2 Ekim 2018 Salı

DÜYUNU HARABİYE..


            Terminolojide düşünce hürriyeti demek olan liberalizmi, nasıl olursa olsun benim olsun mentalinde hudutsuz kazanç tematiği ile buluşturan epikürist kafaların, kendi evlatlarına bile hayırları yoktur ve hiç olmamıştır ki vatana millete olsun.

            Nitekim ülkede ne yaptığı, nasıl yaptığı (arabuluculuk) belli olmayan yukarıdaki seriden bir damat, sonunda salt konu mankeni olduğunu, tartışmasız bir daha ortaya koydu. Türk Maliyesi ve 16 Bakanlığın, McKinsey adlı ve sömürge olmaya müsait 3. Dünya Devletlerini, oltaya takmakla ün yapmış çokuluslu bir finans Şirketinin denetimine devredildiğini, büyük marifetmiş gibi söylerken; kendisi başta olmak üzere bütün taifesinin kalifiye elemanlar ve mevkilerinin adamları olmadığını bir kere daha teyit ediyordu.

            Kayınbabası ve emperyalist kompradorlarla birlikte yapılan gizli antlaşmalarla, ülkemin elini kolunu bağlayan bu muhteşem eseri(!) ortaya koyarken, aslında faturanın sonunda kendisine de yazılacağını safça, kale bile almayarak, kendisinin ne kadar isabetli(!) bir seçim olduğunu ve yukarıda çizilen epikürist resme de nasıl oturduğunu gözler önüne sermiş oldu.  

            Pekiyi ne mi oldu? Atatürk’le tarihin ilk bağımsızlık savaşını kazanmış Türkiye Cumhuriyetinin, bağımsızlık yolunda bunca can, kan ve emekten sonra, 16 yıllık Hükümet müsveddesi AKP kazuratıyla, resmen ABD mandası haline getirildiği belgelenmiş oldu. 

            Ülkemizin bozulmuş olan mali profilinin çıkış yolunu, başka bir ülkenin (emperyalist) mali denetiminde aramak, o yolu daha da çıkılmaz hale getirmekten başka da bir şeye yaramaz. Lakin bu durum hiçbirinizi kurtarmaz. Çünkü bu kendini bile yönetmekten aciz bir ülke yönetiminin, düşebileceği en sefil durumdur…


            Uğur Dündar’ın, hele de Atatürk biyografisinin Yılmaz Özdil tarafından büyük uğraşlarla işlendiği, geniş kapsamlı bir kitabının da tanıtımını yapacak olan Arena programının, ne hikmetse Bursa-Nilüfer’de gülünç operasyonlarla engellenmesi, acep kime şirin görünmek için yapıldı. Oysa kurucu Atatürk’ün Partisi, önce de kendi kurucusuna göstermesi gerektiği saygıdan neden imtina ettiğini açıklamak zorundadır.

            Ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun da ‘ben CHP Başkanıyım, elbette temsil ettiğim halkımın beni eleştirme hakkı vardır’ diyerek hiçbir yalakanın kendi adına savunma yapmasına ihtiyacı olmadığını ve olmayacağını da, tarafsız bir Başkana yakışır bir üslupla ortaya koyması gerekirdi. Ayrıca ‘bunu yaparsanız ‘Partiyi de töhmet altında ve savunmasız bırakırsınız’ ilavesiyle de Partiye böylesi zararlar verenler hakkında, ihtiyati tedbirler almalıydı.


            1838 yılında Osmanlı serbest ticaret fermanı ile ülke – daha çabuk bağımsız ekonomiye geçilir yanılgısıyla - serbest ticarete açılmıştı. 1939 Tanzimat Fermanı ile de Osmanlı Maliyesi, tamamen dış güçlere teslim edildi. Arkasından da Düyunu Umumiyenin yerleşmesi elbette kaçınılmazdı artık.

            Böylece kontrolü tamamen kendi ellerinde ve çıkarlarında olan yüksek faizli kredilerin arabuluculuğunu yapan yabancı denetçilerin meclise kadar girmeleri gerçekleşti. Öyle ki İngiliz menşeli ve tamamen yabancı haklarını korumak ve bizi sömürmek amacıyla borç batağına çekmek üzere ülkeye yerleşen Osmanlı Bankasının, meclisin yaptığı bütçeyi bile veto etme hakkı vardı.

            Eh artık bu durumdan sonra da; Japonya’dan çok daha önce serbest kapitalizme yönelen Türkiye, neden Japonya’dan geri kaldı söylemi abesle iştigal kalır. Çünkü Japonya bizim yaptıklarımızı yapmadı. Yani ülkesini yabancı denetimine vermedi, milli ve içe dönük gelişti. Fazla varlığı olmadığı halde yine de kendi varlığıyla ve Devlet desteğiyle sanayiini kurdu. Ve kâr getiren fabrikalarını çok uygun şartlarla kendi yatırımcısına neredeyse hibe etti. Yani kendi emeği ve milli yatırımcısı ile bugünkü devasa ekonomiye kendi emeğinin hakkıyla sahip oldu.

            Lakin Türkiye’yle mukayese kabul etmeyen mütevazı milli varlığının, hammadde yokluğunun ve ülke uzaklığının dış yatırımcı da Türkiye kadar ihtiras uyandırmadığını da unutmamak lazımdır. İşte bizim kendimizi aldatarak avunabileceğimiz tek argüman da budur belki.

            Bugün Batının 3. Dünya sömürgelerine mali denetçi tayin ettiği McKinsey’den, gelecek tarihin literatüründe herhalde McKinsey Dönemi diye bahsedilecektir. Yakında bizim vergi memurları da vaktiyle Düyunu Umumiye den aldıkları gibi McKinsey’den Dolar, Euro maaşlı bordrolar alırlarsa ve yarın bunların da faturası bizim sırtımıza binerse, bunu da bir zahmet düşünmek gerekecektir şüphesiz.

            Düyunu Umumiye Meclisinin 1912’de ki vergi memuru sayısı 8931 idi, oysa Osmanlı vergi memuru sayısı ise sadece 5472 olarak görünüyor kayıtlarda. Ve Osmanlı Devleti kendi memuruna sahip çıkamazken, zorunlu olarak beslemek mecburiyetinde olduğu Düyunu Umumiye memurlarının, emekliliklerini de ödemek zorundaydı. Çünkü onlar da Devlet memuru statüsündeydiler.

            Bakın ne denli yokluk günlerinden, rahmetli Atatürk’le ileriye doğru 180 derecelik nasıl bir sıçrama yapmışken; ama AKP ile tersine 180 derecelik bir ters dönüşle daireyi tamamlamış oluyoruz. Ve görüldüğü üzere, bırakın Cumhuriyeti, Lozan’ı AKP Hükümetinin 17 yıllık icra i faaliyeti, Türkiye’mizi 200 yıl geriye götürmektedir. Ve bu durumun artık şakası da kalmamıştır.

            1838 de ölüm döşeğinde yatan – ki 1839 da veremden ölmüştü – reformist II Mahmut’un bile belki de haberi olmadan, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından imzalanan serbest ticaret antlaşmasıyla ne umulmuştu ne bulundu, hala bu cehaletin borcunu ödemekteyiz ve hala da akıllanmadık. II Mahmut’un günahı yoktu; ama I Erdoğan ile yaşanacak yeni bir Düyunu Umumiye değil lakin kesin bir Düyunu Harabiye dönemi olacaktır…

                                                                       Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder