İslam’a
giriş düşünü olan Ehli Beyt şayet bilimselleşerek bir Felsefi doktrin haline
gelebilseydi; belki de bugün Marksizm yerine Beytizm sosyal yaşam biçimi egemen
olurdu dünyada. Ve belki de din ve bilim bütünleşerek ideal bir yaşam formatı
oluşturmuş ve tanrı inancı taşıyanların da, dinler karmaşası ve çıkmazından Deizme
kaçışı da muhtemelen zorunlu bir ihtiyaç olmaktan çıkmış olurdu.
Eleştiriye açık din inancı olan Batı
dünyasının, Reformla başlayan seküler düzene girmesiyle hızla gelişmeye
başlayan bilimsel dünyevi başarısı; yüzyıllar içinde dini doğmaların ve tanrıya
atfen Kurana yerleştirilen, eleştirilemezlik uyuşmazlığına mahkûm edilen ve bilimsel
düşün dünyası iğdiş edilen İslam insanına, büyük ve onarılamaz bir fark attı. İşte
bugünkü Hristiyan ve İslam Devletleri arasındaki uygarlık parkındaki büyük
uçurum da bu yüzdendir.
Çünkü Kuranda bir surede yüceltilip
sınır tanımayan insan aklı, diğer bir surede şaşırtıcı biçimde tanrı güdümüne
sokulmuştur. Oysa yüce tanrı en üst akla sahip olacağı için adil de olduğundan,
elbette insanoğluna en büyük bağış olarak verdiği aklın eleştirisine de açık
olmalıydı. Hristiyanlar tek kitapta ve bir ayetle bu işi hallettikleri için
dinleri de eleştiriye açıktı. İşte Batının İslam Dünyasından çok ileride
olmasının da ana nedeni buydu esasen. Eleştiriye yani antiteze dolayısıyla da
senteze (üst akla) açık olmasıydı.
Ne ki bu büyük hendikapa rağmen
bugün Türkiye’mizin Erdoğan liderliğinde ısrarla yeni bir İslam-Osmanlı
coğrafyası yaratma gayreti veya bu bağlamda içine düştüğü emperyalist tuzağı,
ancak ulusal bir trajediye gebe bırakılmışlık olarak izah edilebilir. Bir de bu
paralelde ‘ahlaksız, yalancı, erdem düşkünü olun; ama bize gelin biz size uygun
bir iş nasıl olsa buluruz’ idari anlayışının hüküm sürdüğü bir ülkede, her şey
mubahtır.
Çünkü bu mecrada, İŞID denen sapkın
yapının Türkiye’de kamplaşmakta olduğu gerçeğinin dillerde dolaşıyor olması, 24
Haziran’da Erdoğan’ın elinde İnce’ye karşı bir tehdit oluşturma fırsatı yaratarak
‘sokaklara çıkılacağı, kan döküleceği’ mealinde, çalıntı sonuçların itirazsız
kabul edilmesi doğrultusunda bir ültimatom verdiği kuşkusunu da yaratıyor.
Öyle ya kontrol edilemeyen güçlerin
sokağa çıkabileceği tehditi herhalde bu güçleri işaret ediyor olmalıdır.
Türk’ün Türk’e silah doğrultmayacağını kabul edersek, yoksa dış basında da
sıkça yer alan ve umutla beklenen bizdeki iç savaşın bu güçler aracılığı ile mi
yürütüleceği hesaplanıyor. Yani birileri İŞID başlasın biz arkasını getiririz
mi demek istiyorlar. Aynı habis; ama neticesiz oyunun komşu Ukrayna’da da
oynandığını henüz unutmadık. Elbet buna da uygulayacak bir reçetemiz vardır.
İşte Başkan Erdoğan’ın bir zamanlar
sonu hüsranla biten Enverist-Panislamist ve modası çoktan geçmiş, yaban otu
bile yeşermeyen ölü toprağında, asla yeşermeyecek bir politikayı bugün de
birilerinin dürtmesiyle uyguluyor olması, ülkemize hesapsız ve acımasızca yüklenen
makûs bir kaderin de habercisi oluyor.
Durum bu olunca da, yerinden
oynatılan Cumhuriyet taşlarının yeniden yerlerine, anayasal tedbirlerle bir
daha yerlerinden oynatılamayacak şekilde kaynatılması aciliyetinin önemi,
tartışılamayacak biçimde idrak ediliyor.
Ve bir yanımızda kemikleri bile
kalmamış bir Osmanlı Panislamizm’i, diğer yanımızda ise yapay bir Atatürk
milliyetçiliği. Ne kadar enteresan bir kombinasyon teşkil ediyor değil mi? Hadi
gel de bunu ciddiye al. Sizce ciddiye alıyor mudur komşu Putin de acep oynanan vodvili.
Bu paradoksu yaşamak durumundaysak; öyleyse yeni seçkiye Sultan-Başkan demekte
de beis yoktur. Pardon yoksa Başkan-Halife mi deseydik…
‘Bir gün bütün Dünya insanları Deist
olacak’ diyen Rahmetli Reşat Nuri Hoca dan ben biraz daha gerçekçi olmak
istiyorum. Bana kalırsa bütün Dünya Ulusları, tek tanrıyla da bütünleşen Kemalizm’in
feyzine ister istemez varacaklardır. Ve ulusal huzurlarının ancak dünya
huzuruyla sağlanabileceğini de anlayacaklardır – yani yurtta sulh, cihanda sulh
- böylece de Dünyada ne emperyalist ne de emperyalist mandası bir ulus Devlet
kalacaktır.
Yani bütün Devletler milli istihsal,
kaynak ve performanslarını diğerleriyle paylaşacak, açı, dertlisi olmayan
güllük gülistanlık bir Dünya da yaşayıp gideceklerdir. Tanrı inancı taşıyanlar
ise yüzyıllar yumağına boşuna sarılan bütün dinleri unutup, Kemalist bir Deizme
Peygambersiz; Ama Atatürk’ü lider alarak tıpkı ön Türklerde olduğu gibi de özünde
dinsiz tek tanrı inancına, toplu bir geçiş yapacaklardır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder