Kimin ülkesidir bu ülke acaba, bizim
mi yoksa başkalarının mı? Ki bu ifadenin içine, normal adalet bünyesinde izahı bile
olmayan, diğer anti hukuksal tutuklamaları, Milli bayram yasaklarını, dayaklı, gazlı,
sulu, barikatlı vs. yi de katmadığımız halde, sadece yukarıdaki ilk tümcemizle
bile nasıl bir güncele, iterek, dürterek, büzerek bilmem daha ne denirse, zorla
getirildiğimizin, hazin ve ısıran görüntüsünü ortaya koyabiliriz aslında.
Unutmayın, içinde bulunduğumuz durum
sadece Atatürk ve Milli Birlik sorunu değildir. Aynı zamanda insan statüsünde
varoluşun, birey varlığımıza olan yansımasıdır da. Düşünün, neden kendi
konumunuzda, anne ve babanızın evladı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Türk
olarak doğdunuz. Neden 6,5 milyar dünya insan güruhunun arasında, başka bir
mekân ve kimlikte değilsiniz de, SİZ olarak
yaratıldınız. Atatürk’te sizin gibi olduğu için aslında bugün varsınız.
İşte bu seçilmişliğinizin de
nedenlerinden biri olan 10 Kasım da, vicdan muhasebenizin ve bu
sorumluluğunuzun da hesabını vermek durumundasınız. İnsanın bütün ömrü boyunca
karşısına, özünü aklayacağı böylesi fırsatlar ancak bir, iki defa çıkar. Bu
nedenle de siz, siz olun son treninizi de kaçırmayın hiç olmazsa.
Vicdan finansmanımızın gücü ile de
orantılı bir psikolojik sorunsalımızdır da bu durum aynı bağlamda. Hele de
bildiğimiz normal insan tiplemesiyle izah edilemeyen davranış bozukluğuna;
ancak “Kozmik, kaotik materi” özümsemesinin
daha uygun düşeceği, başımızda ki beslemelerin
yandaş ve seçmeni de olmadığınız halde, şayet 10
Kasım’a bigâne kalıyorsanız, psikolojik bir vaka haline gelmişsiniz
artık demektir. Ki bunun da altını çizmemiz gerekir.
Yine de konuya ilgi duymayanlara ‘Vah ki ne vah halinize’ dememek için, onları kendi
özleriyle başbaşa bırakıyorum. Çünkü onlar
artık Allahlık olmuşlar demektir. Allah’ın da kıvılcım vermeyecek kaynağa
kibrit çakmayacağını, tecrübelerimizden biliyoruz.
Marjinal(!) Cumhurun kutlama hakkını,
sökerek aldığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, onu yasaklayan tiranlara attığı muhteşem
bir Atatürk şamarıydı aslında. Aynı Cumhur’un
10 Kasımda gerçekleşecek birlikteliği ise, beslemelerinin arkasına gizlenen
emperyalist düvelin suratında patlayacak, daha da haşmetli bir tokat olacaktır neresinden
bakılsa. Rahmetli büyük önderin bu günü, yüce ULUSUNA ikinci bir kurtuluş
birliği aktı olarak ilan eden haykırışını, sanki kabrinden işitiyor gibiyim.
O halde sesini hep birlikte duymak için,
10 Kasımda Anıtkabirde bir arada olmak zorundayız. Şayet Ankara’ya özel
nedenlerimizle birlikte akamayacaksak bile, bulunduğumuz yörelerde mutlaka
tecelli edecek olan mahalli birlikteliklere iştirak etmeliyiz. Ve böylece bizi
birey yapan Türkiye Cumhuriyet vatandaşlığımızın, riskini taşıdığımız borcunu,
belki de en azından eda etmiş olur ve aynı paralelde; bu yurdun özünde, kime
ait olduğunu, bunu bir türlü hazmedemeyen tüm taş kafalara bir kere daha
vurmuş oluruz..
Olana bitene bakıyoruz da, her şeye
rağmen gülmemek elde değil. Boynuz olduklarını sanan bazı yeni bitmeler, bugün anayurdumuzda
birey olma hakkımızı bile bize çok görüyorlar. Bizde çok sık kullanılan bir
deyim vardır hani, ‘Boynuz kulağı geçti’ diye. Dervişe sormuşlar, ‘Boynuzun mu,
kulağın mı” diye’ o da ‘Boynuzun senin olsun, kulağımı
bana bırak’ demiş. Bilmem anlatabildim mi? Bu bağlamda da espriyi, kulaklarımızı
geçen başımızda ki boynuzlara, bir başka deyişle
de, tüm
cin olmadan adam çarpmaya kalkanlara ithaf edelim isterseniz.
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder