Terminolojide
düşünce hürriyeti demek olan liberalizmi, nasıl olursa olsun benim olsun
mentalinde hudutsuz kazanç tematiği ile buluşturan epikürist kafaların, kendi
evlatlarına bile hayırları yoktur ve hiç olmamıştır ki vatana millete olsun.
Nitekim ülkede ne yaptığı, nasıl
yaptığı (arabuluculuk) belli olmayan yukarıdaki seriden bir damat, sonunda salt
konu mankeni olduğunu, tartışmasız bir daha ortaya koydu. Türk Maliyesi ve 16
Bakanlığın, McKinsey adlı ve sömürge olmaya müsait 3. Dünya Devletlerini,
oltaya takmakla ün yapmış çokuluslu bir finans Şirketinin denetimine
devredildiğini, büyük marifetmiş gibi söylerken; kendisi başta olmak üzere
bütün taifesinin kalifiye elemanlar ve mevkilerinin adamları olmadığını bir kere
daha teyit ediyordu.
Kayınbabası ve emperyalist kompradorlarla
birlikte yapılan gizli antlaşmalarla, ülkemin elini kolunu bağlayan bu muhteşem
eseri(!) ortaya koyarken, aslında faturanın sonunda kendisine de yazılacağını
safça, kale bile almayarak, kendisinin ne kadar isabetli(!) bir seçim olduğunu
ve yukarıda çizilen epikürist resme de nasıl oturduğunu gözler önüne sermiş
oldu.
Pekiyi ne mi oldu? Atatürk’le tarihin
ilk bağımsızlık savaşını kazanmış Türkiye Cumhuriyetinin, bağımsızlık yolunda bunca
can, kan ve emekten sonra, 16 yıllık Hükümet müsveddesi AKP kazuratıyla, resmen
ABD mandası haline getirildiği belgelenmiş oldu.
Ülkemizin bozulmuş olan mali
profilinin çıkış yolunu, başka bir ülkenin (emperyalist) mali denetiminde
aramak, o yolu daha da çıkılmaz hale getirmekten başka da bir şeye yaramaz. Lakin
bu durum hiçbirinizi kurtarmaz. Çünkü bu kendini bile yönetmekten aciz bir ülke
yönetiminin, düşebileceği en sefil durumdur…
Uğur Dündar’ın, hele de Atatürk
biyografisinin Yılmaz Özdil tarafından büyük uğraşlarla işlendiği, geniş
kapsamlı bir kitabının da tanıtımını yapacak olan Arena programının, ne
hikmetse Bursa-Nilüfer’de gülünç operasyonlarla engellenmesi, acep kime şirin
görünmek için yapıldı. Oysa kurucu Atatürk’ün Partisi, önce de kendi kurucusuna
göstermesi gerektiği saygıdan neden imtina ettiğini açıklamak zorundadır.
Ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun da ‘ben
CHP Başkanıyım, elbette temsil ettiğim halkımın beni eleştirme hakkı vardır’
diyerek hiçbir yalakanın kendi adına savunma yapmasına ihtiyacı olmadığını ve
olmayacağını da, tarafsız bir Başkana yakışır bir üslupla ortaya koyması
gerekirdi. Ayrıca ‘bunu yaparsanız ‘Partiyi de töhmet altında ve savunmasız
bırakırsınız’ ilavesiyle de Partiye böylesi zararlar verenler hakkında,
ihtiyati tedbirler almalıydı.
1838 yılında Osmanlı serbest ticaret
fermanı ile ülke – daha çabuk bağımsız ekonomiye geçilir yanılgısıyla - serbest
ticarete açılmıştı. 1939 Tanzimat Fermanı ile de Osmanlı Maliyesi, tamamen dış
güçlere teslim edildi. Arkasından da Düyunu Umumiyenin yerleşmesi elbette kaçınılmazdı
artık.
Böylece kontrolü tamamen kendi
ellerinde ve çıkarlarında olan yüksek faizli kredilerin arabuluculuğunu yapan yabancı
denetçilerin meclise kadar girmeleri gerçekleşti. Öyle ki İngiliz menşeli ve
tamamen yabancı haklarını korumak ve bizi sömürmek amacıyla borç batağına
çekmek üzere ülkeye yerleşen Osmanlı Bankasının, meclisin yaptığı bütçeyi bile
veto etme hakkı vardı.
Eh artık bu durumdan sonra da;
Japonya’dan çok daha önce serbest kapitalizme yönelen Türkiye, neden
Japonya’dan geri kaldı söylemi abesle iştigal kalır. Çünkü Japonya bizim
yaptıklarımızı yapmadı. Yani ülkesini yabancı denetimine vermedi, milli ve içe
dönük gelişti. Fazla varlığı olmadığı halde yine de kendi varlığıyla ve Devlet
desteğiyle sanayiini kurdu. Ve kâr getiren fabrikalarını çok uygun şartlarla
kendi yatırımcısına neredeyse hibe etti. Yani kendi emeği ve milli yatırımcısı
ile bugünkü devasa ekonomiye kendi emeğinin hakkıyla sahip oldu.
Lakin Türkiye’yle mukayese kabul etmeyen
mütevazı milli varlığının, hammadde yokluğunun ve ülke uzaklığının dış
yatırımcı da Türkiye kadar ihtiras uyandırmadığını da unutmamak lazımdır. İşte
bizim kendimizi aldatarak avunabileceğimiz tek argüman da budur belki.
Bugün Batının 3. Dünya sömürgelerine
mali denetçi tayin ettiği McKinsey’den, gelecek tarihin literatüründe herhalde
McKinsey Dönemi diye bahsedilecektir. Yakında bizim vergi memurları da vaktiyle
Düyunu Umumiye den aldıkları gibi McKinsey’den Dolar, Euro maaşlı bordrolar alırlarsa
ve yarın bunların da faturası bizim sırtımıza binerse, bunu da bir zahmet
düşünmek gerekecektir şüphesiz.
Düyunu Umumiye Meclisinin 1912’de ki
vergi memuru sayısı 8931 idi, oysa Osmanlı vergi memuru sayısı ise sadece 5472
olarak görünüyor kayıtlarda. Ve Osmanlı Devleti kendi memuruna sahip
çıkamazken, zorunlu olarak beslemek mecburiyetinde olduğu Düyunu Umumiye
memurlarının, emekliliklerini de ödemek zorundaydı. Çünkü onlar da Devlet
memuru statüsündeydiler.
Bakın ne denli yokluk günlerinden, rahmetli
Atatürk’le ileriye doğru 180 derecelik nasıl bir sıçrama yapmışken; ama AKP ile
tersine 180 derecelik bir ters dönüşle daireyi tamamlamış oluyoruz. Ve
görüldüğü üzere, bırakın Cumhuriyeti, Lozan’ı AKP Hükümetinin 17 yıllık icra i
faaliyeti, Türkiye’mizi 200 yıl geriye götürmektedir. Ve bu durumun artık
şakası da kalmamıştır.
1838 de ölüm döşeğinde yatan – ki
1839 da veremden ölmüştü – reformist II Mahmut’un bile belki de haberi olmadan,
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından imzalanan serbest ticaret
antlaşmasıyla ne umulmuştu ne bulundu, hala bu cehaletin borcunu ödemekteyiz ve
hala da akıllanmadık. II Mahmut’un günahı yoktu; ama I Erdoğan ile yaşanacak
yeni bir Düyunu Umumiye değil lakin kesin bir Düyunu Harabiye dönemi olacaktır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder