13 Mayıs 2013 Pazartesi

ALTINDA KALIRSIN..

İnsanoğlu denen şeytan-tanrıyı bağlayan tek ortak nokta, yaşadıkça bir yanda hep kendisinin, karşı tarafta da daima diğerlerinin olmasıdır. Bu öz gerçeğe rağmen, her şey hatta başkan bile olmaya kalkabilirsiniz ülkenizde. Ne var ki o zaman, en azından diğerlerinden bir fazlanız olmalıdır. Bu fark ise, kendi kurgunuz ve psikolojik arızanızla kendi kendinizi inandırdığınız betimlemenin ürünü, bir fazlalık asla olmamalıdır. Mesela kendi işvereniniz olan Birleşik Devletler Başkanına da özenebilirsiniz; ama o zaman, en azından onun yetkilerinin nereden geldiğini, neler olduğunu ve nereye kadar yeterli olduklarını da bilmek zorundasınız.

Şöyle ki: 18 Yüzyıl Anayasasıyla kurulan Birleşik Devletler, halen de devam eden bir federe devletler topluluğu olarak kurulmuştu. Birleşik Devletlerde daha başından beri, özgün klasik bir Avrupa Ulusal Devlet geleneği yoktu ve hiç de olmadı. Federe Devletler topluluğu olduğu halde, bütün yetkileri federal devletlere bırakan konfederatif bir merkezi yönetim tarzı da yoktu. Federe devlet yetkileri federaller arasında eşdeğerde paylaşılmışken, her türlü, genel ulusal karar ve harcamalarda, Merkezi Hükümet tek karar merciiydi.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olmak üzere iki temel partinin dışında kalan Sosyalist ve Halkçı vs. gibi Avrupa çıkışlı partilerin, genel ve başkanlık seçimlerinde ancak yüzde ikileri bile aşamayan bir etkisi vardır. Birleşik Devletlerde çok partili demokrasi sadece görünüşte vardır. Amerikan halkı, gerek eğitimsel geriliği, gerekse de geleneksel çok ulusluluğu nedenleriyle, Avrupalı Parti anlayışına sıcak bakmaz. Yani anlayacağınız, başına göre traş, saçına göre de tarak kullanılmalıdır Birleşik Devletlerde. 
Demokrat ve Cumhuriyetçi Partiler de aslında bizim bildiğimiz sosyal düşünce, inanç ve doktrin partileri değildir. Mevcudiyetlerinin tek nedeni, seçim endeksli, yani sadece seçmen kandırmaya yönelik kampanya odaklı bir yapılaşmadır. Bütün toplumsal, kamusal kararlar, kamunun (tüccar, sanayici, tarımcı, zenci, Yahudi, Katolik vs.) gibi farklı dil, din ve kültürlerden gelmiş vatandaş gurupları sözcüleri ve devletle arabulucuları tarafından ortak alınmış kararlarla yasalaşır. ABD için esas olan bu oyun, başkan da dâhil olmak üzere, bütün resmi ve kamusal kurumlar tarafından kurallarıyla oynanmak zorundadır. Yoksa Birleşik Devletler, birleşik olmaktan çıkarlar ki o zaman da ABD kalmazdı ortada. Ki ne de güzel olurdu, bizde rahat bir nefes almış olurduk.

Bu arada muhteşem(!) Başkanın (Süleyman) vetosu da, üçte ikilik bir veto ile para musluğunun başında oturan Kongre tarafından kırılır. Yani Birleşik Devletler Başkanı, Kral ve Başbakan pozunda; ama yüksek mahkemenin altında bir konumdadır. Yüksek Mahkemenin üstünde başka da bir karar mercii yoktur aslında ABD de. Bu sadece Birleşik Devletler gibi bir kampüs devletinin değil, bütün diğer devlet yapılarının da olmazsa olmaz mecburiyetidir. Bu kısa anımsatmayı satırladıktan sonra, on binlerce yıllık Türk Milleti geleneği mirasçısı, bugünkü koskoca ve kurulduğunda en çağdaş Anayasaya sahip Türkiye Cumhuriyetinin, hem de başında oturan bir vatandaş bireyi çıkıp da, hala bir kampüs federe devleti başkanının sanal yetkilerine özeniyorsa, bu husus ya cehaletine ya da başka bilmem nesine atfedilmelidir. Affedilmeyen ise, etrafında bu kadar danışmanı varken, hiçbir akil(!)’in çıkıp da kendisine bu bağlamda yol göstermemesidir. Oysa heveskâr aslında bilmez ki; şayet ABD senin muhteşem tarihine, kültür ve geleneğine sahip olsa, neler yapmaz, neler feda etmezdi.
Washington ve Jefferson'dan arta kalan “Avrupalı devletlerin işlerine müdahale edilmesin, onların Atlantik ötesine karışmalarına ise engel olunsun” mahiyetinde ki, ilk bakışta haklı görünen telkin ve gelenek mirası, ne yazık ki zaman içerisinde “Biz her ülkeye gerek gördüğümüzde müdahale ederiz” anlayışında bir emperyalist temayüle dönüştü. Zira artık gelenek, melenek, demokrasi, kokokrasi birbirine karışmıştı Amerikada, sonuçta bugün büyük sermayedarları ve ezoterik dernekleri tarafından güdülüyor Birleşik Devletler. Bir ifadeyle de, yılan yavrusu serpilip güçlenince, zehir dişini gösterdi artık.
Önceleri at hırsızı ve topraklarına kondukları sahipsiz, günahsız yerlilerin kafa avcısı, demiryolları yapıldıktan sonra da bol bol tren hırsızı yetiştirdiler. Bu konuları sıkça işleyen sayısız Hollywood filmiyle de, insanları uyutulan dış dünyadan, üstüne küfelerle de paralar kazandılar. Esasen Avrupa dışkısı çapulcular ve onların nesillerinden oluşan, millet ve devlet vasfı olmayan federe toplumlar kampüsünden, başka da ne olabilirdi ki. Çevrenize bir bakın, Birleşik Devletler ayarında, şirazesinden çıkmış başka da bir devlet var mı bu dünyada. Çünkü diğerlerinin tarihlerinden gelme millet ve devlet olma geleneği, asaleti vardır. Bu geleneklerini de sıkıca korumak zorundadırlar hiç şüphesiz.
Yoksa varlıkları kalmaz ortada. Esasen de Amerikalı öncü milyarderlerin palazlanınca ilk yaptıkları iş, harp fakiri Avrupa’dan asalet unvanları satın almak veya Avrupalı asillerle aile kurmak olmuştu. İşte bu Amerikalı meşhur federallerse(!) şimdilerde küresel Okyanusta yelken açıp takım halinde, en son filmleri olacak olan kara korsanı çeviriyorlar. Ne var ki deniz bitti ve de karaya oturdular artık. Son liman bir tek Ortadoğu kalmıştı ve şimdi de oraya yamanmaya çalışıyorlar anlayacağınız.

1946'lardan sonra, birinci Dünya Savaşından itibaren harp vurgunlarıyla da iyice semiren ve galipler safında yer alan Amerikan sermayesi, aslı rüşvet olan, Şeytani Marshall yardımı(!) kurgusu ile dışa açıldı. Önce milli eğitimimizin yerini alan, Amerikan eğitimi, arkadan da Unesco adlı çocuk masalıyla seçilmiş körpe beyinlerimiz, yenidünyaya transfer edildiler. Bize kalan veya bırakılan seçilmemişlerle(!) de ancak bu kadar idare edebildik. Zira neresinden baksanız, fazla işe yaramazların bize bırakılması, pahalı eğitimlerle yetiştirdikleri ajanların yurdumuza ihraç edilmesinden daha ekonomikti sömürgeci için.
 İşte akan paralarla da – bugün bizi sağan, kaynağı meçhul yabancı sermaye gibi - yavaş yavaş, önce geriye kalan büyük toprak sahipleri, milli tüccarları, sanayicileri ve bürokratları iğfal edilen ülkemizde, eşyanın tabiatı gereği, işbaşına gelen devşirme hükümetlerle de ne yazık ki, bu en kara döneme ister istemez getirildik. Yani bu günümüz, daha o zamandan kurgulanmıştı. İşte Menderesler de aslında beraberce sebep oldukları bu çürümeyi, yorumlayamadıkları için hayatlarından oldular. Yoksa bebekler, köpekler ve külotlar elbette ki onları mahkûm eden ana nedenler değildi. Ki o zamanlar en milliyetçi olan bizlerde bunlara itiraz etmiştik.
Bayar ise Masonluğu nedeniyle, esasen malı bir şekilde sessiz ve derinden götüren dernekdaşlarına destek çıkmak adına, tarafsız veya ikili oynamak zorundaydı. Nitekim ters Mehter yürüyüşüyle, bir adım ileri, iki adım geri giderek; ama ne ki, Vatikan desteğini de arkasına alarak, kimsenin kaçamayacağı sonu, kendi yatağında karşılamış oldu. Kim ne derse desin, 46-47 lerden itibaren, DP ile birlikte açıkça Amerikanın kucağına oturmaya başladığımız 60'lara kadar geçen süreç, bugünlerimizin tetikleyicisi olmuştur Cumhuriyet tarihimizde. Zira 60’dan sonra da, gelen gideni arattı, dikiş de tutamadık zaten ve halen de bu durumdayız.
Ne var ki tek öğrendiğimiz, bundan sonra Amerikalının elinden su bile içsek, mide fesadına yakalanacağımızdır. Belki de kısmen boşuna geçen yakın tarihin tek getirisi, bu kazanım olmuştur. Zira bu şaibeli eski dostun(!) sonunda Junior Bush’la başlayan süreçte, hanidir sallanan takkesi tamamen düşmüş, keli de çıkmıştır ortaya artık. Ve ülkemizde bu sinsi dost(!)’un başımıza ördüğü en son çorap ise, Suriye’nin üstüne kışkırtmak senaryolu lejyoner, zorunlu göçmenlerden sonra, şimdi de Reyhanlı bombacılarıdır. Ve işin en hazin tarafı,  birçok vatandaşımızın da patlamalarda tanınamayacak durumlarda hayatlarını kaybetmiş olmalarıdır. Ve saati geldiğinde ödenmek zorunda kalınacak hesap pusulası da, bayağı kabarmıştır artık.
Diğer yanda ise ülkeyi sözüm ona terk edeceği söylenen PKK çöplüğü, bunu neden yapsın ki, bu ülkenin tarihinde bile hiç görmediği bir hale gelmiş hudutlarını, yolgeçen hanına çevirip, hem de paşa gönüllerinin arzu ettiği gibi kaçak alım satımlardan, hayatlarında göremeyecekleri rantlar elde ediyorken. Burada aklımıza gelen soru ise, ülkede ki her rant olayının altında bir şekilde parmak izleri olan Başbakan ve avenesinin, bu rantlardan da bir komisyon(!) alıp almadıklarıdır. Zira ortada kabak gibi sırıtan durumun rengi budur. Biz söyleyelim de yorumu vatandaşa kalsın.

Amerikalıya noktayı koyalım artık: Ugly American’dan (Çirkin Amerikalı) kurtulmadan, sömürülen dünya milletlerinin iki yakası bir araya gelmeyecektir bundan böyle. Ne var ki, iyice semiren ve artık dünyayı da yutmaya kalkan emperyalist yılan, sonunda baltayı taşa vurduğunu anlamıştır. Tarihsel devinimin şaşmaz adalet dinamiği, kendi çaresizliğini ona da göstermiştir. Şimdi ise son dönemini yaşayabilmek(!) için, artık kendisini yutmaya başlamıştır. Şayet bunu başarabilirse, kendisiyle birlikte bütün dünya da dertlerden kurtulacaktır. Yoksa büyük kitleleri telef edecek yeni bir dünya harbi kaçınılmazdır. Belki de bu en elzem ve olmazsa olmaz, saf ve temiz yeni bir dünya insanı sayfası açmak adına da, son kurtuluş yolu olacaktır kim bilir.

Bundan sonra geriye doğru her söylemin, bizim için ağıt, diğerleri için de kına yakmaktan öte bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır artık. Mademki geçmişe yönelik boşuna figanların bittiği noktadayız artık, o halde kazanç ve kayıplarımızdan ibret almış olarak, bizim için hayati önem taşıyan yakın geleceğimize, sol, sağ, orta, kenar veya neyse demeden, tek yumruk, tek yürek biran önce odaklanmak zorundayız, hem de çok acilen.

Serendip Altındal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder