19 Ekim 2012 Cuma

İNANCIM İMANIMDIR..

            İman, temeli biat olan veya başka ifadeyle de prensipte, körün değneğidir. İnanç ise özünde kuşku yatan ve ancak sorgulu bilimle kesinleşip zirveye oturan bilgi bütünlüğüdür. Bu bağlamda zevahiri kurtarmak adına ezberlenen veya ezberletilen bilgiler de unutulmaya mahkûmdur. Ne var ki anlayarak onları belleğimize kazımış olmayalım. Anlamak için de önce öğrenmek, öğrenmek için de verilenlerin somut (belgelenmiş) bilgiler olması gerekmektedir. İspatı olmayan, mekân ve maddesel gerçeği ortaya kesin konamayan varsayımlara da bilgi denemez.
            Özetlersek, varlıkları betimlenmiş Göktürkler, Einstein, Hawking vs. gibi tek tanrıda birleşiyorsak ve tanrının da fal açmadığına inanıyorsak, Hz. Muhammedin İmametinden dini müktesebatımı, Mustafa Kemalden aldığım Milli ve dünyevi Mutabakatımı da üstüne koyunca, aynaya baktığımda ben de karşımda gördüğüm kişide betimleniyorum. Bunu da özümde hissedebiliyorum. Bu bağlamda, İslami gerçeğe ulaşmak için, Kuran ile birlikte sosyo-ekonomik ve ekolojik evreleriyle, İslam öncesi ve sonrasıyla tüm İslam tarihi bir arada özümsenerek bilgiye ulaşmak, sorgulama sonunda varılan doğru bilgiyi inanç olarak benimsemek ve ancak ondan sonra iman’a ulaşabilineceği gerçeğini de vurgulamadan geçmeyelim.
            Özellikle de Hz. Muhammed ashabının yolundan giden gerçek Müslümanların, camilerine bayrak asmıyorken, imanlarını bile Mustafa Kemal’e borçlu olduklarını da akıllarından çıkarmamaları gerekir. Çünkü Mustafa Kemal, gasp edilen haklarını emperyalistin elinden sökerek almış, kendilerine iade etmiş ve Türklüğüyle de Kuranda ki tarifine de tam manasıyla uyan bir Allahın Askeridir. Seçilmiş diye de bir şey yoktur, iman kimseden satın alınamaz ancak özünüzde ve bizatihen tarafınızdan inşa edilir. O halde yukarda ifade etmeye çalıştıklarımızı uygulayınca da, ‘İnancım, imanımdır Tanrıdan bana ihsan’ diyebilmek daha uygun olmaz mı? Bu ise amaçlı olarak şirazesinden saptırılmakta(!) olan temel tefekkürümüzü de, gerçek özü doğrultusunda revize etmektir esasen.
            Bugün Hacca bile gidemiyorsunuz müminler. Oysa Müslüman bile olmayan asortik beslemeler, parayı basınca turistik amaçlı konforlu gezilerle, yurdunuzda Hacı(!) bile olurlarken, sizin sıralarınız bir türlü gelmek bilmiyor ana vatanınızda  – parayı basamadığınızdan -  ne hikmetse(!). Hâlbuki Mustafa Kemal ya da en azından geçmiş hükümetler döneminde bile olsaydınız, bu hakkınızı da kimse sizden gasp edemezdi. Bugünkü akıbetlerinizin müsebbibi de, oylarınızla aslında sizler oldunuz. Bunu da unutmayınız lütfen.
            Şimdi yakın doğanıza bu perspektifle baktığınızda, neyin sahte neyin somut bir mesaj verdiğini daha net anlayacaksınız. Neye gülmeniz, neyi ciddiye almanız gerektiği de buna dâhildir. Her şey bitmiş ya da başka işimiz kalmamış gibi ağzı olan konuşuyor, eli olan yazıyor. Vatandaş ise iki arada bir derede sallabaş olmuş, kimi okusun, kimi dinlesin bilemiyor artık. Hele de kimi ya da kimleri ciddiye alması gerektiği ise apayrı bir konu. Ve bu da uzmanlık istiyor.

            Hükümet dediğin esasen ortada, tık dese duyuyoruz, çünkü bütün kabadayılığı(!) zırvalık ve savurganlığı önce bizi buluyor. Yandaş MHP ise ayrı bir konu mankeni. İkisini özenle bir araya paketleyip ağır bir preste sıkıştırsan ve bir de ütülesen, elinde kalan, bil ki toz bezi bile olmaz bu memlekete. Beğensen de beğenmesen de tek somutun, tek muhalefetin, itiraz etsen de tek gerçeğin hatta inan ki tek çıkış yolun, neresinden baksan yine de CHP’dir. Buna da inanmak veya inanmamak artık sana kalıyor.
            Diğer yanda neler olmuyor ki. Kendi Dışişlerimizden beklediğimiz milli mesajlarımızı bile Ruslarınkinden alıyoruz. Daha geçen gün ak dediğimize bugün kara diyoruz. Öbür tarafta Başbakan ile Cumhur’un(!) başında ki, gayet fütursuzca aralarında ikili paslara devam ediyorlar. Bu arada kafa kargaşası o kadar fazla ki, sanal konu bombardımanı altında bunalan vatandaş yediği zamların bile farkında olamıyor. Öyle ki, kâğıt üstünde birileri memleketimizi parçalıyor, evlatlarımızı katlediyor, kimlerin nereleri alacağının hesaplarını yapıyorken, beynini yemiş vatandaşım sahilde balık avlıyor.

            Ötede ise doğa bildiğiniz gibi, güneş doğuyor ve batıyor. Kâh ıslak, kâh kuru günler birbirini izliyor. Bebekler doğuyor. Vadesi dolan büyükler birbiri peşine attaya(!) yollanıyor. Bu arada ne yazık ki şehit diye avunduğumuz, aslında itin bitin bok yoluna giden has evlatlarımız da oluyor. Onlarsa geride gözü yaşlı analar, babalar, kardeşler, bazıları da minik öksüzler ve ağlayan kadınlar bırakıyorlar. ‘Bu kararlar sadece sömürge ülkelerinde alınır’ diyerek, nihayet gerçeği gören ve olayın ancak farkına varabilen bazı mağdur Paşaları(!) atlayan bense, inanın ki işte o has evlatlarımıza yanıyorum sadece.
             Rüzgâr ise bizim buralarda genelde Kuzeyden esiyor. Kendi adıma arada bir Marmara’nın Poyraz dalgalarına kendimi bırakarak, dertlerimi unutmaya çalışıyorum. Çatıda güvercinlerin yeniden yavruları oldu. Kendi aralarında cıvıldaşıyorlar, aşağıda olan bitenden haberleri bile yok. Meğerki bahçede, onların ilk uçuşlarını, aç gözlerle bekleyen kedilerin farkında olabilsinler. Ekolojik dengelerde bozuldu herhalde. İlkbahar ve Sonbaharda iki doğum yapmaları normal mi, yoksa ben mi yanlış biliyorum. Komşuda ki işsiz genç adam, hamile eşini doktora götürebilmek için cep telefonunu satmış, kimin umurunda! Ama onun yeni bir işe başlamasında aracı olabildiğim için ben mutluyum.
            Kurban Bayramı kapıda, oysa mütedeyyin vatandaşım kurbanlıklara yanaşamıyor bile, tek avunusu, bu sene pasaportsuz(!) kurbanlıkların olacağı imiş. Yani hiç olmazsa Müslüman kurbanlıklar(!) kesilecekmiş(!) Anlayacağınız bu bayram daha helal(!) bir Kurban Bayramı olacak o zaman, hepinize kutlu olsun. Bu arada milletin cebinde arpa bile yok ki, uzatmalı tatil yapabilsin. Yokları oynarken(!) ve belki biraz avunuruz diye de beklerken, hepimizin takımı ruhsuz millilerimiz, Sonbahar yaprakları gibi sapır sapır döküldüler ve sahada atamadıkları tekmelerini birbirlerine sallarken de günah çıkardılar herhalde. Ve ruhsuzluk, kansızlık, beceriksizlik ve dirayetsizlikte neredeyse başımızda ki Hükümete bile rahmet okuttular.

            Kendimize dönersek; ne söylememi beklerdiniz. Ne yapsaydım neler anlatabilseydim sizlere, esasen bildiklerinizin ve aslında sizi de bunaltan gerçeklerinizin dışında. İstemesem de bizi kusturacak hale getiren güncel teranelerde, ne yazık ki bugün bana gelen ilham bu oldu. İnşallah yakında ağıtları bitirip, yeniden zafer türkülerimizi yakacağımız günler de gelecektir nasıl olsa. Yeter ki sağlığınız ve de umutlarınız hep sizinle olsun.

                                                                                              Serendip Altındal

Video Kanalım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder