Batmakla, batmamak arasında
bocalayan geminin kalan tek cankurtaranı olan CHP’deki son gelişmeler, inanın
bizi kahrediyor. Hemen söyleyeyim ki ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsaydım, elimde
Kurultay isteyen 50 delege oyu bile olsa, hemen Kurultay kararı alırdım. Değil
ki 580 filan istenç oyu olsun. Ve yine de gerekirse geçerli oyu alır veya
alamazdım; ama bunu fazla da takmazdım. Çünkü iktidarperest değildim neticede.
Lakin kimseye de söyleyecek söz
bırakmaz ve itibarımla da tavan yapardım. Son söz de ikbal meraklısına; işte
sana ikbal. Çünkü Atatürk’ün Partisi, önce de Kemalistler için her türlü
kaprise, benmerkezci aidiyete kapalı ve kişisel menfaatler üstü bir milli misak
ilkeleri birliğidir.
Ve bu ilkeleri sahiplenip onları
layık oldukları makama taşımak, nasıl, ne şerefli ve onurlu bir ikbal olurdu
acaba? Hele de o Partinin Başkanının bunu çok hazımlı ve analitik düşünmesi
gerekir ki Partisinin özeğine yakışan bir profili ortaya koyabilmiş olsun. Akşener
işte tam da aklımdan geçeni yaptı; ama yine de yoğun baskıyla vazgeçilmezliği
pekiştirilerek Partisinin başında yerini aldı. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu bu
fırsatı kaçırdı.
CHP’de ahde vefa titreşimiyle, öze
dönüş bağlamında yapılacak bir revizyon, Sarayın hiç işine gelmez. Çünkü halkın
AKP’yi iktidardan düşürdüğü gerçeği ortada ve daha dumanı da tütüyorken, İnce’den
anımsandığı üzere yeni bir reformist kitle hareketine tahammülleri yoktu
şüphesiz. O halde bu nedenle Abdülhamit entrikalarının CHP’de Kurultay olgusunu
engellemediğini de kimse iddia edemez.
Ve kendiliğinden anlaşılır ki bundan
böyle şaibe altındaki CHP’yi bir Kılıçdaroğlu da aklayamayacak demektir.
Öyleyse biraderler ne yapmak, nereye varmak isterler. Bunun açıklaması,
özellikle de Kemalist taban tarafından şiddetle beklenmektedir. Oysa ben
Kılıçdaroğlu’ndan çok ümit vardım doğrusu. Öyle ya boşuna mı yürümüştük
beraberce adalet yollarında. Yazık ki vallahi ne yazık.
Yalnız tüm gelgitlere, 16 yılın
kayıplarına ve AKP’yi kesintisiz tek Parti yapmalarına rağmen CHP yönetiminin
yaptığı en hayırlı iş, son seçimde Parti bile olamayan Yeni Partiyi, 40
Vekiliyle Meclise sokmaktır. Ki bunun da hakkını vermemiz gerekir. Hoş tek adam
statülü bir ucube kokokrasi yönetimde, bunun ne fayda sağlayacağı da ayrı bir
soru nedenidir…
§ LOZANNAME
(başlık benimdir)
İsmet Paşa
Barış Anlaşması’nı sonradan Gazi’nin hediye ettiği bir altın kalemle
imzalamıştır. O dakikadaki hislerini soran bir gazeteciye ismet Paşa şöyle
demiştir: “Mektebini bitiren bir öğrencinin son imtihandan sonraki hislerini
taşıyorum.”
Barışın
imzası münasebetiyle Lozan’da donanma yapılmıştır. Lozan Konferansının neden bu
kadar uzun sürdüğünü, Müttefik delegelerinden biri “Daily Mail” yazarı Ward
Price’e şöyle anlattı: “Meramlarını yürütmek kudretinden mahrum bir kaç
devlet, galip bir devlete; mağluplara mahsus şartları kabul ettirmek için
uğraştılar.”
Ahmed Şükrü,
imza merasimi hakkında gazeteye gönderdiği bir yazıda şöyle diyor: “İmza
dakikasında Venizelos son derecede yeis içindeydi. Gözlerini bir noktaya
dikmiş, kendi kendini yiyordu. Napoleon, ‘Neden Moskova’yı alıp Kremlin
Sarayı’na girdiğim zaman ölmedim ve bütün bu acı günleri gördüm...’ demişti.
Ben eminim ki Venizelos da Sevres Muahedesini devletlere ve Damat Ferit’e imza
ettirdiği gün ölmediğinden dolayı azap duymuştur.”(Ahmet Emin Yalman – Yakın tarihte gördüklerim ve geçirdiklerim C. II s.
868-869)
Lloyd
George ve balıkları
Lozan’da sulh imza edilir edilmez, eski
İngiliz Başbakanı Lloyd George, bize hücum etmek ve sakat politikasını savunmak
için şiddetli bir yazı yazmış ve bu yazı Daily Telegraph gazetesinde ve sonra
bütün dünya basınında çıkmış, tartışmalara yol açmıştır. Vatan. 3 Ağustos
sayısında “Llovd George ve Balıkları” başlıklı bir yazısında şöyle diyor: “Eski
İngiliz Başbakanı bizim Lozan’daki zaferimizden kendine göre zararsız bir
surette bahsetmenin yolunu bulmuştur. Bizi balıkçı, büyük devletleri büyük
balık, küçükleri küçük balık diye tasvir ediyor. Biz Lozan’da Leman Gölü’nün
kıyılarında balık tutmaya çalışıyoruz. Göldeki balıklar tutulmamaya uğraşıyor,
fakat bizim ustalığımız, kurnazlığımız, şeytanlığımız, sabrımız eşsiz derecede
mükemmel. En inatçı balıkları bile eninde sonunda yakalayacağımızı biliyoruz,
yalnız dakikasını bekliyoruz. İlk Lozan Konferansından sonra balıkların
kurtulduğunu sananlar oluyor. Hayır, kurnaz Şarklı balıkçı, balıklara daha
fazla yem veriyor, nihayet yakalıyor. İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika gibi
koca balıklar zokayı yutuyorlar, acz içinde karaya çekiliyorlar, kuyrukları bile
oynamıyor. Pulları yaz güneşinde parıldıyor. İsmet Paşa, rahat ve haklı bir
tebessümle bu manzarayı seyrediyor...
Maymun
masalı
Lloyd George,
kendi politika düşmanlarını aptal birer balık diye böylece güzel güzel tasvir
ettikten sonra kendisinin geçmişteki kusurları hakkında bahaneler bulmaya
başlıyor. Zavallı adamın, iktidardan düştükten sonra kafasının içi bir hayvanat
bahçesi halini alıyor. Gözü Lozan’daki bütün devletleri birer balık şeklinde
görüyor. Yılları dolduran günahlarının sorumluluğunu yüklenecek birini ararken
bir maymun buluyor. Türkleri yok etmek yolundaki mükemmel planlarını berbat
eden, Türklere yeniden yaşama imkânı veren sebep, kendince, Yunan Kralı
Aleksandr’ı ısıran ve ölümüne sebep olan maymundan başka bir şey değildir.
Lloyd George bu maymuna çok kızgındır. Onun hakkında diyor ki; ‘Doğu, belki de
Batı tarihinin bir maymunun bir adamı ısırması yüzünden değişmesi, her büyük
facianın sayfalarına rast gelinen tuhaf tesadüflerin bir oyunundan başka bir
şey değildir...’ Onun gözünde Türk azminin, Türk Milli Savaşı’nın, Gazi’nin liderlik
dehasının Yakın Doğu olayları içinde hiçbir yeri yoktur. Akıllara sığmayan bu
büyük başarılar, sırf o maymunun aksiliğinden dolayı hazır hazır elimize düşmüştür..
Lloyd
George’un çok çapkın bir adam olması, bir İngiliz sabun fabrikatörü ile evli
bulunan bir Yunan güzeline aşkı İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline sebep
olmuştur. Sonradan büyük oğlu Richard tarafından babasının çapkınlık hayatı
hakkında neşredilen bir eser, İngiltere’de ve bütün dünyada velvele
uyandırmıştır. Annesinin, babasının çapkınlığı yüzünden çektiklerinden dolayı
içi yanan Yazar, babasının kendi evlerini bir Doğu hükümdarının haremine
çevirdiğini ve burada her milletten metreslerin yanyana yaşadığım tasvir
etmiştir. Bu kitapta bir de bir bıyık hikâyesi vardır. Lloyd George kendi
bıyıklarım pek beğenirmiş, bunların bakımı da başlıca kaygılarından biriymiş.
Güney Amerika’ya yaptığı bir seyahatte başına şu felaket geliyor: Orada çok iyi
silah kullanan, çok kıskanç bir adamın karısını baştan çıkarmış. Koca her şeyi
haber almış. Lloyd George’u öldürmek için takım takım silahlarıyla beraber
harekete geçmiş, her köşeyi tutuyor. Yanındaki dostları kendisine şöyle demiş:
‘Bu bıyık seni ele verecek. Ya bunu keseceksin veya yaşamaktan vazgeçeceksin.’
Lloyd George meşhur bıyığını ister istemez kesmiş. Londra’ya döndüğü zaman
kendisini cascavlak gören ve bıyığı ile ne kadar övündüğünü pekiyi bilen
karısı, derhal hükmünü vermiş, ‘Kocam belalı bir çapkınlık macerasında yakayı
ek vermiş ve canım kurtarmak için sevgili bıyıklarını feda etmeye mecbur
kalmış olacak,’ demiş.”(age s. 870-871)
Kurtuluş
Savaşı öncesi ve sonrasını içeren A. Emin Yalman hatıratından çok hoşuma giden
bir bölümü yukarıda görüşlerinize sundum. Amacım son günlerde ehliyetsiz ve
liyakatsiz adamlarca yapılan ve bardağı taşıran Lozan tenkitlerine, başka bir
perspektiften bakmak ve sizin de bakmanızı sağlamaktı.
Diğer
taraftan da o dönemde itilaf güçleri lideri İngiltere ile olan ihtilaflı
ilişkilerin bir numarası olan ve bize de her vesilede problem çıkarıp olası
muhtemel barış antlaşmasına çomak sokmuştu Lloyd George. Aslında kendisin de tıpkı
diğer emsalleri gibi ne denli çürük bir yumurta olduğuna dair fazla bilinmeyen
bir bakış açısı yakalamanızı sağlayacak olan ve tarafımıza yazdıkları Lozan
zaferini, emperyalist güçler safında nasıl bir ‘avanak olta balıkları’ teşbihi
ile kapitüle ettiğini de ortaya koyan önemli bir belgedir yukarıda ki yazı.
Belki bizim çakaralmazlarında işine yarar. Belki yapay tenkitleri dillerinden
düşürmeyen o kimlik sorunlu tarih okumazlar da bu vesileyle bir şeyler
öğrenirler, kim bilir.
Lloyd
George’dan bu yana emperyalist siyasada değişen fazla da bir şey yoktur. Yani
emperyalist hep emperyalistti anlayacağınız. Şimdilerde liberal Globalizm
hastalığına duçar olup artık küstahlık ve saldırganlık duvarını da aşmalarından
başka. ABD’de ise Kara cahil bir sürünün başındaki bağnaz Evangelist Siyonist
para babalarının şimdilik keyiflerine diyecek yok şimdilik.
İyi
de bakalım ne zamana kadar. Uzay zamanın değişmez devinimi koca Osmanlı Türk
Devletinin mumunu 650 yılda söndürdükten sonra, onların ulus birliği de
olmayan, eyaletler bileşkesi kampus Devletlerinin 300 yıldır yanan mumlarının
fitilinin de sonu artık görünmüştür. Onlarda da bir Atatürk çıkacağını düşünebilmek
ise eşyanın tabiatı gereği, bir üst akıl için dahi mümkün değildir.
Yukarıda
okuduğumuz gibi iyi ki insanlarımız hatıratlarını yazmışlar. Ve diğerlerinin
yanında iyi ki de bütün KURTULUŞ safahatını satır satır açıklayan Atatürk
emaneti NUTUK gibi müthiş bir eserimiz daha var. Yoksa gerçeklerimizle nasıl
yüzleşebilirdik. Hele de Allah korusun sırf,
tarih bilmez yapay tarih korsanı şeriatçı zındıkların yazıp,
çizdiklerine kalsaydık.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder