Beştepe’de
ki şaibeli Saray, emperyalist koordinatörlerin, soytarıların, kuklacıların, çok
sesli iştirak koristlerinin ve çeşitli menfaat figürlerinin engelsiz at
koşturdukları lakin ne dışarıdan içeriye ne de içeriden dışarıya kuş
uçurulmayan ve tek taraflı denetimi yapılan bir kapalı alandır aslında. Bir de
buna şehrin faklı bölgelerine açılan gizli koridorları ve tünelleri de ilave
ederseniz, içeriye kimin girip çıktığını da asla bilemeyeceksiniz demektir.
Ve bilemediğiniz için de dolayısıyla
orada vücut bulan plan ve aktivitelerin meşruluğunu sorgulayamayacaksınızdır
da. Saray trafiğinin kontrolünde, MİT’in dahi yeterli olduğunu düşünmek bile
ham hayalcilik olur. Çünkü emperyalistin herhangi bir bürokrat denetiminin
yapılamayacağı bir Saray özerkliğini tercih etmesi, elbette her şeyi kendi
kontrolü altında tutmayı istemesi bağlamında, asla boşuna değildi.
Aynı nedenle de içeride kimlerin
kimlerle konuştuğu, nelerin dönüp, hangi entrikaların çevrildiği konusunda da
şüphesiz hiçbir malumatınız olmayacaktır kuşkusuz. İşte ayrı bir Saray
yapılması da sırf bu nedenlerle elzem kabul edilmiş ve bu da millete afiyetle yutturulmuştu.
Ki biz de buna daha 1947’ler de imzalamış olduğumuz Truman Doktrini ile olur
vermiştik. 1950’lerden itibaren de ABD, DP Hükümetinden aldığı geniş yetkiyle, yönetim
ve eğitim kontrolünü resmi olarak eline geçirmeye başlamıştı artık ülkemizde. Demek
ki daha o günlerde siyasi işgal başlamıştı ülkemizde.
Hele 1964 de Johnson ültimatomuyla
da yaptığı hatanın farkına ancak varıp bunu samimi olarak itiraf eden İsmet
Paşanın ikrarından sonra da, şimdi artık sızlanmaya, hiç hakkımız olmamalıdır.
Ki üstüne de 1950’ler den itibaren daha ne denli tek taraflı emperyalist antlaşmalara
imzalar attığımızı da anımsayınca, aynaya bile bakamamamız gerekirdi aslında. Oysa
bu günler daha o günlerden belliydi. Ne ki bunu anlayacak ne tecrübe ne de deneyimimiz
vardı. Olası milli muhalefetlerin de önü sinsi manipülasyonlar ve askeri
darbelerle bildiğimiz gibi alınmıştı haddizatında.
Yani ABD ile yapılan bütün tek
taraflı antlaşmaları incelediğimizde, kendi Devrimimizi bile yapamaz hale
getirilmiş ve ABD’ye ulusal devrimimize bile askeri müdahale yapma, ülkemizi bile
kendi askerimizle işgal etme (12 Eylül veya Evren Cumhuriyeti) hakkını kendi
elimizle vermiş olduğumuzu görürüz. Yeter ki bakmasını bilelim. Ondan sonra da
utanmadan, sıkılmadan bağımsızlıktan bahsederiz. En hazini ise 27 Mayıs
Anayasası gibi Kemalist, halkçı, ulusalcı ve çağdaş bir anayasaya, bizi daha da
emperyalist bağımlısı kılan ve kurtuluş ilkelerini yerle bir eden 12 Eylül
emperyalist anayasasını yeğlemiş ve bugünlere kadar da taşımış olmamızdır.
Bugün ise ithal Başkanlık çerçevesinde
ve Saray âlemlerinde son rötuşlar vurularak ABD türü bir eyaletler
Cumhuriyetine geçiş senaryosu, adım adım sahneye konuluyor anavatanımızda. İşte
aynı hızla çaktırmadan sürgit ortaya çıkan KHK’lar ise her defasında bu gerçeği
daha bir ortaya koyuyor. Ve emperyalist destekli munzam Saray Sefası da giderek
ana hedefine yaklaşıyor. Çünkü başta CHP liderliğindeki muhalefet partileri ise
ne yazık ki bu gidişe tempo tutmaktan başka da bir umut olamadılar şimdiye
kadar. Ve ne yazıktır ki aynı kafada yürümeye de hala ısrardalar ne hikmetse.
Ve görünen o ki şimdi sırada CHP’nin
bazı Vekilleri Berberoğlu çizgisinde işlem görmek üzere bekletiliyor. Ve ilk
fırsatta onlarında şişirme dosyaları işleme konacaktır herhalde. Böylece CHP
belki de kapatılmaktan daha beter olasılıkla, işlemez hale getirilecektir
kuşkusu düşünceye egemen oluyor ister istemez. Muhtemelen de şimdilik bir
gözdağı vermek istediler sadece. Ee ne ekersen onu biçersin arkadaş, sonuçta.
Öyle ya nane ekenin patates biçtiğini kim görmüş ki???
85.000 üstünde (yandaş) vatandaşın İngiltere
de konut alabiliyor olması, 10.000 Dolar bile yıllık kazancı olmayan bireyler toplumu
bileşkesinde, bu ne yaman bir çelişkidir. Yoksa onlarda emperyalist safında
olduklarını ortaya koyarak birlikte, Türkiye yatırım yapmaya müsait değildir
mesajı mı vermeye kalktılar acaba? Ve bu yandaşlıkla İngiliz’den yeni haklar mı
koparmayı umuyorlar Türkiye den alıştıkları gibi. Yalnız unutmasınlar ki
İngiliz bize benzemez, dönekliği meşhurdur, hâsılı eylemin sonu çok hüsranlı da
bitebilir kendileri için.
Kurtuluş Savaşımıza, Kemalist ulusal
bilincimize daha başından beri tahammül edemeyen, Lozan Antlaşmasını tanımayan
emperyalist ABD, Başkanlıkla kafaya aldığı Erdoğan Projesiyle, Cumhuriyet
İlkelerimizden vazgeçmemizi sağlamaya, belden aşağı her çareye başvurarak
çalışmaktadır. 24 Haziran sonuçlarıyla da göstere göstere kafamıza vurarak, bu hedefe
ne kadar yaklaşmış olduğunu, aklınca ispat etmiş olduğunu da düşünmektedir
şüphesiz. Hâlbuki kararın her halükarda Türk Milletinin kararı olacağını,
korkusundan aklına bile getirmek istemez. Lakin korkunun ecele faydası olduğu
da görülmemiştir şimdiye kadar. O halde bırakalım kendi korkusu öldürsün onu…
İkinci Dünya Savaşından sonra Güney
Amerika’da peş peşe gelen emperyalist ABD beslemesi Diktatörlerin, Erdoğan sıfatında
yeni bir numunesinin, koca Atatürk Cumhuriyetinde aynı emperyalist eliyle
yeniden vücut buldurulması, aslında tamamen Türkiye’nin aydın ve akademisyen
kadrolarındaki milli şuur eksikliği, yetersizliği ve epikürist çürümüşlüğü
nedeniyledir.
Yani vatandaşına bağımsız milli şuur
bilinci aşılayacak Atatürk hamurunda aydın yokluğudur bunun tek sorumlusu. Milli
şuur sahibi aydın eksikliğinin ana nedeni ise 1947 den itibaren yurda ithal
edilen şartlı ve sözde yardımlarla birlikte ABD eğitim sisteminde ve 1954 de
tamamen kapatılan Köy Enstitülerinin yokluğunda aranmalıdır. Bu resme bakınca
da emperyalistin Atatürk’ten bugün de hala neden Azrail gibi korktuğu, daha iyi
anlaşılmaktadır esasen. Hadi sefanız bol olsun…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder