CHP
ile koalisyon hesabına mı giriyor acaba Erdoğan. O halde yoğun baskı altındaki İdlib
politikası, zorunlu olarak ABD güdümlü bir ittifaka dayanınca da; CHP ve
AKP’den tek Parti yaratarak böylelikle de bütün Türkiye’yi temsil ediyor(!)
olma algısının önemi, Erdoğan için aciliyet kazanmış olmalıdır. İşte bu
tehlikeli gidişin sonunda, Türkiye’mizin bölünmüş bir eyaletler Devleti modeline
önayak olacağını ve Erdoğan’a BOP ittifakını tamamlatacağını anlamak bu kadar
zor mu?
İşverenleri bağlamında şayet böyle
bir bütünleşme yapılaşması sağlanamazsa, tüm ülkeyi alakadar eden eyaletler
projesi de asla mümkün olamaz. Çünkü en azından Rusya böyle bir yapılanmaya
kesinlikle müsaade etmez, edemez. Yani eski komşunun tamamını kaybetmektense
yarısını kazanmayı yeğleyecektir kuşkusuz. Ve bu yarı da emperyalistin
kaybetmek istemediği yarıdır aslında.
Zira Türkiye, Rusya, Çin ve Asya birliği
güvenliği için Suriye ile de mukayese edilemeyecek kadar önemlidir. Ve Atatürk
döneminde olduğu gibi kendi güvenlikleri açısından da tek parça halinde
kalmalıdır. Ayrıca Türkiye’mizin Dünyanın merkezinde olduğu ve Kore, Vietnam
vs. gibi uzak bir köşesinde olmadığı da asla unutulmamalıdır. Böyle bir bölgede
ifrata varan ihtiraslar mutlak bir Dünya Savaşıyla karşılığını bulur ve önce de
ihtiras sahiplerini yakar.
Şeriatçı Müslüman AKP ordusu olduğu,
Erdoğan AKP si adına dava argümanlarıyla tescillenen Suriye’de ki İslamist
Lejyoner çeteleriyle, işgal altında olurluğuna birileri tarafından kuvvetle
inanılan Türkiye’mizi, elini kolunu bağlayarak ve ordusunu da hiç kale almadan
kıpırdayamaz hale getirmek, sahiden de bu kadar kolay mı yahu! Yanlarında,
bunların çerez kaldığı neler görmedi ki bu millet? Hadi ulan güldürmeyin
insanı.
§ TARAFSIZ KALINSAYDI!
Tevfik Rüştü Aras,
İngiliz ittifakının büyük bir yanılgı olduğunu ileri sürer. Ona göre, tarafsız
kalmak mümkündü ve böylece Balkanlar, Dünya Savaşından sonra büyük bir ekonomik
ve politik güç olabilirdi. Atatürk döneminde, Türk dış politikasını aralıksız
yöneten Aras'ın görüşü şöyledir:
<İkinci Dünya
Savaşı içinde tarafsız kalmak ve Balkan'a savaşı sokmamak, pek mümkün idi. Hele
İngiltere ile ittifakın gereğini, yararını ve kimlere karşı olduğunu hala
anlamış değilim. Zararları ise, meydanda idi. Tarafsızlıkla neler
kazanabileceğimizi inceleyelim:
Ticaret alanında
halkımız teşvik edilecek, yiyecek, içecek, giyecek olarak ne üretebilirse ve
üretim ne kadar arttırılabilirse, tarafsız İsveç’in yaptığı gibi, fabrika
kurulması ve altınla ödenmesi karşılığında savaş içinde olanlar tarafından
hepsi satın alınacaktı. Yeraltı madenlerimizden krom, bakır, her ne
çıkarılabilirse, onlar da aynı şekilde satılacaktı. O halde hükümetin en başta
işi, üretimi arttırmak için halkımızı teşvik etmek ve bu yoldaki çalışmalara
yardım etmek olmalıydı. Zengin olacaktık, endüstri tesisleri kurabilecektik,
milletlerarası ilişkiler alanında itibarımız çok artacaktı.
Bu ikbale karşı
ikinci Dünya Savaşı'nda halkımız, sıkıntılar içinde kaldı, iyi bir ekmek bile
yiyemedi. Nihayet müttefikimiz İngiltere’nin bizden alınmış olan On iki Ada'yı
bize sormaya bile gerek görmeyerek Yunanistan'a vermesine tanık olduk. Büyük
liderimizin bıraktığı dış politikada devam edilmiş olsaydı, barış günü gelince,
1945 yılında, daha büyümüş olan Birleşik Amerika Devletleri ve başka bir dev
devlet olarak beliren Sovyetler Birliği'nden sonra üçüncü bir küçük dev olarak
Balkan ve Sadabat paktlarına dayanan Türkiye ve müttefikleri topluluğu
olacaktık.
(D.
Avcıoğlu - Milli Kurtuluş Tarihi s. 1502)
İsveç’in tarafsız,
gelişmiş, sorunsuz ve saygın bir Devlet olma yolundaki başarısının nedeni ise;
bizim vefatından sonra unuttuğumuz ‘Atatürk gibi düşünmeyi’, kendilerine hayat
felsefesi yapmış olmalarında yatar.
§ KRUŞÇO V'UN GÜRSEL'E MESAJI 28 Haziran 1960
27 Mayıs'tan sonra,
Kuruşçov'un Gürsel'e 28 Haziran 1960 tarihli mesajında şöyle denilir:
<<Eğer Türkiye
tarafsızlık yolunda kalmış olsaydı, kuşkusuz memleketlerimiz arasında en içten
ilişkiler kurulmuş olacaktı. Bu durum, ülkelilerimize yalnızca yararlar
sağlayacaktı. Türkiye'nin kendi olanaklarını, büyük giderler gerektiren askeri
hazırlıklar için değil, memleket ekonomisinin kalkınması ve halkının refahı
için kullanması olanağı doğacaktı.>>
(a.g.e.
s. 1605)
Atatürk’ün
vefatından sonra ve hemen 1939’dan itibaren, itidal ve öngörüden yoksun
siyasileri yüzünden İngiltere ve Fransa ile anlamsız, tek taraflı – bize fayda
sağlamayan aksine kayıplarımızı arttıran – ittifaklara girişince; haklı olarak
Ruslar da bizimle yaptıkları ve milli misak Savaşımızı bile tam destekleriyle kazanmamıza
neden olan kadim Atatürk ittifakını sonlandırmışlardı.
2.
Cihan Harbinde şayet Almanlar, Rusya da çoluk çocukların bile ırzına geçip,
Ruslara menfur bir zulüm uygulayarak onları galeyana getirmeselerdi, Rusya da
tepetaklak olmayacaklar ve Savaşın tek galibi olarak çıkacaklardı. Sonra sıra
bize de gelecekti şüphesiz. Ruslar kazandılar da, biz bir kere daha kurtulmuş
olduk.
Ruslar
Almanları Berlin’e kadar kovaladılar. İngiltere’de 2 sene esir kalan çocuk
askerlerden olan bir Alman arkadaşımın bile bana samimi olarak itiraf ettiği
gibi, Ruslar Almanya da, aslında devasa bir kin gütmeleri de gerekirken, asla
Almanların Rusya da yaptığı kadar zulüm yapmamışlardı.
Galip
çıktıkları harpten sonra bile Rusların ilk yaptıkları iş, bizimle yeni bir
saldırmazlık ittifakı yapmak olmuştu. Bir de düşünün, şayet Rusların yerinde
Almanlar, Amerikalılar, İngilizler veya Fransızlar olsaydı, acaba biz ne
olurduk. Tek başımıza da kalsak, sonuna kadar hepimiz düşünceye kadar savaşır
asla da havlu atmazdık. Lakin burada yorumu size bırakıyorum artık.
Ah sevgili Atatürk
bir 10 senecik daha yaşayabilip de Nazi (miğfer veya 2. Dünya) Savaşının da
sonunu görebilseydin eğer Türkiye’miz bugün Kuruşçov’un da söylemek istediği
gibi, emperyalist ve şeriat belasından, tam bağımsız ve seküler yapısıyla
kurtularak, gelişmiş ve en azından Almanya gibi bir Devlet haline de gelmiş
olacaktı.
Akapeydi, makabeydi, ABD’ydi,
İsrail’di, Kürt’tü, Suriye’ydi gibi sorunları da tanımıyor olacaktık. Ne yazık
ki 13 yıllık Devrim nöbetin; üstümüze bir takım elbise dikemeyecek kadar kısa
bir kumaş gibi kaldı. Senden kalan ve yaşatmak zorunda olduğumuz ise milli
bekamız yanında, bilhassa gençliğe verdiğin mesajın, bıraktığın vasiyetindir…
Nerelerden
nerelere geldik. Şimdi gümüş kuşağımız da oldu artık. Aslına geçmeden hemen bir
tavsiyede bulunalım önce. Mademki kimsede olmayan parti vermeye de uygun şatafatlı
uçakları da oldu. Bundan sonra hatırı sayılır AKP zevatı çocuklarının sünnet,
nikâh gibi sosyal temaşalarını da bu uçakta yaptırıp birbirlerine hava atarlar bu
bağlamda tarihe de geçerler garı.
Erdoğan
aile Vakıfları da bu sünnet alaylarından hiç de yabana alınmayacak aidatlar
toplarlar artık. Bizden söylemesi. Bakın birilerinin derdi bizi nasıl yine
gerdi. Ne yapalım. Şimdi bu dertlerimizin sorumlusunu yayla rüzgârı gibi tam
karşımızdan esiyorken, yine geçmişin labirentlerinde mi arayalım. Yine toprak
olmuş rahmetlilerin kurumuş kemiklerini mi sızlatalım…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder