Bu bağlamda Başbakanla, besleme bölücü BDP güreşçileri(!) birlikte ringe
çıktıklarında, ortak gösterilerinden çıkan anlam ise, usta bir ‘Catch’ güreşindekinden(!)
farklı olmuyor. Önce birisi bağımsızlık naralarıyla terörist paçavralarını onore
ederken, diğerinin onlara nerdeyse ana avrat sövmediği kalıyor. Yani tam bir tavşana
kaç tazıya kovala misali ikili bir vodvil.
Bir yandan yumruklar sıkılıyor; fakat diğer taraftan ne şiş yanıyor ne de
kebap. Sonuçta burnu kanayan bile yok. Sadece zaman kazanıp, keriz uyutuyorlar
anlayacağınız. Öyle ya bizlerde nasıl olsa uzatmalı
kerizler olduğumuza göre, bunu da hak ediyoruz doğrusu.
Partikülcüler nedensellik mi; yoksa
belirsizlik mi diyerek tartışadursunlar, bizim nedenlerimiz belli. Onlar bir yanda
bizi ağlatırken, diğer yanda güldürüp, umutlandıran paradigmalar oluyorlar aynı
zamanda. Zira evrenin yasası böyle, dört buutlu evrensellik paradoksunda bir
tarafta kaybolurken diğer tarafta yeniden doğmak, olayı hayli ilginç bir yörüngeye
taşıyor. Belirsizliğin, nedenselliği de aslında bilim düzeyimizin bugün
belirsiz dediğimizi açıklayacak evrede olmamasından kaynaklanıyor. Zira matematiksel
bir formülün sonucu sonsuza eşit olursa,
ortada bilgi yok varsayım var demektir. Yani sonucun bilgi olabilmesi için
mutlak bir değere eşitlenmesi gerekmektedir. İşte belirsizlik de sadece bugün sonucun sonsuz olduğunu gösterir ama yarın’ın değil.
Tıbbiye’yi bitirirken yemin eden
doktorların yemin babası olan çağlar ötesinde ki Hipokrat, şimdilerin tıp
mezunlarından bile daha fazla bilimsel olduğu için mi, onların evrensel hocası olmaya
devam ediyor acaba. Bugün gelinen nokta da, en son bilimsel evre olan parçacılık
veya kuantum konusunda da durum budur, bugün kontrol edemediğin parça spinlerinin
nedenselliğini açıklayamayan bilim düzeyin, yarın bu problemi muhtemelen gelecek
nesillere oyuncak malzemesi yapacaktır. Netice de belirsizliğin nedenselliği de
bilimselliğin öğütücü çarkından kurtaramaz yakasını ve bu hikâye de böyle
sonsuza kadar uzar gider. Mühim olansa yarının bilimselliğine
bugünlerin Hipokratlarının atacağı adımdır veya başka bir ifadeyle de bugünün belirsizliğidir.
Biri kaçar diğeri kovalar ve sonuçta
sadece tanrıdan başka kazanan(!) olmaz koca evrende. Biz ne yapalım ki; evrenin
bu diğer gerçeğinin karşısında. Homosaphien’in sorgulama
çarkının acımasız dişlerinden kurtulacak olan tek paradoksu da budur
işte. Meğerki sonunda “Yeter artık” diyerek
tanrısını aramaktan vazgeçsin. Nasıl olsa gideceği o
malum yerde onunla ya buluşacak(!) ya da buluşacaktır. Ama bu buluşmayı
canlı olan asla öğrenemeyecektir. Miras aldığımız ve bırakacağımız, diri ile
ölü arasında ki sonu olmayan ikilem de budur
aslında.
Bu bağlamda, aynı yıldız belirsiz
yanda ışığını yitirirken, belirgin yanda ışıldamaya devam edecektir. Ve kaybederken
bir anda kazanıyor oluvermen de bununla izah edilebilir. Âdemoğlu bir yanda sonsuza
kadar eski paradokslarını bilimselleştirirken, diğer yanda yeni paradokslar
yaratacaktır. Tanrısı ise dün ve bugün olduğu gibi yarın da hep onun paradoksu olarak
kalacak, sonsuza kadar da gizemini muhafaza etmeye devam edecektir.
Her ne kadar istemeseler veya onlara
ters gelse de, nasıl olsa yakında bizim
biraderlerde anlayacak ne demek istediğimizi. Nasıl birileri onları atıklar
kuyusundan çıkarıp yaldızlayarak bayram şekeri diye bize yeniden yutturdularsa, yarın yine aynı kuyuda hem
de geri dönüşümsüz son bulacaklardır nasıl
olsa. Çünkü materinin de bir geri kazanım kat sayısı vardır. Yani aynı
madde’nin ‘perpeti mobile’ olmayan geri kazanımı da sonsuza kadar tekrarlanamaz. Hele yalan’ın düştüğü yerde yatıp
kaldığını, doğrunun ise hacıyatmaz gibi hep
ayaklarının üstünde kaldığını ve sonsuza kadar da öyle kalacağını biliyorsak,
bunu da anlamakta zorlanmayız.
İşte yalanların çocukları, yaldızlı
Müslümanların 72 fırkası, nasıl olsa helak olup Mahşer’i göremeyeceklerine göre,
geriye de söylenecek fazla bir şey kalmıyor esasen. Yalan vadesi dolduğunda
önce ayakları titrer sonra da burnunun üstüne çakılır ve bir daha da doğrulamaz
artık. Doğru içinse durum aynı değildir. Kullanılsa da kullanılmasa da o hep
ayakları üstündedir ve ebediyen de böyle kalacaktır; yani her boyutta enigma
değil ama doğrusal bir gerçek olarak parlayacak olan gerçek bir yıldız gibidir doğru. Eee ne yaparsınız, evrensel devinimin zaman
çarkından da kurtuluş yok, tüm yaşayan sonlular
için ki, hangi boyutta zar atıyor olurlarsa
olsunlar.
Şimdi
bırakalım onları ersinler muratlarına, bizimse önümüzde Kurban Bayramımız var.
Her şeye, hatta geçici bütün dertlerinize, gam, kasavet ve umutsuzluklarınıza tekmeyi basın. Hayatta ki sayılı aile
birlikteliklerinizden olan bayramınızı, sevdiklerinizle bir arada kutlamaya
çalışın. Ve bayramınız sağlık, birlik ve esenlikle de hepinize kutlu olsun.
Bu arada her şeyden fazla da, beyninizi
29 Ekimde ki, evrensel tarihinizin sizi ÇAĞDAŞ BİREY yapan en asil ve
anlamlı gününü, en sağlıklı mental seviyede kutlamaya hazırlamak üzere de
enerji toplayın. Allah birliğinizi, dirliğinizi ebediyete kadar muhafaza etsin.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder