16 Eylül 2018 Pazar

AH ŞU İTTİFAKLAR..


            CHP ile koalisyon hesabına mı giriyor acaba Erdoğan. O halde yoğun baskı altındaki İdlib politikası, zorunlu olarak ABD güdümlü bir ittifaka dayanınca da; CHP ve AKP’den tek Parti yaratarak böylelikle de bütün Türkiye’yi temsil ediyor(!) olma algısının önemi, Erdoğan için aciliyet kazanmış olmalıdır. İşte bu tehlikeli gidişin sonunda, Türkiye’mizin bölünmüş bir eyaletler Devleti modeline önayak olacağını ve Erdoğan’a BOP ittifakını tamamlatacağını anlamak bu kadar zor mu?

            İşverenleri bağlamında şayet böyle bir bütünleşme yapılaşması sağlanamazsa, tüm ülkeyi alakadar eden eyaletler projesi de asla mümkün olamaz. Çünkü en azından Rusya böyle bir yapılanmaya kesinlikle müsaade etmez, edemez. Yani eski komşunun tamamını kaybetmektense yarısını kazanmayı yeğleyecektir kuşkusuz. Ve bu yarı da emperyalistin kaybetmek istemediği yarıdır aslında.

            Zira Türkiye, Rusya, Çin ve Asya birliği güvenliği için Suriye ile de mukayese edilemeyecek kadar önemlidir. Ve Atatürk döneminde olduğu gibi kendi güvenlikleri açısından da tek parça halinde kalmalıdır. Ayrıca Türkiye’mizin Dünyanın merkezinde olduğu ve Kore, Vietnam vs. gibi uzak bir köşesinde olmadığı da asla unutulmamalıdır. Böyle bir bölgede ifrata varan ihtiraslar mutlak bir Dünya Savaşıyla karşılığını bulur ve önce de ihtiras sahiplerini yakar.

            Şeriatçı Müslüman AKP ordusu olduğu, Erdoğan AKP si adına dava argümanlarıyla tescillenen Suriye’de ki İslamist Lejyoner çeteleriyle, işgal altında olurluğuna birileri tarafından kuvvetle inanılan Türkiye’mizi, elini kolunu bağlayarak ve ordusunu da hiç kale almadan kıpırdayamaz hale getirmek, sahiden de bu kadar kolay mı yahu! Yanlarında, bunların çerez kaldığı neler görmedi ki bu millet? Hadi ulan güldürmeyin insanı.


§     TARAFSIZ KALINSAYDI!

Tevfik Rüştü Aras, İngiliz ittifakının büyük bir yanılgı olduğunu ileri sürer. Ona göre, tarafsız kalmak mümkündü ve böylece Balkanlar, Dünya Savaşından sonra büyük bir ekonomik ve politik güç olabilirdi. Atatürk döneminde, Türk dış politikasını aralıksız yöneten Aras'ın görüşü şöyledir:
<İkinci Dünya Savaşı içinde tarafsız kalmak ve Balkan'a savaşı sokmamak, pek mümkün idi. Hele İngiltere ile ittifakın gereğini, yararını ve kimlere karşı olduğunu hala anlamış değilim. Zararları ise, meydanda idi. Tarafsızlıkla neler kazanabileceğimizi inceleyelim:
Ticaret alanında halkımız teşvik edilecek, yiyecek, içecek, giyecek olarak ne üretebilirse ve üretim ne kadar arttırılabilirse, tarafsız İsveç’in yaptığı gibi, fabrika kurulması ve altınla ödenmesi karşılığında savaş içinde olanlar tarafından hepsi satın alınacaktı. Yeraltı madenlerimizden krom, bakır, her ne çıkarılabilirse, onlar da aynı şekilde satılacaktı. O halde hükümetin en başta işi, üretimi arttırmak için halkımızı teşvik etmek ve bu yoldaki çalışmalara yardım etmek olmalıydı. Zengin olacaktık, endüstri tesisleri kurabilecektik, milletlerarası ilişkiler alanında itibarımız çok artacaktı.
Bu ikbale karşı ikinci Dünya Savaşı'nda halkımız, sıkıntılar içinde kaldı, iyi bir ekmek bile yiyemedi. Nihayet müttefikimiz İngiltere’nin bizden alınmış olan On iki Ada'yı bize sormaya bile gerek görmeyerek Yunanistan'a vermesine tanık olduk. Büyük liderimizin bıraktığı dış politikada devam edilmiş olsaydı, barış günü gelince, 1945 yılında, daha büyümüş olan Birleşik Amerika Devletleri ve başka bir dev devlet olarak beliren Sovyetler Birliği'nden sonra üçüncü bir küçük dev olarak Balkan ve Sadabat paktlarına dayanan Türkiye ve müttefikleri topluluğu olacaktık.
(D. Avcıoğlu - Milli Kurtuluş Tarihi s. 1502)



                İsveç’in tarafsız, gelişmiş, sorunsuz ve saygın bir Devlet olma yolundaki başarısının nedeni ise; bizim vefatından sonra unuttuğumuz ‘Atatürk gibi düşünmeyi’, kendilerine hayat felsefesi yapmış olmalarında yatar.

           
§          KRUŞÇO V'UN GÜRSEL'E MESAJI 28 Haziran 1960

27 Mayıs'tan sonra, Kuruşçov'un Gürsel'e 28 Haziran 1960 tarihli mesajında şöyle denilir:
<<Eğer Türkiye tarafsızlık yolunda kalmış olsaydı, kuşkusuz memleketlerimiz arasında en içten ilişkiler kurulmuş olacaktı. Bu durum, ülkelilerimize yalnızca yararlar sağlayacaktı. Türkiye'nin kendi olanaklarını, büyük giderler gerektiren askeri hazırlıklar için değil, memleket ekonomisinin kalkınması ve halkının refahı için kullanması olanağı doğacaktı.>>
(a.g.e. s. 1605)



                Atatürk’ün vefatından sonra ve hemen 1939’dan itibaren, itidal ve öngörüden yoksun siyasileri yüzünden İngiltere ve Fransa ile anlamsız, tek taraflı – bize fayda sağlamayan aksine kayıplarımızı arttıran – ittifaklara girişince; haklı olarak Ruslar da bizimle yaptıkları ve milli misak Savaşımızı bile tam destekleriyle kazanmamıza neden olan kadim Atatürk ittifakını sonlandırmışlardı.

           
            2. Cihan Harbinde şayet Almanlar, Rusya da çoluk çocukların bile ırzına geçip, Ruslara menfur bir zulüm uygulayarak onları galeyana getirmeselerdi, Rusya da tepetaklak olmayacaklar ve Savaşın tek galibi olarak çıkacaklardı. Sonra sıra bize de gelecekti şüphesiz. Ruslar kazandılar da, biz bir kere daha kurtulmuş olduk.


            Ruslar Almanları Berlin’e kadar kovaladılar. İngiltere’de 2 sene esir kalan çocuk askerlerden olan bir Alman arkadaşımın bile bana samimi olarak itiraf ettiği gibi, Ruslar Almanya da, aslında devasa bir kin gütmeleri de gerekirken, asla Almanların Rusya da yaptığı kadar zulüm yapmamışlardı.


            Galip çıktıkları harpten sonra bile Rusların ilk yaptıkları iş, bizimle yeni bir saldırmazlık ittifakı yapmak olmuştu. Bir de düşünün, şayet Rusların yerinde Almanlar, Amerikalılar, İngilizler veya Fransızlar olsaydı, acaba biz ne olurduk. Tek başımıza da kalsak, sonuna kadar hepimiz düşünceye kadar savaşır asla da havlu atmazdık. Lakin burada yorumu size bırakıyorum artık.


            Ah sevgili Atatürk bir 10 senecik daha yaşayabilip de Nazi (miğfer veya 2. Dünya) Savaşının da sonunu görebilseydin eğer Türkiye’miz bugün Kuruşçov’un da söylemek istediği gibi, emperyalist ve şeriat belasından, tam bağımsız ve seküler yapısıyla kurtularak, gelişmiş ve en azından Almanya gibi bir Devlet haline de gelmiş olacaktı.


            Akapeydi, makabeydi, ABD’ydi, İsrail’di, Kürt’tü, Suriye’ydi gibi sorunları da tanımıyor olacaktık. Ne yazık ki 13 yıllık Devrim nöbetin; üstümüze bir takım elbise dikemeyecek kadar kısa bir kumaş gibi kaldı. Senden kalan ve yaşatmak zorunda olduğumuz ise milli bekamız yanında, bilhassa gençliğe verdiğin mesajın, bıraktığın vasiyetindir…




            Nerelerden nerelere geldik. Şimdi gümüş kuşağımız da oldu artık. Aslına geçmeden hemen bir tavsiyede bulunalım önce. Mademki kimsede olmayan parti vermeye de uygun şatafatlı uçakları da oldu. Bundan sonra hatırı sayılır AKP zevatı çocuklarının sünnet, nikâh gibi sosyal temaşalarını da bu uçakta yaptırıp birbirlerine hava atarlar bu bağlamda tarihe de geçerler garı.


            Erdoğan aile Vakıfları da bu sünnet alaylarından hiç de yabana alınmayacak aidatlar toplarlar artık. Bizden söylemesi. Bakın birilerinin derdi bizi nasıl yine gerdi. Ne yapalım. Şimdi bu dertlerimizin sorumlusunu yayla rüzgârı gibi tam karşımızdan esiyorken, yine geçmişin labirentlerinde mi arayalım. Yine toprak olmuş rahmetlilerin kurumuş kemiklerini mi sızlatalım…



                                                                       Serendip Altındal







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder