26 Eylül 2018 Çarşamba

VASİYET MESELESİ..


             Milyonlarca yıl öncesinin kozmolojik nedenlerle yok olan Dinozorları gibi bizlerinde barbarca ve hunharca ellerimizle yok etmekte olduğumuz habitatımız, sonuçta insanlığı da yok edecektir. Ve maalesef bu yok oluşa doğru yaptığımız koşuya, durmaksızın devam ediyoruz. Herhalde mahşer denen yazgı budur.

            Belki de o vakit aramızdan daha önceden seçilmiş olanlar çoktan bir başka gezegende yeni bir yaşama başlamış olacaklardır. İşte o zaman arkada bıraktıkları tüm seçilmemişler ise ellerimizle yarattığımız mahşerin ortasında çaresizlikle apışıp kalacaklardır. O halde geride kalacak olan gariban Dünyalıların vay başına gelene.

            Başka bir uzay-mekânda yeni bir yaşama başlayanlar içinse mahşer bir başka Bahara sarkmış olacaktır şüphesiz. Lakin evrensel devinim onları da bulacaktır elbette ve her nasılsa, bir süreç sonunda yine. Demek ki aynı anlamda, varlık eşit yokluktur da diyebiliriz artık. O halde nedir bu kin, bu ihtiras ve nereye kadar süreceğini düşünüyorsunuz bu sonu gelmez kavganın. Yeni bir total yok oluşa ya da arkanızda bir varlık dahi bırakamayacağınız o son vuruşa kadar mı?


            Sıra şimdi Atatürk’ün vasiyetine geldi anlaşılan. Nitekim bir anda İş Bankası da gündeme oturuverdi. Ben de soruyordum bakalım ne zaman ona sıra gelecek diye kendi kendime. Biraderler beni yine yanıltmadılar. Kaynakları tükettiğinden, yetki tanımayan uzun kol artık her tuttuğunu koparmaya kalkıyor. Oysa yasalara göre vasi ve denetim yetkisi de bellidir. Yoksa hangi yasalar(!) mı deseydik.

            Aslı yüce kurucunun bütün asal ve hukuksal varlığını da yok etmeye odaklı bu müdahalenin yapay gerekçeli nedeni ortadadır. Bunun başka bir izahı da, ortak aklı ikna edebilmenin çok ötesine düşer. İşte sırf bu nedenle bile kimse masal anlatmaya kalkmasın.


            Ufukta birikmiş çeşitli sebepleri olan yeni bir Kurtuluş Savaşı sonucu, açıkça ve şimdiden görülmektedir. Yalnız bu savaşı 1920’lerden ayıran en büyük özellik, savaşın önce içimizdeki düşmana karşı başlayacak olduğudur. Ancak içerideki enkazı temizlerken aynı zamanda, dış düşmanla da yoğun bir kavga içine gireceğimiz kesinlik kazanmaktadır. Çünkü dışarıdakinin bu fırsatı kaçırmayacağını da çok iyi biliyor olmalıyız.

            Ne ki özü Türk olan bir ulusun fertleri olarak aynı zamanda farklı cephelerde farklı düşmanlarla da savaşmaya alışık olduğumuz, genlerimizde yazıyor nasılsa. Bu yüzden fazla da kafamıza takmamız gerekmiyor. Diğer taraftan bu sonuçta tetikçi olarak aktif görev alan ve alacak olanların ise aleyhlerine oluşacak durumları çok iyi kalküle etmeleri, kendi hayırlarına olacaktır.


            1939 da İngiltere ve Fransa ile yapılan blok antlaşmasından sonra, Atatürk’ü ve özenle vasiyet ettiği dış Politikasını terk ederek kendilerine karşı bağımsızlık savaşı vermiş olduğu aynı emperyalist kucaklara oturan Türkiye; DP döneminde ise üstüne ABD emperyalizmiyle de sıkı bir kaynak yapmıştı. İşte bu vesileyle de Atatürk Devrimlerinden iyice saptırılan Türkiye bir daha iflah etmedi.

            Sömürülerek ve AKP iktidarı ile de kalkınma trendinde kayıp yılları oynayarak ahu vah ile bugünlere kadar gelebildik. Ne ki bugün Rusya ile yeniden gelinen ittifak düzeyi, aslında emperyalist ittifakıyla, bağımsız uygarlaşma yolunda kaybettiğimiz yıllar bağlamında geç kalan bir milli siyaset ikrarıdır. Lakin bu defa da Erdoğan’ın hiç güven vermeyen siyasası ülkenin en büyük handikabıdır. Şüphesiz ki bu güvensizliği Ruslar da hissetmektedirler.

            Atatürk Devrimlerini ve Atatürkçü tarafsız dış siyaseti dıştalayan, aslında ülkeye emperyalistten fazla zarar vermiş olan Atatürk sonrası siyasileridir. Ki bugünkülerde o sürüden ayrı günahsız Turna kuşları değillerdir elbette. Ve bunlar sadece Devrimleri geri döndürmekle kalmadılar.

            Tarihin ilk bağımsızlık zaferinin sahibi Atatürk Türkiye’sini, Milletler Cemiyetindeki saygın yerinden aşağı çekip Osmanlının son döneminin de öncesine götürerek, ikinci sınıf bir sömürge durumuna düşürüp itibarımızı sıfırlamışlardır. Kalan bir katre itibarın üstüne de Erdoğan Hükümeti, Papağan tüyü dikmiştir.


            Son günlerde bakıyorum da Erdoğan’dan neredeyse bir o kadar daha yaşlı olan Bahçeli, daha canlı ve zinde bir görüntü veriyor. Anlaşılan haller, şartlar ve şeraitler Erdoğan’ı vaktinden önce yıprattı. Yani durumu hiç de iyi görünmüyor. Ve her geçen gün, bir gün yakasına yapışacak el sayısının katlandığı ülkede, sonu nasıl biter kimse bilemez.

            Gerçeği halkla içiçe yaşayanlar bilir. Bu siyasiler için de böyledir. Ne ki Erdoğan’ın çevresindeki akbabalar Sarayda izole yaşayan Erdoğan’ı arada sırada önceden ayarlanmış yandaş çevrelerde gezdirerek, kendisini sonuna kadar kullanarak malı götürmek için beynini yıkıyor, aldatıyorlar. Oysa durum hiç de onların algılattığı gibi değildir. Çünkü çektiği ve daha çekeceği sıkıntılar, artık vatandaşın kemiğine kadar dayanmıştır.

            Neticede fatura her zaman ortada kalan Reise çıktığı ve çıkacağı için de kendilerini güvende hissederek, nasıl olsa en yakında oldukları için en son dakikada sıvışabileceklerini düşünüyorlar olsalar gerektir. Zira yakın çevreden daha uzakta olan yandaşlar, yüklerini tuttuktan sonra ayakaltında kalmamak için, ne olur ne olmaz diyerek çoktan ülkeden savuştular bile.

            Hani anlayacağınız bazı muzur ve kendilerine (tokatçı) denen arkadaşlar vardır. Saf arkadaşlarıyla herkesin hesabını kendi ödemesi şartıyla, lokantaya vs. birlikte gidip, yiyip içtikten sonra, ‘hemen döneceğim’ diyerek teker teker savuşup, hesabı masada yalnız kalan saftirik arkadaşlarına ödettikleri gibi. Sonra da aynı arkadaşı ‘bir dahaki sefere hesabın benden’ diyerek tekrar kandırdıkları da işin cabasıdır. Saftirik o seferi beklesin dursun artık.

            Oysa Erdoğan’ın yerinde bir başkası olsaydı, iktidar süresinde yeterinden fazla dünyalık yaptığına göre de, bundan sonraki hayatını Dünyanın istediği bir köşesinde kafasına göre takılır, keyfine bakardı çoktan. Böylece kendisine gençlik aşısı yapmış ve ömrünü de uzatmış olurdu.

            Ayrıca asla unutmaması gerekense, her kişisel otokratın, despotik tek adam iktidarının ve her suiistimalin, husumetin ve ihanetin hasıraltı edilişinin birikmiş borçlarının, nasılsa bir gün alacaklı millet tarafından mutlaka tahsil edileceğidir. İkbal koltuğundan ayrılmak zordur; ama ifrat da hep mide fesadı yapar. Dolayısıyla da terk i diyar etmeden önce istifa etmesi hiç tavsiye edilmez…

                                                Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder