7 Ekim 2018 Pazar

KOMPRADOR..


            Artık tek adam sahnesinde tuluata dönüşen güncelimizde, bıkkınlık yaratan ve bizi bizar eden sapkın haberlerden, mesajlardan kafamızı kaldıralım da, bugünkü sıkıntılarımızın ana kaynağı olan yakın geçmişimize de biraz el atalım istedim. Çünkü vaktiyle milli bağımsız olabilseydik veya Atatürk’ten sonra da Cumhuriyetçi demokrat ve kalkınmış bir milli sanayi ülkesi olarak kalabilseydik; elbette bugün de böyle bir tek adam sorunumuz olmazdı şüphesiz.

            Bu nedenle de sizinle aşağıya koyduğum bir alıntıyı paylaşmak istiyorum. Yazıda, zamanında dört baskı yapmış ve anımsadığım kadarıyla da hepsi yasaklanan, buna rağmen yine de çok satışı yapılmış olan Doğan Avcıoğlu’nun ‘Türkiye’nin Düzeni’ adlı zamanının en kapsamlı eserinden, II Abdülhamit dönemi anlatılıyor.

            Yazıda, Osmanlı Tarihinin en çok eleştirilen Padişahlarından olan Abdülhamid’in daha önce pek rastlanılmayan bir perspektiften gerçekçi bir analizi yapılıyor. Bu eseri gençlik yıllarımda büyük bir şevkle okuduğum halde bugün de unutulmuşu tazelemek açısından tekrarlamak ihtiyacı hissettim. Çünkü rahmetli Atatürk’ün de yaptığı gibi bazı doğruların üstünde birden fazla durmak gerekiyor.

            Yazıyı okuyunca ve II Abdülhamit ile I Erdoğan profillerinin arasındaki eksiksiz uyumu görünce; muhteremlerin Abdülhamit hayranlığının nedenini daha iyi anlayacaksınız kuşkusuz. Ayrıca son Osmanlı döneminin vatan haini olmayan aydınlarının bile, Atatürk dışında, aptallık derecesinde saflıklarıyla, kendilerini bile sömürge memuru yapacak olan emperyalist Batıya karşı gösterdikleri, şaşkınlık verici hayranlıklarına da empati oluşturabileceksiniz.

            Öyle ki bunların arasında uygar Batıyı yakalayabilmek için Batıdan damızlık erkek(!) bile getirmeye kalkanlar vardı. Ki bu geniş ve detaylı geçmişi maalesef burada kesmek zorundayım. O halde aşağıda sadece Abdülhamit’i, uzun deyip bıkmadan, lütfen sonuna kadar dikkatle okuyun…

§   1 NUMARALI KOMPRADOR ' ABDÜLHAMİT

Bu komprador bürokrasisinin tepesinde Saray ve özellikle Abdülhamit bulunmaktaydı. Abdülhamit, «Ulu Hakan» adiyle bugün dahi bazı çevrelerce politika sahne­sinde bayrak olarak kullanılmaktadır. Abdülhamit’i hala aktüel tutan nedir? Bu soruyu cevaplandırmak için, Abdülhamit üzerinde biraz duralım:
Abdülhamit, öteki Sultanlara pek az benzeyen ilgi çekici yeni bir tiptir: Tanzimat'ın Batılılaşma* ortamı İçinde yetişmiştir. Sultan Abdülaziz'in yanı sıra Fransa ve İngiltere'yi dolaşmıştır. Esasen Türkiye'de de Avrupai bir ortam içinde yaşamaktadır. Gecelerini Tarabya'daki· malikânesinde Belçikalı tuhafiyeci, kız Flora Cordler ile birlikte geçirmekte, gündüzleri de büyük bir şirketin umum müdürü olan İngiliz komşusu Mr. Thomson ile dost­luk etmektedir. Ayrıca Abdülhamit, küçük yaştan kapitalizmin borsa oyunlarına ilgi duyan belki de ilk Sultan'dır. Bir İngiliz yazarı, borsacı Abdülhamit'i şöyle tanıtmaktadır : «Beyoğlu'ndaki kahveler yerine Galata'daki banka­lara gitmeyi tercih ediyordu. Bu suretle Abdülhamit, Rum bankacı Zarifi ve Ermeni borsa simsarı Assani ile bu devirde sıkı bir dostluk kurmuştu. Uzun seneler devamınca onun bu dostluklara sadık kalarak, bu şüpheli Tatlısu Frenklerini Yıldız Sarayı'nda verdiği tantanalı ziyafetlere davet etmesi, bazı yabancı safirlerin şikâyetlerini mucip oldu. Abdülhamit incilerle işlemeli perdelerin arkasındaki banka muhasebe servislerinin havasız ve loş odalarında meşgul olmayı çok severdi. Önce çekinerek, sonra da ya­vaş yavaş cesaret göstererek Galata borsasında oynamaya başladı. İlk defa Bankacı Zarifi'nin tavsiyelerine uyarak borsada yaptığı yatırımlardan çok memnun olmuştu. Zira tahta çıktığı sırada 70 bin lira değerinde bir Servet toplamış bulunuyordu». «Padişahın her türlü mali operasyonlardan elde edilen menfaatlere ve faizciliğe karşı gösterdiği temayül, Türk ve İslam geleneklerine o kadar aykırı düşüyordu ki...»
Tahtın tabi mirasçısı olan Abdülhamit, V. Murat'ın akli rahatsızlığının yarattığı fırsatı, borsa oyunları gibi iyi değerlendirmeyi bilmiştir. İngiltere’nin gözünde değerli bir idare adamı olan Mithat Paşa'dan daha yararlı gözükmeyi başarmıştı. Dostu işadamı Thomson'a efendisinin mümkün olduğu kadar her hususta, İngiltere Hükûmetinin fikir ve telkinleriyle hareket etmek tasavvurunda» bulunduğunu söylemiştir. Abdülhamit, bu mesajın derhal ait olduğu yere ulaştırılacağını bilecek kadar zeki idi. Nitekim Elçi Sır Henry Eliot ile Disraeli, «Genç Sultan'ın güzel ümitler verdiğini» söylemekte gecikmemişlerdir* İngilizlerin bir zamanlar ümit bağladıktan Mithat Paşa'nın sü­rülüp öldürülmesinde ve Anayasa'nın rafa kaldırılmasında çok pasif kalmaları. «Genç Sultan'ın verdiği güzel ümitlerle az çok ilgili olsa gerektir*. Abdülhamit. İngiliz dostluğuna gerçekten sadakatte sarılmış, Rusların Yeşilköy'e kadar gelişinden sonra imzalanan Ayostefanos Antlaşmasının ağır şartlarını biraz hafifletmesi için, Majestelerinin Hükümeti’ne 1878'de Kıbrıs adasını fethetmiştir. J. Haslip'e göre, bu hadisede üç Rum'un büyük payı vardır. Bunlar. Devlet-i Aliye'nin Londra Sefiri Müzürüs, banker Zarifi ve Sultan'ın özel hâkimi Mavroyani'dir. Esasen Rusya'nın o tarihlerde çok fazla genişlemesine, çıkarları gereği herhalde karşı duracak olan İngiltere, po­litika borsasında Abdülhamit’ten daha usta bir oyuncu olduğunu ispatlayarak, bir taşla iki kuş vurmuş ve

* Sefir Sir Henry Elliot hatıratında Sultan Murat'ın tahttan indirilmesinin düşünüldüğü bir sırada, Abdülhamit’in tahta geçmek için kendisinden yardım istediğini yazmaktadır. Sefirin sözleri özetle şöyledir: -.Abdülhamit, İngiltere Sefaretinin desteğini sağlamak ve devlet işleriyle ilgili görüşlerini bana iletmek üzere, hizmetinde bulunup güvenini kazanmış olan bir İngiliz’i -muhtemelen Thomson, D. A.- bana gönderdi. Abdülhamit'in İngiliz aracısı, Sefire şu mesajı ulaştırmıştır: Abdülhamit’in en baştaki maksadı, İngiltere devletinin delalet ve nasihatine imtisalen ihtiyar-ı tarik etmektir. İngiltere'nin sözünden çıkmayacağını böylece açıklayan genç Sultan adayı, ayrıca İngiltere'de basılan maliye kitaplarını çevirtip dikkatle okuduğunu, dış borçlarımızı giderek ödeyeceğini, Türkiye aleyhine İngiliz Parlamentosunda söylenen ağır sözleri bile haklı bulduğunu, milletin yönetiminde hürriyetperverane bir yol tutulacağını İngiliz Sefirine vaat eylemiştir (Fethi Gözler, Mithat Paşa ve Abdülaziz’in Ölümüne Dair', Zafer gazetesi, 1 Eylül 1969)

«hizmetlerine karşılık» Kıbrıs'ı almıştı*. Gençliğinde borsa oyunları ile ilgilenen Abdülhamit, tahta geçince, Padişahlık mallarının dışında, muazzam bir kişisel servet edinmeye dikkat etmiştir. «Abdülhamit'in Hatıra Defteri» adlı ve Sultan’ı savunan bir kitaba göre, «Abdülhamit, menkul ve gayrimenkul servetini çok iyi işletmekte, bu ciheti ehil kimselere tevcih edip, dikkatle kontrol etmektedir». 150 parça çiftlik, bankalara yatırılmış ve borsada işletilen menkul değerler, bazı fabrikala­rın gelirleri ve bir kısmı vergilerden alınan pay, çeşitli komisyonlarla artarak Sultan'ın servetini teşkil etmektedir. Abdülhamit'in tahttan indirilişinden sonra, para sıkıntısı içindeki ittihatçılar, devlet ihtiyaçlarında kullanmak üzere, Abdülhamit'in servetini ele geçirmeye çalışmışlardır.

* Bu arada hatırlatalım ki, «İmparatorluğu parçalanmaktan kurtaran büyük dış politika üstadı şöhretine rağmen, İmparatorluğun büyük kısmı. Abdülhamit zamanında elden çıkmıştır: Ruslar. Batum. Kars ve Ardahan’ı alarak Anadolu'da ilerlemişlerdir. İngilizler. Kıbrıs'tan sonra Mısır'a yerleşmiş. Sudanı almış, Kuveyt üzerinde fiili egemenliklerini kurmuş. Sina yarımadası ve Akabe bölgesi üzerindeki iddialarını kabul ettirmişledir. Fransızlar. Tunus'a el koymuşlardır. Avrupa'daki arazinin yarısından çoğu, Abdülhamit zamanında kaybedilmiştir. Karadağ. Sırbistan ve Romanya bağımsızlık kazanmış. Bulgaristan fiilen bağımsız olmuştur. Avusturya, Bosna-Hersek'i işgal edip yönetmeye koyulmuştur. İngiliz donanmasının İzmir'i işgal tehdidi altında, Dulsigno limanı ile Boyana nehrine kadar uzanan arazi. Karadağ'a bırakılmıştır. Yunanistan'a Tesalya verilmiştir. İngiltere'nin baskısıyla. Girit'ten Osmanlı askeri atılmış, Osmanlı bayrağı indirilmiş ve ada, fiilen bizim olmaktan çıkmıştır. Bulgaristan Şarki Rumeli'yi ilhak etmiş­tir. Balkan Harbi'ne kadar elimizde kalan Makedonya ise, geniş ölçüde yabancı devletlerin kontrolüne girmiştir. Böyle bir bilanço, Abdülhamit'in dış politika üstatlığına herhalde göl­ge düşürmektedir. Fakat bu durumdan ötürü Abdülhamit’i suçlu tutmak insafsızlıktır. Zira her şey bizim dışımızda ve Avrupa başkentlerindeki pazarlıklarda anlaşmaya varıldığı ölçüde, imparatorluk parçalanıyor ve bize de boyun eğmekten başka yapacak fazla bir iş kalmıyordu.

Abdülhamit'in yakınlarından Nadir Ağa, Yıldız Hazinelerinin bulunduğu bir yeraltı tesisatından söz etmiştir. Mahzende yarım milyon değerinde on bir torba altın ve değerli taş­larla, bazı hisse senetleri bulunmuştur. Bu, tabii ki, beklenenin çok altında bir miktardır. İttihatçılar. Abdülhamit'in Saray'dan ayrılırken unuttuğu bir defter sayesinde, servetinin büyük kısmını yabancı bankalarda sakladığını Öğrenmişlerdir. Müslümanların Halifesi, tıpkı; bugünün Arap şeyhleri gibi, altınlarını ve hisse senetlerini, ancak yabancı büyük bankalarda güvenlikte görmüştür. Böylece, parasını daha çok yabancı hisse senetlerine yatırarak ve yabancı bankalarda işleterek, yabancı ülkelerin kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Yabancı bankalara yatırılan bu para ve hisse senetlerini, Abdülhamit'in rızası olmadıkça çekebilmeye imkân yoktu. Fethi (Okyar) Bey ve bir arkadaşı, Abdülhamit'i ikna etmekle görevlendirilmişlerdir. Teşebbüsün başarısı üze­rine. Credit Lyonnais ve Deutsche Bank'ta bulunan para ve hisse senetleri devlete intikal etmiştir. Eski Mabeyin Kâtiplerinden Ahmet Reşit Bey, bunun o zamanın para­sıyla 4 milyon lirayı bulduğunu yazmaktadır. Bu, Sultan'ın menkul servetidir; asıl servetini gayrimenkuller teş­kil etmektedir. Abdülhamit, Suriye, Mezopotamya, Arnavutluk vb.de yüz binlerce hektar araziyi özel mülkiyetine geçirmiştir. Irak’ta petrol bulunmuş olanları da kendi hesabına kapatmıştır. Bu serveti ele geçirmek için, mirasçılar, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra «The Sultan Abdülhamit Oil Wells» ve «The Sultan Hamit Han Estates Ottoman» adlı iki şirket kurmayı denemişlerdir. Birinci şirket, mirasçılara Irak petrolünden hisse sağlayacak, ikinci şirket de o zamanın parasıyla 91 milyon 500 bin liraya eriştiğini hesapladıkları Abdülhamit'in Emlak’ını ele geçirmeye çalışacaktır. Bir kı­sım Amerikan ve İngiliz bankaları, gerekli «politik temas ve gayretler» in finansmanını yüklenmişlerdir*
1946'da Türkiye çok partili siyasi hayata girince Cumhuriyet'le birlikte unutulan Abdülhamit yeniden politika sahnesine çıkmıştır. Bir milletvekili -Osman Nuri Koni-, Abdülhamit’in mallarının hesabını CHP Hükümetine sormuştur. Prof. Kemal Karpat'ın yazdığına göre, o zamanın Maliye Bakanı İsmail Rüştü Aksel, verdiği cevapta şu açıklamayı yapmıştır: Temyiz Mahkemesi, Halifeliğin ilgası ve Halife'nin mallarının müsaderesine dair olan 431 sayılı kanunun, bu kanun çıktığı zaman ölmüş bulunan padişahların mallarını şümulü dışında bıraktığına ka­rar verdi. Böylece Abdülhamit'in mallarının kanunun dışında kaldığı iddia edildi ve tahminen 1,5 milyar lira tutarındaki serveti mirasçılarına verildi».

SULTAN'IN SİYONİSTLERLE PAZARLIĞI

Görüldüğü gibi, Abdülhamit, yalnız Sultan ve Halife değil aynı zamanda bir işadamı ve milyarderdir. Siyonist lider Dr. Herzle ile giriştiği pazarlık, başarısızlıkla sonuçlanmış bile olsa, onun işadamlığı hakkında bir fikir vere­cek niteliktedir. Dr. Herzle, hatıralarında, olayı uzun uzun yazmıştır. Buna göre Herzle, Yahudilere Filistin'de bir yurt edinme çabasındadır. Fakat Abdülhamit'i ikna etmek gereklidir. Herzle, tehdit, rüşvet ve sermaye getirme silahlarını kullanır.
İmparatorluğun mali işlerini yöneten Os­manlı Bankası'nı toptan satın almak ve bu yoldan Sultan Hamit üzerinde baskı yapmak tehdidini, inandırıcı biçim­ de sahneye koyar. Osmanlı Bankası idarecilerine verilecek 50 milyonluk bir garanti ile Türkiye'ye akan musluklar ke­silecektir. Tehdit etkili olur. Bunun yanı sıra. Herzle, Ab­dülhamit'in yakınlarını rüşvetle elde etmeye koyulur. Hariciye Nezareti Kâtibi Nuri Bey'in hizmetleri sağlanır. Nuri Bey, yirmi bin frank ücreti az bulmuştur. Sultan'la konuşabilmek için herhangi bir banker, bana sizin verdiğinizin en az iki katını verir diyerek ücretini arttırmıştır. Yazar Ahmet Mithat Efendi de davaya kazanılmıştır. Hiz­mete bir de «Ajan Crespi alınmıştır. Bu ajan, Kut Gölü'nde kurulacak tesisler için, «Eğer bundan Sultan'a bir hisse verileceği garanti edilirse, bu is olur fikrindedir. Dr. Herzle, öte yandan, Müslümanlığı kabul eden Macar Yahudi’si Prof. Vambery'nin hizmetini sağlamıştır. Abdülhamit'in baş dostu Vambery, Dr. Herzle'e İngilizlerin casusluğunu yaptığını itiraf etmiş, Siyonistler hesabına çalışmaya da rıza göstermiştir. Vambery, Herzle'e İstanbul’da rüşvet verilecek kişilerin bir listesini sunmuştur.
Herzle, hatıralarında, «Ben böyle hayâsız bir çetenin bu­lunabileceğine asla ihtimal vermemiştim... Bu anonim tufeyliler zümresini, ancak zehirli yılanlar sürüsüyle mukayese edebilirim. Onu hala gözümün önündeymiş gibi görebiliyorum. Hırsızlıktan çökmekte olan bir imparatorluğun Sultan'ı* sözleriyle, bu rüşvetçi grubu anlatmaktadır. Bu rüşvetçi grubun yardımıyla, 1900 yılında Herzle, Abdülhamit ile görüşür. Ona Yahudilerin Türkiye'ye yerleşmesiyle sağlanacak avantajları anlatır.
Avrupa'ya karşı Yahudi desteği elde edilecek, para gelecek, İmparatorluğun zen­ginlikleri geliştirilecek ve hatta Düyunu Umumiye‘ den bile kurtulmak mümkün olacaktır vb. vb...
Abdülhamit ise, Bağdat'tan bugün bir telgraf aldığını, orada keşfedilen petrolün Kafkas petrolünden üstün olduğunun bildirildiğini, Osmanlı ülkesinde hala el sürülmemiş hazineler bulunduğunu» söylemiş, fakat her şeyden önce devlet borçların­dan kurtulmak için yardım istemiştir. Sultan, Dr. Herzle'e, «dirayetli bir maliyeci tavsiye et demiştir. 'Majeste' ayrıca, madenler, Petrol yatakları vb.’ den müteşekkil beş mo­nopolün işletilmesini teklif eylemiştir. Herzle'in ise derdi, Filistin topraklarına Yahudileri yerleştirmek amacıyla kurulacak olan «Büyük Osmanlı Yahudi Kumpanyası» adlı kolanizasyon şirketinin imtiyazını sağlamaktır. Herzle'in yazdıklarına göre, Sultan. Filistin’ siz bir imtiyazı kabul etmiştir. Yahudiler, Mezopotamya. Suriye ve Anadolu'ya yerleştirileceklerdir. Siyonist lider ise, «ille Filistin» diye diretmiştir. Mali bakım­dan da parlak vaatleri ile gerçekleştirebilecekleri arasında büyük bir fark görülmüştür. Fakat yine de Abdülhamit, Dr. Herzle'in peşini bırakmamıştır. Sultan’ın sırdaşı Tahsin Paşa, hatıralarında, «Bu sefer Abdülhamit işin peşine düş­tü ve o aralık merkezi muamelatı Almanya'ya nakledilmiş olan Siyonist cemiyeti ile görüşmek üzere, Saray ı Devlet'­ ten Bahar Efendi'nin Almanya'ya gönderilmesini emretti, mamafih bilahare bundan vazgeçildi» demektedir. Teşebbüs başarısız kalmıştır. Abdülhamit, herhalde yabancı devlet müdahalelerine yol açan Ermeni mesele­sinden ders alarak, bir de Yahudi meselesi yaratmaktan ve bunun Araplar üzerinde doğuracağı tepkilerden çekinmiş olsa gerektir. Fakat bir ara Siyonistlere para karşılığı yurt sağlamayı ciddiyetle düşünmüştür! Bolfour, 1917'de, Siyonistlere başkalarının toprağını peşkeş çekmiştir, Ab­dülhamit ise kendi ülkesinin arazisini satmaya niyetlen­miştir. Abdülhamit, iç politikasında, yabancı sermayenin sö­mürgelerde yürüttüğü rüşvet politikasını az çok başa­rıyla uygulamıştır. Hatta rüşvet politikasını, jurnalciliği kârlı bir faaliyet haline sokarak geliştirmiştir: isyan bayra­ğını açıp Avrupa'ya kaçan Jön Türkleri dahi teker teker yola getirmek için paralar harcamış ve dış ülkelerde pa­rasızlıktan bunalan bazı Jön Türkleri satın almıştır. Aşi­ret reislerine paşalıklar dağıtmış. Arap ulemasını, şeyhleri etrafına toplamış, onlara hususi maaşlar bağlamıştır. Hatta rütbeler ve nişanlar bağışlanıp Anadolu'daki aşiret reisleri Saray'a bendedilirken, Abdülhamit, onların çocukları için de İstanbul’da bir «Aşiret Mektebi» açmıştır. Bu­günkü Kabataş Lisesi, bu amaçla bir aşiret mektebi ola­rak kurulmuştur.
Abdülhamit, çevresindeki hırsızlıklardan, rüşvetlerden, imtiyaz satışlarından tamamen haberdardır. Kurduğu mü­kemmel jurnal sistemi, ona her ş e y d e n haberdar olma olanağını sağlamıştır. Bununla birlikte. Abdülhamit, bir hü­kümet etme metodu olarak, hırsızlık ve rüşveti. müsama­ha ile karşılamış ve hatta teşvik etmiştir. Hırsızlık ve rüş­vet yoluyla, paşalar ve beyleri kendine bağlayacağına inanmıştır. Buna «çaldır ve kazan» politikası diyebiliriz. İngiliz yazar. Abdülhamit'in «çaldır ve kazan» politikasını şöyle değerlendirmektedir : «Bazı devlet adamlarının yol­suzluklarına karşı müsamaha göstermeyerek, onları ten­kide cesaret eden Padişah'a sadık kimseler, icat edilen bahanelerle uzak vilayetlere sürgün edilirken, Hıristiyan dön­meleri, maceracı Tatlısu Frenkleri ve kurnaz Araplar servet sahibi oluyorlar ve bir gecede paşalığa terfi ediyorlardı. Padişah, ahlaksızlıklarıyla alay edebilmek için nazırlarının yolsuzluk yapmasını beklerdi. Mesela ihtiyar Bah­riye Nazırının hırsızlıklarından sık sık bahsederdi. Fakat buna rağmen, ihtiyar nazır, Padişah'a karşı yapılacak bir isyanda vazife almaması için, Türk donanmasını hareket­ten mahrum bir halde Haliç’te tuttuğundan dolayı mevkiini muhafaza ediyordu. Bir gün Abdülhamit'e, meşhur bir hokkabazın çatalları yuttuğu hakkındaki hünerleri anlatılmıştı. Padişah, hemen cevap vererek, bunda o kadar büyük bir hüner görmediğini, çünkü Bahriye Nazır’ının hiçbir rahat­sızlık hissetmeden muazzam harp gemilerini yuttuğunu söylemişti. Avrupalı ziyaretçiler, Padişahın ikiyüzlülüğü karşısın­da hayret etmişlerdi. Huzurundaki nazırlara ve yüksek memurlara ziyadesiyle iltifat ettikten sonra, onlar salondan çıkınca arkalarından kendilerini hemen alçaklık ve namussuzlukla itham ederdi. Fakat ayrıca da birbirleri aleyhine kendisine malumat vermeleri için, onları okşayarak sıra ile dinlerdi» Abdülhamit, bu politikası ile komprador bürokrasiyle onun etrafında kümelenen aşiret reisleri, toprak ağaları, derebeyleri, mültezimler, sarraflar, bankerler, saray mü­teahhitleri, Avrupalı sermayedar ve tüccarların çeşitli yerli; aracıları gibi Tanzimat Batıcılığının -daha doğrusu uyduculuğunun - toplumsal temelini teşkil eden sınıf ve tabakaların temsilcisi olmuştur. Bunun içindir ki, Abdül­hamit. İmparatorluğun 1 numaralı kompradorudur. Abdül­hamit, aynı zamanda, Halifelik sıfatını politika planında kullanmaya önem vermiştir. Sultan, bu politikayla 300 mil­yon Müslümanın Halifesi olarak İngilizlere karşı bir koz el­de edeceğini ve kişisel mevki ve prestijini arttıracağını ümit etmiştir. Fakat bu politika dahi, aslında İstanbul’da değil, Berlin'de çizilmiştir. Alman emperyalizmi Drang nach Osten» politikasında, Panislamizm’i yararlı bir ideolojik silah olarak görmüş ve ondan sonradır ki, Abdülhamit, ateşli bir Panislamist kesilmiştir. Bir yandan komprador alafrangalık, öte yandan koyu Müslümanlık. Sömürge ya da yarı sömürge haline getirilmiş bütün İslam ülkele­rinde görülen manzara budur. Bu manzarayı yaratan top­lumsal yapıyı pek az değiştirebildiğimiz içindir ki, Abdülha­mit. Türk politika sahnesinde hala «Ulu Hakan» diye yaşayabilmektedir. «Ulu Hakan» özlemi, Türk devrim hareketi­nin başarısızlığının en çarpıcı ve çok düşündürücü örneğidir. «Ulu Hakan», bir sömürgeleşme sürecinin en diplerdeki noktasıdır ve Türkiye, bir kurtuluş savaşı sıçramasından sonra dahi, bu bataklıktan tamamen kurtulamamış­tır. Bu bataklıktan kurtulamayışın yarı ümitsiz, yarı ümitli hikâyesine girişmeden önce, buraya kadar yazılanlardan bir sonuç çıkartmaya çalışalım.
 (Türkiye'nin Düzeni I s.211-220 D. Avcıoğlu)

                                                           Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder