Artık
tek adam sahnesinde tuluata dönüşen güncelimizde, bıkkınlık yaratan ve bizi
bizar eden sapkın haberlerden, mesajlardan kafamızı kaldıralım da, bugünkü
sıkıntılarımızın ana kaynağı olan yakın geçmişimize de biraz el atalım istedim.
Çünkü vaktiyle milli bağımsız olabilseydik veya Atatürk’ten sonra da Cumhuriyetçi
demokrat ve kalkınmış bir milli sanayi ülkesi olarak kalabilseydik; elbette
bugün de böyle bir tek adam sorunumuz olmazdı şüphesiz.
Bu nedenle de sizinle aşağıya
koyduğum bir alıntıyı paylaşmak istiyorum. Yazıda, zamanında dört baskı yapmış ve
anımsadığım kadarıyla da hepsi yasaklanan, buna rağmen yine de çok satışı
yapılmış olan Doğan Avcıoğlu’nun ‘Türkiye’nin Düzeni’ adlı zamanının en kapsamlı
eserinden, II Abdülhamit dönemi anlatılıyor.
Yazıda, Osmanlı Tarihinin en çok
eleştirilen Padişahlarından olan Abdülhamid’in daha önce pek rastlanılmayan bir
perspektiften gerçekçi bir analizi yapılıyor. Bu eseri gençlik yıllarımda büyük
bir şevkle okuduğum halde bugün de unutulmuşu tazelemek açısından tekrarlamak
ihtiyacı hissettim. Çünkü rahmetli Atatürk’ün de yaptığı gibi bazı doğruların
üstünde birden fazla durmak gerekiyor.
Yazıyı okuyunca ve II Abdülhamit ile
I Erdoğan profillerinin arasındaki eksiksiz uyumu görünce; muhteremlerin
Abdülhamit hayranlığının nedenini daha iyi anlayacaksınız kuşkusuz. Ayrıca son
Osmanlı döneminin vatan haini olmayan aydınlarının bile, Atatürk dışında,
aptallık derecesinde saflıklarıyla, kendilerini bile sömürge memuru yapacak olan
emperyalist Batıya karşı gösterdikleri, şaşkınlık verici hayranlıklarına da empati
oluşturabileceksiniz.
Öyle ki bunların arasında uygar
Batıyı yakalayabilmek için Batıdan damızlık erkek(!) bile getirmeye kalkanlar
vardı. Ki bu geniş ve detaylı geçmişi maalesef burada kesmek zorundayım. O
halde aşağıda sadece Abdülhamit’i, uzun deyip bıkmadan, lütfen sonuna kadar dikkatle
okuyun…
§ 1 NUMARALI KOMPRADOR ' ABDÜLHAMİT
Bu komprador
bürokrasisinin tepesinde Saray ve özellikle Abdülhamit bulunmaktaydı.
Abdülhamit, «Ulu Hakan» adiyle bugün dahi bazı çevrelerce politika sahnesinde
bayrak olarak kullanılmaktadır. Abdülhamit’i hala aktüel tutan nedir? Bu soruyu
cevaplandırmak için, Abdülhamit üzerinde biraz duralım:
Abdülhamit, öteki
Sultanlara pek az benzeyen ilgi çekici yeni bir tiptir: Tanzimat'ın
Batılılaşma* ortamı İçinde yetişmiştir. Sultan Abdülaziz'in yanı sıra Fransa ve
İngiltere'yi dolaşmıştır. Esasen Türkiye'de de Avrupai bir ortam içinde
yaşamaktadır. Gecelerini Tarabya'daki· malikânesinde Belçikalı tuhafiyeci, kız
Flora Cordler ile birlikte geçirmekte, gündüzleri de büyük bir şirketin umum
müdürü olan İngiliz komşusu Mr. Thomson ile dostluk etmektedir. Ayrıca
Abdülhamit, küçük yaştan kapitalizmin borsa oyunlarına ilgi duyan belki de ilk
Sultan'dır. Bir İngiliz yazarı, borsacı Abdülhamit'i şöyle tanıtmaktadır :
«Beyoğlu'ndaki kahveler yerine Galata'daki bankalara gitmeyi tercih ediyordu.
Bu suretle Abdülhamit, Rum bankacı Zarifi ve Ermeni borsa simsarı Assani ile bu
devirde sıkı bir dostluk kurmuştu. Uzun seneler devamınca onun bu dostluklara
sadık kalarak, bu şüpheli Tatlısu Frenklerini Yıldız Sarayı'nda verdiği
tantanalı ziyafetlere davet etmesi, bazı yabancı safirlerin şikâyetlerini mucip
oldu. Abdülhamit incilerle işlemeli perdelerin arkasındaki banka muhasebe
servislerinin havasız ve loş odalarında meşgul olmayı çok severdi. Önce
çekinerek, sonra da yavaş yavaş cesaret göstererek Galata borsasında oynamaya
başladı. İlk defa Bankacı Zarifi'nin tavsiyelerine uyarak borsada yaptığı
yatırımlardan çok memnun olmuştu. Zira tahta çıktığı sırada 70 bin lira
değerinde bir Servet toplamış bulunuyordu». «Padişahın her türlü mali
operasyonlardan elde edilen menfaatlere ve faizciliğe karşı gösterdiği temayül,
Türk ve İslam geleneklerine o kadar aykırı düşüyordu ki...»
Tahtın tabi mirasçısı
olan Abdülhamit, V. Murat'ın akli rahatsızlığının yarattığı fırsatı, borsa
oyunları gibi iyi değerlendirmeyi bilmiştir. İngiltere’nin gözünde değerli bir
idare adamı olan Mithat Paşa'dan daha yararlı gözükmeyi başarmıştı. Dostu
işadamı Thomson'a efendisinin mümkün olduğu kadar her hususta, İngiltere
Hükûmetinin fikir ve telkinleriyle hareket etmek tasavvurunda» bulunduğunu
söylemiştir. Abdülhamit, bu mesajın derhal ait olduğu yere ulaştırılacağını
bilecek kadar zeki idi. Nitekim Elçi Sır Henry Eliot ile Disraeli, «Genç
Sultan'ın güzel ümitler verdiğini» söylemekte gecikmemişlerdir* İngilizlerin
bir zamanlar ümit bağladıktan Mithat Paşa'nın sürülüp öldürülmesinde ve
Anayasa'nın rafa kaldırılmasında çok pasif kalmaları. «Genç Sultan'ın verdiği
güzel ümitlerle az çok ilgili olsa gerektir*. Abdülhamit. İngiliz dostluğuna
gerçekten sadakatte sarılmış, Rusların Yeşilköy'e kadar gelişinden sonra
imzalanan Ayostefanos Antlaşmasının ağır şartlarını biraz hafifletmesi için,
Majestelerinin Hükümeti’ne 1878'de Kıbrıs adasını fethetmiştir. J. Haslip'e
göre, bu hadisede üç Rum'un büyük payı vardır. Bunlar. Devlet-i Aliye'nin
Londra Sefiri Müzürüs, banker Zarifi ve Sultan'ın özel hâkimi Mavroyani'dir.
Esasen Rusya'nın o tarihlerde çok fazla genişlemesine, çıkarları gereği
herhalde karşı duracak olan İngiltere, politika borsasında Abdülhamit’ten daha
usta bir oyuncu olduğunu ispatlayarak, bir taşla iki kuş vurmuş ve
*
Sefir Sir Henry Elliot hatıratında Sultan Murat'ın tahttan indirilmesinin
düşünüldüğü bir sırada, Abdülhamit’in tahta geçmek için kendisinden yardım
istediğini yazmaktadır. Sefirin sözleri özetle şöyledir: -.Abdülhamit,
İngiltere Sefaretinin desteğini sağlamak ve devlet işleriyle ilgili görüşlerini
bana iletmek üzere, hizmetinde bulunup güvenini kazanmış olan bir İngiliz’i
-muhtemelen Thomson, D. A.- bana gönderdi. Abdülhamit'in İngiliz aracısı,
Sefire şu mesajı ulaştırmıştır: Abdülhamit’in en baştaki maksadı, İngiltere
devletinin delalet ve nasihatine imtisalen ihtiyar-ı tarik etmektir.
İngiltere'nin sözünden çıkmayacağını böylece açıklayan genç Sultan adayı,
ayrıca İngiltere'de basılan maliye kitaplarını çevirtip dikkatle okuduğunu, dış
borçlarımızı giderek ödeyeceğini, Türkiye aleyhine İngiliz Parlamentosunda
söylenen ağır sözleri bile haklı bulduğunu, milletin yönetiminde
hürriyetperverane bir yol tutulacağını İngiliz Sefirine vaat eylemiştir (Fethi
Gözler, Mithat Paşa ve Abdülaziz’in Ölümüne Dair', Zafer gazetesi, 1 Eylül
1969)
«hizmetlerine
karşılık» Kıbrıs'ı almıştı*. Gençliğinde borsa oyunları ile ilgilenen
Abdülhamit, tahta geçince, Padişahlık mallarının dışında, muazzam bir kişisel
servet edinmeye dikkat etmiştir. «Abdülhamit'in Hatıra Defteri» adlı ve
Sultan’ı savunan bir kitaba göre, «Abdülhamit, menkul ve gayrimenkul servetini
çok iyi işletmekte, bu ciheti ehil kimselere tevcih edip, dikkatle kontrol
etmektedir». 150 parça çiftlik, bankalara yatırılmış ve borsada işletilen
menkul değerler, bazı fabrikaların gelirleri ve bir kısmı vergilerden alınan
pay, çeşitli komisyonlarla artarak Sultan'ın servetini teşkil etmektedir.
Abdülhamit'in tahttan indirilişinden sonra, para sıkıntısı içindeki
ittihatçılar, devlet ihtiyaçlarında kullanmak üzere, Abdülhamit'in servetini
ele geçirmeye çalışmışlardır.
* Bu
arada hatırlatalım ki, «İmparatorluğu parçalanmaktan kurtaran büyük dış
politika üstadı şöhretine rağmen, İmparatorluğun büyük kısmı. Abdülhamit
zamanında elden çıkmıştır: Ruslar. Batum. Kars ve Ardahan’ı alarak Anadolu'da
ilerlemişlerdir. İngilizler. Kıbrıs'tan sonra Mısır'a yerleşmiş. Sudanı almış,
Kuveyt üzerinde fiili egemenliklerini kurmuş. Sina yarımadası ve Akabe bölgesi
üzerindeki iddialarını kabul ettirmişledir. Fransızlar. Tunus'a el
koymuşlardır. Avrupa'daki arazinin yarısından çoğu, Abdülhamit zamanında kaybedilmiştir.
Karadağ. Sırbistan ve Romanya bağımsızlık kazanmış. Bulgaristan fiilen bağımsız
olmuştur. Avusturya, Bosna-Hersek'i işgal edip yönetmeye koyulmuştur. İngiliz
donanmasının İzmir'i işgal tehdidi altında, Dulsigno limanı ile Boyana nehrine
kadar uzanan arazi. Karadağ'a bırakılmıştır. Yunanistan'a Tesalya verilmiştir.
İngiltere'nin baskısıyla. Girit'ten Osmanlı askeri atılmış, Osmanlı bayrağı
indirilmiş ve ada, fiilen bizim olmaktan çıkmıştır. Bulgaristan Şarki Rumeli'yi
ilhak etmiştir. Balkan Harbi'ne kadar elimizde kalan Makedonya ise, geniş
ölçüde yabancı devletlerin kontrolüne girmiştir. Böyle bir bilanço,
Abdülhamit'in dış politika üstatlığına herhalde gölge düşürmektedir. Fakat bu
durumdan ötürü Abdülhamit’i suçlu tutmak insafsızlıktır. Zira her şey bizim
dışımızda ve Avrupa başkentlerindeki pazarlıklarda anlaşmaya varıldığı ölçüde,
imparatorluk parçalanıyor ve bize de boyun eğmekten başka yapacak fazla bir iş
kalmıyordu.
Abdülhamit'in
yakınlarından Nadir Ağa, Yıldız Hazinelerinin bulunduğu bir yeraltı
tesisatından söz etmiştir. Mahzende yarım milyon değerinde on bir torba altın
ve değerli taşlarla, bazı hisse senetleri bulunmuştur. Bu, tabii ki,
beklenenin çok altında bir miktardır. İttihatçılar. Abdülhamit'in Saray'dan
ayrılırken unuttuğu bir defter sayesinde, servetinin büyük kısmını yabancı
bankalarda sakladığını Öğrenmişlerdir. Müslümanların Halifesi, tıpkı; bugünün
Arap şeyhleri gibi, altınlarını ve hisse senetlerini, ancak yabancı büyük
bankalarda güvenlikte görmüştür. Böylece, parasını daha çok yabancı hisse
senetlerine yatırarak ve yabancı bankalarda işleterek, yabancı ülkelerin
kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Yabancı bankalara yatırılan bu para ve hisse
senetlerini, Abdülhamit'in rızası olmadıkça çekebilmeye imkân yoktu. Fethi
(Okyar) Bey ve bir arkadaşı, Abdülhamit'i ikna etmekle görevlendirilmişlerdir.
Teşebbüsün başarısı üzerine. Credit Lyonnais ve Deutsche Bank'ta bulunan para
ve hisse senetleri devlete intikal etmiştir. Eski Mabeyin Kâtiplerinden Ahmet
Reşit Bey, bunun o zamanın parasıyla 4 milyon lirayı bulduğunu yazmaktadır.
Bu, Sultan'ın menkul servetidir; asıl servetini gayrimenkuller teşkil
etmektedir. Abdülhamit, Suriye, Mezopotamya, Arnavutluk vb.de yüz binlerce
hektar araziyi özel mülkiyetine geçirmiştir. Irak’ta petrol bulunmuş olanları da
kendi hesabına kapatmıştır. Bu serveti ele geçirmek için, mirasçılar, Birinci
Dünya Savaşı'ndan sonra «The Sultan Abdülhamit Oil Wells» ve «The Sultan Hamit
Han Estates Ottoman» adlı iki şirket kurmayı denemişlerdir. Birinci şirket,
mirasçılara Irak petrolünden hisse sağlayacak, ikinci şirket de o zamanın
parasıyla 91 milyon 500 bin liraya eriştiğini hesapladıkları Abdülhamit'in
Emlak’ını ele geçirmeye çalışacaktır. Bir kısım Amerikan ve İngiliz bankaları,
gerekli «politik temas ve gayretler» in finansmanını yüklenmişlerdir*
1946'da Türkiye çok
partili siyasi hayata girince Cumhuriyet'le birlikte unutulan Abdülhamit
yeniden politika sahnesine çıkmıştır. Bir milletvekili -Osman Nuri Koni-,
Abdülhamit’in mallarının hesabını CHP Hükümetine sormuştur. Prof. Kemal
Karpat'ın yazdığına göre, o zamanın Maliye Bakanı İsmail Rüştü Aksel, verdiği
cevapta şu açıklamayı yapmıştır: Temyiz Mahkemesi, Halifeliğin ilgası ve
Halife'nin mallarının müsaderesine dair olan 431 sayılı kanunun, bu kanun
çıktığı zaman ölmüş bulunan padişahların mallarını şümulü dışında bıraktığına
karar verdi. Böylece Abdülhamit'in mallarının kanunun dışında kaldığı iddia
edildi ve tahminen 1,5 milyar lira tutarındaki serveti mirasçılarına verildi».
SULTAN'IN
SİYONİSTLERLE PAZARLIĞI
Görüldüğü gibi,
Abdülhamit, yalnız Sultan ve Halife değil aynı zamanda bir işadamı ve
milyarderdir. Siyonist lider Dr. Herzle ile giriştiği pazarlık, başarısızlıkla
sonuçlanmış bile olsa, onun işadamlığı hakkında bir fikir verecek
niteliktedir. Dr. Herzle, hatıralarında, olayı uzun uzun yazmıştır. Buna göre
Herzle, Yahudilere Filistin'de bir yurt edinme çabasındadır. Fakat Abdülhamit'i
ikna etmek gereklidir. Herzle, tehdit, rüşvet ve sermaye getirme silahlarını
kullanır.
İmparatorluğun mali
işlerini yöneten Osmanlı Bankası'nı toptan satın almak ve bu yoldan Sultan Hamit
üzerinde baskı yapmak tehdidini, inandırıcı biçim de sahneye koyar. Osmanlı
Bankası idarecilerine verilecek 50 milyonluk bir garanti ile Türkiye'ye akan
musluklar kesilecektir. Tehdit etkili olur. Bunun yanı sıra. Herzle, Abdülhamit'in
yakınlarını rüşvetle elde etmeye koyulur. Hariciye Nezareti Kâtibi Nuri Bey'in
hizmetleri sağlanır. Nuri Bey, yirmi bin frank ücreti az bulmuştur. Sultan'la
konuşabilmek için herhangi bir banker, bana sizin verdiğinizin en az iki katını
verir diyerek ücretini arttırmıştır. Yazar Ahmet Mithat Efendi de davaya
kazanılmıştır. Hizmete bir de «Ajan Crespi alınmıştır. Bu ajan, Kut Gölü'nde
kurulacak tesisler için, «Eğer bundan Sultan'a bir hisse verileceği garanti
edilirse, bu is olur fikrindedir. Dr. Herzle, öte yandan, Müslümanlığı kabul
eden Macar Yahudi’si Prof. Vambery'nin hizmetini sağlamıştır. Abdülhamit'in baş
dostu Vambery, Dr. Herzle'e İngilizlerin casusluğunu yaptığını itiraf etmiş,
Siyonistler hesabına çalışmaya da rıza göstermiştir. Vambery, Herzle'e
İstanbul’da rüşvet verilecek kişilerin bir listesini sunmuştur.
Herzle,
hatıralarında, «Ben böyle hayâsız bir çetenin bulunabileceğine asla ihtimal
vermemiştim... Bu anonim tufeyliler zümresini, ancak zehirli yılanlar sürüsüyle
mukayese edebilirim. Onu hala gözümün önündeymiş gibi görebiliyorum.
Hırsızlıktan çökmekte olan bir imparatorluğun Sultan'ı* sözleriyle, bu rüşvetçi
grubu anlatmaktadır. Bu rüşvetçi grubun yardımıyla, 1900 yılında Herzle,
Abdülhamit ile görüşür. Ona Yahudilerin Türkiye'ye yerleşmesiyle sağlanacak
avantajları anlatır.
Avrupa'ya karşı
Yahudi desteği elde edilecek, para gelecek, İmparatorluğun zenginlikleri
geliştirilecek ve hatta Düyunu Umumiye‘ den bile kurtulmak mümkün olacaktır vb.
vb...
Abdülhamit ise,
Bağdat'tan bugün bir telgraf aldığını, orada keşfedilen petrolün Kafkas
petrolünden üstün olduğunun bildirildiğini, Osmanlı ülkesinde hala el
sürülmemiş hazineler bulunduğunu» söylemiş, fakat her şeyden önce devlet
borçlarından kurtulmak için yardım istemiştir. Sultan, Dr. Herzle'e,
«dirayetli bir maliyeci tavsiye et demiştir. 'Majeste' ayrıca, madenler, Petrol
yatakları vb.’ den müteşekkil beş monopolün işletilmesini teklif eylemiştir.
Herzle'in ise derdi, Filistin topraklarına Yahudileri yerleştirmek amacıyla
kurulacak olan «Büyük Osmanlı Yahudi Kumpanyası» adlı kolanizasyon şirketinin
imtiyazını sağlamaktır. Herzle'in yazdıklarına göre, Sultan. Filistin’ siz bir
imtiyazı kabul etmiştir. Yahudiler, Mezopotamya. Suriye ve Anadolu'ya
yerleştirileceklerdir. Siyonist lider ise, «ille Filistin» diye diretmiştir.
Mali bakımdan da parlak vaatleri ile gerçekleştirebilecekleri arasında büyük
bir fark görülmüştür. Fakat yine de Abdülhamit, Dr. Herzle'in peşini
bırakmamıştır. Sultan’ın sırdaşı Tahsin Paşa, hatıralarında, «Bu sefer
Abdülhamit işin peşine düştü ve o aralık merkezi muamelatı Almanya'ya
nakledilmiş olan Siyonist cemiyeti ile görüşmek üzere, Saray ı Devlet' ten
Bahar Efendi'nin Almanya'ya gönderilmesini emretti, mamafih bilahare bundan
vazgeçildi» demektedir. Teşebbüs başarısız kalmıştır. Abdülhamit, herhalde
yabancı devlet müdahalelerine yol açan Ermeni meselesinden ders alarak, bir de
Yahudi meselesi yaratmaktan ve bunun Araplar üzerinde doğuracağı tepkilerden
çekinmiş olsa gerektir. Fakat bir ara Siyonistlere para karşılığı yurt
sağlamayı ciddiyetle düşünmüştür! Bolfour, 1917'de, Siyonistlere başkalarının
toprağını peşkeş çekmiştir, Abdülhamit ise kendi ülkesinin arazisini satmaya
niyetlenmiştir. Abdülhamit, iç politikasında, yabancı sermayenin sömürgelerde
yürüttüğü rüşvet politikasını az çok başarıyla uygulamıştır. Hatta rüşvet
politikasını, jurnalciliği kârlı bir faaliyet haline sokarak
geliştirmiştir: isyan bayrağını açıp Avrupa'ya kaçan Jön Türkleri dahi teker
teker yola getirmek için paralar harcamış ve dış ülkelerde parasızlıktan
bunalan bazı Jön Türkleri satın almıştır. Aşiret reislerine paşalıklar
dağıtmış. Arap ulemasını, şeyhleri etrafına toplamış, onlara hususi maaşlar bağlamıştır.
Hatta rütbeler ve nişanlar bağışlanıp Anadolu'daki aşiret reisleri Saray'a
bendedilirken, Abdülhamit, onların çocukları için de İstanbul’da bir «Aşiret
Mektebi» açmıştır. Bugünkü Kabataş Lisesi, bu amaçla bir aşiret mektebi olarak
kurulmuştur.
Abdülhamit,
çevresindeki hırsızlıklardan, rüşvetlerden, imtiyaz satışlarından tamamen
haberdardır. Kurduğu mükemmel jurnal sistemi, ona her ş e y d e n haberdar
olma olanağını sağlamıştır. Bununla birlikte. Abdülhamit, bir hükümet etme
metodu olarak, hırsızlık ve rüşveti. müsamaha ile karşılamış ve hatta teşvik
etmiştir. Hırsızlık ve rüşvet yoluyla, paşalar ve beyleri kendine
bağlayacağına inanmıştır. Buna «çaldır ve kazan» politikası diyebiliriz.
İngiliz yazar. Abdülhamit'in «çaldır ve kazan» politikasını şöyle
değerlendirmektedir : «Bazı devlet adamlarının yolsuzluklarına karşı müsamaha
göstermeyerek, onları tenkide cesaret eden Padişah'a sadık kimseler, icat
edilen bahanelerle uzak vilayetlere sürgün edilirken, Hıristiyan dönmeleri,
maceracı Tatlısu Frenkleri ve kurnaz Araplar servet sahibi oluyorlar ve bir
gecede paşalığa terfi ediyorlardı. Padişah, ahlaksızlıklarıyla alay edebilmek
için nazırlarının yolsuzluk yapmasını beklerdi. Mesela ihtiyar Bahriye
Nazırının hırsızlıklarından sık sık bahsederdi. Fakat buna rağmen, ihtiyar
nazır, Padişah'a karşı yapılacak bir isyanda vazife almaması için, Türk
donanmasını hareketten mahrum bir halde Haliç’te tuttuğundan dolayı mevkiini
muhafaza ediyordu. Bir gün Abdülhamit'e, meşhur bir hokkabazın çatalları yuttuğu
hakkındaki hünerleri anlatılmıştı. Padişah, hemen cevap vererek, bunda o kadar
büyük bir hüner görmediğini, çünkü Bahriye Nazır’ının hiçbir rahatsızlık
hissetmeden muazzam harp gemilerini yuttuğunu söylemişti. Avrupalı
ziyaretçiler, Padişahın ikiyüzlülüğü karşısında hayret etmişlerdi. Huzurundaki
nazırlara ve yüksek memurlara ziyadesiyle iltifat ettikten sonra, onlar
salondan çıkınca arkalarından kendilerini hemen alçaklık ve namussuzlukla itham
ederdi. Fakat ayrıca da birbirleri aleyhine kendisine malumat vermeleri için,
onları okşayarak sıra ile dinlerdi» Abdülhamit, bu politikası ile komprador
bürokrasiyle onun etrafında kümelenen aşiret reisleri, toprak ağaları,
derebeyleri, mültezimler, sarraflar, bankerler, saray müteahhitleri, Avrupalı
sermayedar ve tüccarların çeşitli yerli; aracıları gibi Tanzimat Batıcılığının
-daha doğrusu uyduculuğunun - toplumsal temelini teşkil eden sınıf ve
tabakaların temsilcisi olmuştur. Bunun içindir ki, Abdülhamit. İmparatorluğun
1 numaralı kompradorudur. Abdülhamit, aynı zamanda, Halifelik sıfatını
politika planında kullanmaya önem vermiştir. Sultan, bu politikayla 300 milyon
Müslümanın Halifesi olarak İngilizlere karşı bir koz elde edeceğini ve kişisel
mevki ve prestijini arttıracağını ümit etmiştir. Fakat bu politika dahi,
aslında İstanbul’da değil, Berlin'de çizilmiştir. Alman emperyalizmi Drang nach
Osten» politikasında, Panislamizm’i yararlı bir ideolojik silah olarak görmüş
ve ondan sonradır ki, Abdülhamit, ateşli bir Panislamist kesilmiştir. Bir yandan
komprador alafrangalık, öte yandan koyu Müslümanlık. Sömürge ya da yarı sömürge
haline getirilmiş bütün İslam ülkelerinde görülen manzara budur. Bu manzarayı
yaratan toplumsal yapıyı pek az değiştirebildiğimiz içindir ki, Abdülhamit.
Türk politika sahnesinde hala «Ulu Hakan» diye yaşayabilmektedir. «Ulu Hakan»
özlemi, Türk devrim hareketinin başarısızlığının en çarpıcı ve çok düşündürücü
örneğidir. «Ulu Hakan», bir sömürgeleşme sürecinin en diplerdeki noktasıdır ve
Türkiye, bir kurtuluş savaşı sıçramasından sonra dahi, bu bataklıktan tamamen
kurtulamamıştır. Bu bataklıktan kurtulamayışın yarı ümitsiz, yarı ümitli
hikâyesine girişmeden önce, buraya kadar yazılanlardan bir sonuç çıkartmaya
çalışalım.
(Türkiye'nin Düzeni I s.211-220 D. Avcıoğlu)
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder