9 Ağustos 2018 Perşembe

LOZANNAME..


            Batmakla, batmamak arasında bocalayan geminin kalan tek cankurtaranı olan CHP’deki son gelişmeler, inanın bizi kahrediyor. Hemen söyleyeyim ki ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsaydım, elimde Kurultay isteyen 50 delege oyu bile olsa, hemen Kurultay kararı alırdım. Değil ki 580 filan istenç oyu olsun. Ve yine de gerekirse geçerli oyu alır veya alamazdım; ama bunu fazla da takmazdım. Çünkü iktidarperest değildim neticede.

            Lakin kimseye de söyleyecek söz bırakmaz ve itibarımla da tavan yapardım. Son söz de ikbal meraklısına; işte sana ikbal. Çünkü Atatürk’ün Partisi, önce de Kemalistler için her türlü kaprise, benmerkezci aidiyete kapalı ve kişisel menfaatler üstü bir milli misak ilkeleri birliğidir.

            Ve bu ilkeleri sahiplenip onları layık oldukları makama taşımak, nasıl, ne şerefli ve onurlu bir ikbal olurdu acaba? Hele de o Partinin Başkanının bunu çok hazımlı ve analitik düşünmesi gerekir ki Partisinin özeğine yakışan bir profili ortaya koyabilmiş olsun. Akşener işte tam da aklımdan geçeni yaptı; ama yine de yoğun baskıyla vazgeçilmezliği pekiştirilerek Partisinin başında yerini aldı. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu bu fırsatı kaçırdı.


            CHP’de ahde vefa titreşimiyle, öze dönüş bağlamında yapılacak bir revizyon, Sarayın hiç işine gelmez. Çünkü halkın AKP’yi iktidardan düşürdüğü gerçeği ortada ve daha dumanı da tütüyorken, İnce’den anımsandığı üzere yeni bir reformist kitle hareketine tahammülleri yoktu şüphesiz. O halde bu nedenle Abdülhamit entrikalarının CHP’de Kurultay olgusunu engellemediğini de kimse iddia edemez.

            Ve kendiliğinden anlaşılır ki bundan böyle şaibe altındaki CHP’yi bir Kılıçdaroğlu da aklayamayacak demektir. Öyleyse biraderler ne yapmak, nereye varmak isterler. Bunun açıklaması, özellikle de Kemalist taban tarafından şiddetle beklenmektedir. Oysa ben Kılıçdaroğlu’ndan çok ümit vardım doğrusu. Öyle ya boşuna mı yürümüştük beraberce adalet yollarında. Yazık ki vallahi ne yazık.

            Yalnız tüm gelgitlere, 16 yılın kayıplarına ve AKP’yi kesintisiz tek Parti yapmalarına rağmen CHP yönetiminin yaptığı en hayırlı iş, son seçimde Parti bile olamayan Yeni Partiyi, 40 Vekiliyle Meclise sokmaktır. Ki bunun da hakkını vermemiz gerekir. Hoş tek adam statülü bir ucube kokokrasi yönetimde, bunun ne fayda sağlayacağı da ayrı bir soru nedenidir…


            §      LOZANNAME  (başlık benimdir)

İsmet Paşa Barış Anlaşması’nı sonradan Gazi’nin he­diye ettiği bir altın kalemle imzalamıştır. O dakikadaki his­lerini soran bir gazeteciye ismet Paşa şöyle demiştir: “Mektebini bitiren bir öğrencinin son imtihandan son­raki hislerini taşıyorum.”
Barışın imzası münasebetiyle Lozan’da donanma yapılmıştır. Lozan Konferansının neden bu kadar uzun sürdüğünü, Müttefik delegelerinden biri “Daily Mail” yazarı Ward Price’e şöyle anlattı: “Meramlarını yürütmek kudre­tinden mahrum bir kaç devlet, galip bir devlete; mağluplara mahsus şartları kabul ettirmek için uğraştılar.”
Ahmed Şükrü, imza merasimi hakkında gazeteye gön­derdiği bir yazıda şöyle diyor: “İmza dakikasında Venizelos son derecede yeis içindeydi. Gözlerini bir noktaya dikmiş, kendi kendini yiyordu. Napoleon, ‘Neden Mos­kova’yı alıp Kremlin Sarayı’na girdiğim zaman ölmedim ve bütün bu acı günleri gördüm...’ demişti. Ben eminim ki Venizelos da Sevres Muahedesini devletlere ve Damat Ferit’e imza ettirdiği gün ölmediğinden dolayı azap duymuştur.”(Ahmet Emin Yalman – Yakın tarihte gördüklerim ve geçirdiklerim C. II s. 868-869)

Lloyd George ve balıkları

 Lozan’da sulh imza edilir edilmez, eski İngiliz Başbakanı Lloyd George, bize hücum etmek ve sakat politikasını savunmak için şiddetli bir yazı yazmış ve bu yazı Daily Telegraph gazetesinde ve sonra bütün dünya basınında çıkmış, tartışmalara yol aç­mıştır. Vatan. 3 Ağustos sayısında “Llovd George ve Balıkları” başlıklı bir yazısında şöyle diyor: “Eski İngiliz Baş­bakanı bizim Lozan’daki zaferimizden kendine göre za­rarsız bir surette bahsetmenin yolunu bulmuştur. Bizi balıkçı, büyük devletleri büyük balık, küçükleri küçük ba­lık diye tasvir ediyor. Biz Lozan’da Leman Gölü’nün kı­yılarında balık tutmaya çalışıyoruz. Göldeki balıklar tutulmamaya uğraşıyor, fakat bizim ustalığımız, kurnazlığımız, şeytanlığımız, sabrımız eşsiz derecede mükemmel. En inatçı balıkları bile eninde sonunda yakalayacağımızı bili­yoruz, yalnız dakikasını bekliyoruz. İlk Lozan Konferan­sından sonra balıkların kurtulduğunu sananlar oluyor. Hayır, kurnaz Şarklı balıkçı, balıklara daha fazla yem veri­yor, nihayet yakalıyor. İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika gi­bi koca balıklar zokayı yutuyorlar, acz içinde karaya çekili­yorlar, kuyrukları bile oynamıyor. Pulları yaz güneşinde pa­rıldıyor. İsmet Paşa, rahat ve haklı bir tebessümle bu man­zarayı seyrediyor...

Maymun masalı

Lloyd George, kendi politika düşmanlarını aptal birer balık diye böylece güzel güzel tas­vir ettikten sonra kendisinin geçmişteki kusurları hakkın­da bahaneler bulmaya başlıyor. Zavallı adamın, iktidardan düştükten sonra kafasının içi bir hayvanat bahçesi halini alıyor. Gözü Lozan’daki bütün devletleri birer balık şeklin­de görüyor. Yılları dolduran günahlarının sorumluluğunu yüklenecek birini ararken bir maymun buluyor. Türkleri yok etmek yolundaki mükemmel planlarını berbat eden, Türklere yeniden yaşama imkânı veren sebep, kendince, Yunan Kralı Aleksandr’ı ısıran ve ölümüne sebep olan may­mundan başka bir şey değildir. Lloyd George bu maymu­na çok kızgındır. Onun hakkında diyor ki; ‘Doğu, belki de Batı tarihinin bir maymunun bir adamı ısırması yüzünden değişmesi, her büyük facianın sayfalarına rast gelinen tuhaf tesadüflerin bir oyunundan başka bir şey değildir...’ Onun gözünde Türk azminin, Türk Milli Savaşı’nın, Gazi’nin li­derlik dehasının Yakın Doğu olayları içinde hiçbir yeri yok­tur. Akıllara sığmayan bu büyük başarılar, sırf o maymu­nun aksiliğinden dolayı hazır hazır elimize düşmüştür..
Lloyd George’un çok çapkın bir adam olması, bir İn­giliz sabun fabrikatörü ile evli bulunan bir Yunan güze­line aşkı İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline sebep ol­muştur. Sonradan büyük oğlu Richard tarafından babası­nın çapkınlık hayatı hakkında neşredilen bir eser, İngilte­re’de ve bütün dünyada velvele uyandırmıştır. Annesinin, babasının çapkınlığı yüzünden çektiklerinden dolayı içi ya­nan Yazar, babasının kendi evlerini bir Doğu hükümdarının haremine çevirdiğini ve burada her milletten metresle­rin yanyana yaşadığım tasvir etmiştir. Bu kitapta bir de bir bıyık hikâyesi vardır. Lloyd George kendi bıyıklarım pek beğenirmiş, bunların bakımı da başlıca kaygılarından bi­riymiş. Güney Amerika’ya yaptığı bir seyahatte başına şu felaket geliyor: Orada çok iyi silah kullanan, çok kıskanç bir adamın karısını baştan çıkarmış. Koca her şeyi haber al­mış. Lloyd George’u öldürmek için takım takım silahlarıyla beraber harekete geçmiş, her köşeyi tutuyor. Yanındaki dostları kendisine şöyle demiş: ‘Bu bıyık seni ele verecek. Ya bunu keseceksin veya yaşamaktan vazgeçeceksin.’ Lloyd George meşhur bıyığını ister istemez kesmiş. Londra’ya döndüğü zaman kendisini cascavlak gören ve bıyığı ile ne kadar övündüğünü pekiyi bilen karısı, derhal hükmünü vermiş, ‘Kocam belalı bir çapkınlık macerasında yakayı ek vermiş ve canım kurtarmak için sevgili bıyıklarını feda et­meye mecbur kalmış olacak,’ demiş.”(age s. 870-871)

            Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasını içeren A. Emin Yalman hatıratından çok hoşuma giden bir bölümü yukarıda görüşlerinize sundum. Amacım son günlerde ehliyetsiz ve liyakatsiz adamlarca yapılan ve bardağı taşıran Lozan tenkitlerine, başka bir perspektiften bakmak ve sizin de bakmanızı sağlamaktı.

            Diğer taraftan da o dönemde itilaf güçleri lideri İngiltere ile olan ihtilaflı ilişkilerin bir numarası olan ve bize de her vesilede problem çıkarıp olası muhtemel barış antlaşmasına çomak sokmuştu Lloyd George. Aslında kendisin de tıpkı diğer emsalleri gibi ne denli çürük bir yumurta olduğuna dair fazla bilinmeyen bir bakış açısı yakalamanızı sağlayacak olan ve tarafımıza yazdıkları Lozan zaferini, emperyalist güçler safında nasıl bir ‘avanak olta balıkları’ teşbihi ile kapitüle ettiğini de ortaya koyan önemli bir belgedir yukarıda ki yazı. Belki bizim çakaralmazlarında işine yarar. Belki yapay tenkitleri dillerinden düşürmeyen o kimlik sorunlu tarih okumazlar da bu vesileyle bir şeyler öğrenirler, kim bilir.

            Lloyd George’dan bu yana emperyalist siyasada değişen fazla da bir şey yoktur. Yani emperyalist hep emperyalistti anlayacağınız. Şimdilerde liberal Globalizm hastalığına duçar olup artık küstahlık ve saldırganlık duvarını da aşmalarından başka. ABD’de ise Kara cahil bir sürünün başındaki bağnaz Evangelist Siyonist para babalarının şimdilik keyiflerine diyecek yok şimdilik.

            İyi de bakalım ne zamana kadar. Uzay zamanın değişmez devinimi koca Osmanlı Türk Devletinin mumunu 650 yılda söndürdükten sonra, onların ulus birliği de olmayan, eyaletler bileşkesi kampus Devletlerinin 300 yıldır yanan mumlarının fitilinin de sonu artık görünmüştür. Onlarda da bir Atatürk çıkacağını düşünebilmek ise eşyanın tabiatı gereği, bir üst akıl için dahi mümkün değildir.

            Yukarıda okuduğumuz gibi iyi ki insanlarımız hatıratlarını yazmışlar. Ve diğerlerinin yanında iyi ki de bütün KURTULUŞ safahatını satır satır açıklayan Atatürk emaneti NUTUK gibi müthiş bir eserimiz daha var. Yoksa gerçeklerimizle nasıl yüzleşebilirdik. Hele de Allah korusun sırf,  tarih bilmez yapay tarih korsanı şeriatçı zındıkların yazıp, çizdiklerine kalsaydık.

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder