve ezoterik dernekleri
tarafından güdülüyor Birleşik Devletler. Bir ifadeyle de, yılan yavrusu serpilip
güçlenince, zehir dişini gösterdi artık.
Önceleri
at hırsızı ve topraklarına kondukları sahipsiz, günahsız yerlilerin kafa avcısı,
demiryolları yapıldıktan sonra da bol bol tren hırsızı yetiştirdiler. Bu
konuları sıkça işleyen sayısız Hollywood filmiyle de, insanları uyutulan dış
dünyadan, üstüne küfelerle de paralar kazandılar. Esasen Avrupa dışkısı
çapulcular ve onların nesillerinden oluşan, millet ve devlet vasfı olmayan
federe toplumlar kampüsünden, başka da ne olabilirdi ki. Çevrenize bir bakın,
Birleşik Devletler ayarında, şirazesinden çıkmış başka da bir devlet var mı bu
dünyada. Çünkü diğerlerinin tarihlerinden gelme millet ve devlet olma geleneği,
asaleti vardır. Bu geleneklerini de sıkıca korumak zorundadırlar hiç şüphesiz.
Yoksa
varlıkları kalmaz ortada. Esasen de Amerikalı öncü milyarderlerin palazlanınca
ilk yaptıkları iş, harp fakiri Avrupa’dan asalet unvanları satın almak veya Avrupalı
asillerle aile kurmak olmuştu. İşte bu Amerikalı meşhur federallerse(!)
şimdilerde küresel Okyanusta yelken açıp takım halinde, en son filmleri olacak
olan kara korsanı çeviriyorlar. Ne var ki deniz bitti ve de karaya oturdular
artık. Son liman bir tek Ortadoğu kalmıştı ve şimdi de oraya yamanmaya
çalışıyorlar anlayacağınız.
1946'lardan
sonra, birinci Dünya Savaşından itibaren harp vurgunlarıyla da iyice semiren ve
galipler safında yer alan Amerikan sermayesi, aslı rüşvet olan, Şeytani
Marshall yardımı(!) kurgusu ile dışa açıldı. Önce milli eğitimimizin yerini
alan, Amerikan eğitimi, arkadan da Unesco adlı çocuk masalıyla seçilmiş körpe
beyinlerimiz, yenidünyaya transfer edildiler. Bize kalan veya bırakılan seçilmemişlerle(!)
de ancak bu kadar idare edebildik. Zira neresinden baksanız, fazla işe
yaramazların bize bırakılması, pahalı eğitimlerle yetiştirdikleri ajanların
yurdumuza ihraç edilmesinden daha ekonomikti sömürgeci için.
İşte akan paralarla da – bugün bizi sağan,
kaynağı meçhul yabancı sermaye gibi - yavaş yavaş, önce geriye kalan büyük
toprak sahipleri, milli tüccarları, sanayicileri ve bürokratları iğfal edilen
ülkemizde, eşyanın tabiatı gereği, işbaşına gelen devşirme hükümetlerle de ne
yazık ki, bu en kara döneme ister istemez getirildik. Yani bu günümüz, daha o
zamandan kurgulanmıştı. İşte Menderesler de aslında beraberce sebep oldukları
bu çürümeyi, yorumlayamadıkları için hayatlarından oldular. Yoksa bebekler,
köpekler ve külotlar elbette ki onları mahkûm eden ana nedenler değildi. Ki o
zamanlar en milliyetçi olan bizlerde bunlara itiraz etmiştik.
Bayar
ise Masonluğu nedeniyle, esasen malı bir şekilde sessiz ve derinden götüren dernekdaşlarına
destek çıkmak adına, tarafsız veya ikili oynamak zorundaydı. Nitekim ters
Mehter yürüyüşüyle, bir adım ileri, iki adım geri giderek; ama ne ki, Vatikan
desteğini de arkasına alarak, kimsenin kaçamayacağı sonu, kendi yatağında
karşılamış oldu. Kim ne derse desin, 46-47 lerden itibaren, DP ile birlikte
açıkça Amerikanın kucağına oturmaya başladığımız 60'lara kadar geçen süreç,
bugünlerimizin tetikleyicisi olmuştur Cumhuriyet tarihimizde. Zira 60’dan sonra
da, gelen gideni arattı, dikiş de tutamadık zaten ve halen de bu durumdayız.
Ne
var ki tek öğrendiğimiz, bundan sonra Amerikalının elinden su bile içsek, mide fesadına
yakalanacağımızdır. Belki de kısmen boşuna geçen yakın tarihin tek getirisi, bu
kazanım olmuştur. Zira bu şaibeli eski dostun(!) sonunda Junior Bush’la
başlayan süreçte, hanidir sallanan takkesi tamamen düşmüş, keli de çıkmıştır
ortaya artık. Ve ülkemizde bu sinsi dost(!)’un başımıza ördüğü en son çorap
ise, Suriye’nin üstüne kışkırtmak senaryolu lejyoner, zorunlu göçmenlerden
sonra, şimdi de Reyhanlı bombacılarıdır. Ve işin en hazin tarafı, birçok vatandaşımızın da patlamalarda tanınamayacak
durumlarda hayatlarını kaybetmiş olmalarıdır. Ve saati geldiğinde ödenmek
zorunda kalınacak hesap pusulası da, bayağı kabarmıştır artık.
Diğer
yanda ise ülkeyi sözüm ona terk edeceği söylenen PKK çöplüğü, bunu neden yapsın
ki, bu ülkenin tarihinde bile hiç görmediği bir hale gelmiş hudutlarını, yolgeçen
hanına çevirip, hem de paşa gönüllerinin arzu ettiği gibi kaçak alım
satımlardan, hayatlarında göremeyecekleri rantlar elde ediyorken. Burada
aklımıza gelen soru ise, ülkede ki her rant olayının altında bir şekilde parmak
izleri olan Başbakan ve avenesinin, bu rantlardan da bir komisyon(!) alıp
almadıklarıdır. Zira ortada kabak gibi sırıtan durumun rengi budur. Biz söyleyelim
de yorumu vatandaşa kalsın.
Amerikalıya
noktayı koyalım artık: Ugly American’dan (Çirkin Amerikalı) kurtulmadan,
sömürülen dünya milletlerinin iki yakası bir araya gelmeyecektir bundan böyle. Ne
var ki, iyice semiren ve artık dünyayı da yutmaya kalkan emperyalist yılan, sonunda
baltayı taşa vurduğunu anlamıştır. Tarihsel devinimin şaşmaz adalet dinamiği, kendi
çaresizliğini ona da göstermiştir. Şimdi ise son dönemini yaşayabilmek(!) için,
artık kendisini yutmaya başlamıştır. Şayet bunu başarabilirse, kendisiyle
birlikte bütün dünya da dertlerden kurtulacaktır. Yoksa büyük kitleleri telef
edecek yeni bir dünya harbi kaçınılmazdır. Belki de bu en elzem ve olmazsa
olmaz, saf ve temiz yeni bir dünya insanı sayfası açmak adına da, son kurtuluş
yolu olacaktır kim bilir.
Bundan sonra geriye doğru her
söylemin, bizim için ağıt, diğerleri için de kına yakmaktan öte bir kıymeti
harbiyesi kalmamıştır artık. Mademki geçmişe yönelik boşuna figanların bittiği
noktadayız artık, o halde kazanç ve kayıplarımızdan ibret almış olarak, bizim
için hayati önem taşıyan yakın geleceğimize, sol, sağ, orta, kenar veya neyse
demeden, tek yumruk, tek yürek biran önce odaklanmak zorundayız, hem de çok acilen.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder