15 Ağustos 2018 Çarşamba

MEKTUP..


            Aslında Trump’a teşekkür borçluyuz. Çünkü adam, bizim hanidir ihmal ettiğimiz, bakımsız bıraktığımız değerli aksesuarımız olan milli şuurumuzun tozunu alıp, yeniden cilalayıp, parlatmamıza yardımcı olarak, onu öz mekânımızda hep layık olduğu eski yerine tekrar yerleştirmemizi sağladı. 


            Bursa’nın Mudanya yolundaki Çağrışan Köyü bölgesinde yeşil alanda 3 yıl önce yapılmış olan rant yangını 11 Ağustosta yeni bir versiyonuyla aynı usulde tekrarlandı. Hergele, vatan haini şerefsizler her defasında değerli rant bölgelerini hedef alıyorlar. Ve ülkemizin en değerli bölgelerinde kalan en son yeşili de hiç uğruna, ceplerindeki bozuk para gibi harcıyor haramiler. Doğayı kurutmaktan başka, yaktıkları börtü böceğin, hayvancağızın da haddi hesabı yok.

            Devlet ne mi yapıyor, izlemeye devam ediyor muhtemel rantçı biraderlerini. Öyle ya caydırıcı ihtiyati tedbirler almadıklarına göre ve benimkiler yetersiz kaldıysa, uygun bulduğunuz kelimeleri siz koyun artık burada yerlerine….

            Birilerinin artık buldukları her deliği dişleyen bu inşaat kunduzu vatan haini şerefsizlere dur demesi gerekiyor. Yoksa vatandaşın silahlanıp bunu kendi usulüyle mi yapması hedefleniyor. Helikopterler bütün gün su taşıdı sahilden. Poyrazda kuvvetli estiğinden yangının önü bir türlü alınamadı. Bazı bölgelerde ağaçlar kazınarak alevlerle arada boşluk yaratıldı. Bazı yerlerde de tahrip kalıpları kullanıldı herhalde.

            Yapılan çabayı, dökülen masrafı ve ülkeye verilen zararı bir araya koyduğumda alevlerin çabuk yayılması için hızlandırıcı maddeler de kullanan bu kanı bozuk şerefsizleri, işverenleriyle birlikte en iyisi, duvarın önüne dizip zımbalamak, sonrada gıyaben yargılayarak ölü bedenlerini, ibret için bir süre sallandırmaktır diye düşünmeden edemedim. Çünkü neticede tek noktadan tetiklenen vatan haini eylem grupları değil mi bunlar? İyi de bunu yapacak o Devlet nerede.


            AB’nin BM’de ve ABD kuyruğunda daha fazla kalmayacağı kesindir de ayrılık zamanı şimdilik belli değildir. Ne var ki Trump ABD’sinin başına buyruk siyasası, bu süreci hızlandırmaktadır. ABD ise AB den vazgeçer; ama Avrasya kapısı olan Türkiye’den vazgeçemez. Lakin eşeği yokuşa sürüp işi patron kompleksine soktukça da gittikçe battığını ve olası bütün bağların koptuğunu göremiyor.

            Mesela ayrılmaz kardeşler olan İngiltere ile ABD için artık aynı sıfatı kullanmak mümkün değildir. Hele diğer AB Devletlerinin de küçük ve büyük Asya menfaatlerini ABD yoluna heder edeceklerini düşünmek de akılcılıkla bağdaşmaz. Zira onlarda ister istemez paylaşmayı öğrenecek ve haklarına razı olacaklardır. Çünkü artık ne sömürge ne de sömürgeci gücü kalmıştır devamlı küçülen bu Dünyada. Ve o eskimiş ‘hep bana’ Okyanusta boğuldu artık.

            Bakın bir zamanların sömürge Şampiyonu İngiltere’nin Prensi bile bugün delik pabuçla dolaşıyor. Demek ki bir takım mesajlar veriyorlar Dünyaya. O halde almak lazımdır o mesajları. Bağlamında da ABD ve bilhassa da küçük İsrail, artık akıllarını başlarına almalıdırlar, yol yakınken. Yoksa onlar içinde çıkış yolu artık Gayya kuyusuna açılacaktır.

            Peki, yakın ileride bizde ne olabilir. Muhtemeldir ki ABD derin Devleti, Trump’a işleri iyice çıkmaza sokuncaya kadar izin verir. Sonra da bir darbeyle yeni Demokratlar yapay bir Kemalist sevicilikle ortaya çıkarlar ve bize şirin çocukların yeni versiyonunu oynarlar.

Lakin artık Erdoğan’la yürümeyecekleri ve kimseyi de ikna edemeyecekleri için de muhtemelen CHP, İyi Parti koalisyonunda bir çözüm oluştururlar. Bize yine uzun faizli kredi muslukları açılır, Dolar düşer ve hiçbir şey olmamış gibi hayat yeni ve benzer sıkıntılara doğru yol alır. Çünkü emperyalist hep aynıdır. Bilmem, tanıdığım emperyal ABD de budur ve ben böyle görüyorum yakın geleceği.

            İşte tam da bu noktada pek bilinmeyen veya hatırlanmayan; ama hatırlatmakta yarar gördüğüm bir alıntıyı hemen paylaşalım o zaman. Ki yazdıklarımızı da tamamlasın.

§          ATATÜRK'ÜN LENİN'E YOLLADIĞI ÖNEMLİ MEKTUP

Atatürk'ün Bolşevik liderlerin Türkiye'nin emperyalizmin uydusu olacağı yolundaki kuşkularını dağıtmak için, 4 Ocak 1922 günü Lenin'e gönderdiği mektup ilginçtir. Atatürkçü dış politikayı anlamak bakımından önemli olan bu mektup, bütünüyle şöyledir:

Sayın Başkan,
Ankara'da genel bir saygı ve sempati kazanan Yoldaş Frunze'nin ülkemizden ayrılış vesilesinden yararlanarak kişisel duygu ve düşüncelerimden başka, gizli olarak, Türk politikası konusundaki görüşlerimi ve özellikle Türk-Rus ilişkilerini size kısaca açıklamak isterim.
Bildiğiniz gibi, Türk ve Rus halkları yüzyıllarca sürdürülmüş boyunduruk zincirlerini bir hamlede silkip attıktan sonra, kendi halklarının da bu yolu izleyeceklerinden dolayı büyük korkuya kapılan Batılı emperyalist ve kapitalist kuvvetlerin saldırısına uğradığından, halklarımız arasındaki yakınlık ve anlaşma kendiliğinden gelişmiştir.
Hatırlayacağınız gibi, ortak umutların ve benzer koşulların sonucu olarak ortaya çıkan düşüncelerin gelişmesi, Hükümetlerimiz arasında resmi ilişkilerin kurulmasına yol açmış ve özellikle bu ilişkilerde kesin bir rol oynamıştır.
Türkler ve Ruslar, tarihleri, yüzyıllarca sürdürtülmüş savaşlarla doldurulduktan sonra anlaşmış ve uzlaşmışlardır. Bu durum, öteki milletleri şaşkınlığa uğratmıştır.
Pek çoğu, dostluğun geçici olduğu ve koşulların zoruyla sağlandığı konusunda bir inanca sahip olmuşlardır. Hala da bu inançtadırlar. Fakat iki halkın hangi koşullarda ve ne ölçüye kadar birbirlerini anlayıp sevdiğini ve eski kavgaların, zalim yöneticilerin kışkırtmalarıyla çıkmış olduğunu, son savaşta subayların birbirleriyle nasıl isteksizce savaştığını görmüş olanlar, yeni durumun sürekli ve istikrarlı olduğunu kabul etmekte gecikmeyeceklerdir.
Türkiye'nin rejim değiştirmesi, Rusya'da olduğu gibi, toplumsal bir devrimle ortaya çıkmış olmayıp yabancı devletlerin saldırı ve egemenliklerine karşı bir başkaldırma türünde olduğundan dünyanın dikkatini çekmemiştir. Bu başkaldırış, canlı ve gerçek olarak dile getirilmemiştir. Yüzeyden de olsa, Ülkemiz hakkında bir bilgiye sahip olanlar, 1918 Mütarekesi'nden; özellikle 16 Mart 1920'den beri alınan yolun çok uzun olduğunu kabul edeceklerdir.
Yüzyıllardan beri her şeyde efendilerine ve saraylılara ve daha sonra oligarşiye bağlı kalan Türk halkı, 1919 yazında girişilen savaşla, kendi kaderinin sahibi olmayı başarmıştır.
Açık konuşuyorum. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bir araya gelen delegeler, insanların kendi kaderlerinin kendilerince saptanmasını öngören bir yargıya varmışlardı. Siz, Sayın Başkan, daha Dünya Savaşı'ndan önce bu hususu savunmaktaydınız.
Bu kongrelerde kabul edilen kararlarla, İstanbul’un yetersiz ve yeteneksiz ellerindeki iktidarı tasfiye edilecek ve yeni yöneticileri, bizzat milletin kendisi seçecekti.
Bu büyük halk toplantısında bulunan, Türkiye'de yeni bir dönemin başladığını ve Türk halkının artık kendi liderlerinin koruyuculuğu altında değil, kendi kendini yöneteceğini ilan ettiler.
16 Mart 1920'den sonra Ankara'da toplanan halk temsilcileri, milletin iradesini ve kaderini bağımsız ve egemen bir varlık olarak saptama arzusunu ilan ettiğinden, bu isteğin bütünüyle gerçekleşmesi, milli bir amaç olmuştu.
Şimdi bütün bunlar gerçekleşmiştir. Halk tarafından seçilmiş olan temsilciler, yalnızca yasama yetkisini değil, aynı zamanda yürütme görevini de ellerinde bulundurmaktadırlar. İstisnai olarak, milletin bağımsızlık ve güvenliğinin söz konusu olduğu yerlerde, halk temsilcileri yasama yetkisini de yerine getirmektedir.
Görüldüğü gibi, Batı'da kapitalist sınıfın tüm millet üzerinde egemenlik kurmasına benzer bir durum, bugün Türk ülkesinde yoktur.
Bu bakımdan biz, kapitalist sistemden ötede, halkçılık sistemini gerçekleştirmiş bulunuyoruz.
Toplumsal alanda da, ülkemizde benzer değişmeler olmuştur. Yeni durumumuzun ve ekonomik koşulların gereği olarak, toplumun artık sömürüye baş eğmeme konusundaki kararının sonucu olarak, herhangi bir çaba göstermeksizin, başkalarının emeği ile yaşayan asalaklar sınıfı bütünüyle ortadan kalkmamışsa bile, bu sınıfa girenlerin sayısında büyük bir azalma olmuştur. Modern Türkiye'de imparatorluk döneminin efsanevi zengin sınıfı artık yoktur. Büyük arazi sahiplerinin gelirleri artık düşmüştür. Şimdi Türkiye'de herkes çalışmak zorundadır.
Sonuç olarak, bugünün Türkiye'si Batı Avrupa'ya olduğundan çok, bir bakıma, Rusya'ya daha yakındır. Sonra ülkelerimiz arasında bir başka benzerlik, bizim kapitalist ve emperyalist düzene karşı savaşmamızdır. Kapitalizm, Türkiye'de Rusya'da olduğundan daha zayıftır. Fakat durum, büyük girişimlerdeki hemen bütün kapitalin yabancılar tarafından yatırılmış olması yüzünden karmaşıktır.
Halkımızın sömürüsünü kolaylaştırmak için kurulmuş olan kapitülasyon sistemi gelişmemizi engellemiştir.
Türkiye'nin hala açık, ya da kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün mazlum milletlere kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır. Bütün bunlar, Türkiye'nin bütün kurumlarıyla ve bugünkü hükümetiyle yalnızca Sovyet Rusya'da güven duygusu yaratabileceği, Batı’nın ise bize düşman gözüyle bakmasını gerektireceği gerçeğini ortaya koyar.
Milletlerarası politika alanında, Türk-Fransız anlaşması, Rus-İngiliz anlaşması gibi, koşulların zoruyla meydana gelmiştir. Bu anlaşma gelecekte imzalayacağımız anlaşmalar gibi, dostluk anlayışımızı zedeleyemez. Size TBMM'nin Sovyet Rusya'ya karşı izlediği politikanın değişmediğini, söylentilerin gerçeğe dayanmadığını belirtmek isterim.
Hükümetlerimizin, dolaylı, ya da dolaysız olarak, birbirlerine karşı bir anlaşmaya ve koalisyona girmeyeceklerine inanıyorum.
Aramızdaki yanlış anlaşılmalar, Ankara-Moskova arasındaki yazışmaların yavaşlığı yüzündendir. Gerçeklere açıklık veren bu mektubumun, ilişkilerimizin kuvvetlenmesine yardımcı olacağı kanısındayım, Sayın Başkan» (Doğan Avcıoğlu - Milli Kurtuluş Tarihi 2 s. 855)


            Tarihin seyrini değiştiren bu önemli mektup dikkatle okunmalı ve dönemin gerçekleriyle önder Atatürk’ün görüşlerinin nasıl birebir örtüştüğü de ibret alınarak, bir Devlet Liderinin nasıl olması gerektiği, tarafsız olarak yorumlanmalıdır. Zannediyorum ki bu analiz birçok yırtığımıza da yama olacaktır. Daha önce biraz karışık olan ilişkiler, Stalin’i de çok etkileyen bu mektuptan sonra güven tazeleyen ve bu güvenini de çok saygın bir mektupla Atatürk’e belirten Stalin’in buyruğu üzerine tekrar rayına oturmuş ve kesilen Rus yardımları derhal gelmeye başlamıştı. Ve böylece tam havlu atmak üzereyken, yeni bir gayretle savaşı lehimize dönüştürebilmiştik.


            Ve asla unutulmamalıdır ki; şayet 1917 de Hızır gibi imdadımıza yetişen kaderdaş bir Bolşevik devrimi olmasaydı, en yakınında bile mandacılarla çevrili yüce Atatürk’e rağmen, kim bilir bugün ne şekilde eyaletlere parçalanmış bir Osmanlı artığı olarak kimlerin kucağında, kimliksiz ikinci sınıf insan müsveddeleri olarak oturuyor olurduk. O halde Rus derken iki defa düşünelim, hele de bu günlerde. Zira biz de onların kaderiyiz. Emperyal Batıdan ise yüksek faizle alınmış ödeyemeyeceğimiz borçlardan başka da bir menfaatimiz(!) olamaz. Hoş onu da sağlayacak kredimiz bile yoktur.


            Bir de denir ki ABD yardımlarıyla Kızıl Ordu kurularak, harp galibi İngiltere ve Fransa’nın Avrasya da yerleşmesi önlenmiş. İyi de Wilson doktrini ile yürüyen aynı ABD neden Türkiye’yi ortadan kaldırmak istemişti. Ve biz Bolşeviklerden yardım almak zorunda kalmıştık. Oysa Türkiye’nin savunma gücünün takviyesi onlara çok daha ucuza mal olurdu. Nitekim en yüksek savaş gücüne Türkler sahipti neticede. Lakin emperyal saldırıya dik durmaya kararlı Atatürk korkusu, daha fazlaydı ABD de, Bolşevik korkusundan. Bu ise hiç sorulmadı işte.


            O dönemde bile şartlar daha da uygunken Enver Paşa, Talat Paşa vs. gibi havari ve aklı uçukların Panislamizm, Pantürkizm hayalleri hüsran olduğuna göre bugünkü Erdoğan ve takım arkadaşlarının çok daha dikkatli olup ülkeyi, sonu belirsiz maceralara sürüklememeleri gerekir ki sonları bunu daha önce deneyenlerden çok daha vahim olmasın.


            Atatürk çok akıllı adammış velhasıl. Bu hayalleri bile gerçekleştirmeye herkesten çok daha yakın bir konumda olduğu halde onların tutmaz olduklarını görmüş ve ülkesinin menfaatleri bağlamında en akılcı ve en tutarlı yolu seçmişti ki bu sayede bugün varız.    



            Bizde ise ‘paranın imanı yoktur’ diyen Erdoğan, anlaşılıyor ki Trump’ın 10 Tl yapacağını söylediği Dolarları yüzünden bizatihi imana gelecektir. 24 Haziran’da devrilen AKP Hükümeti şimdilik Başkanlarıyla işi götürüyor. Ne var ki 16 yılda ülkenin içine ettiler. Hâlbuki milli kaynakları yok etmeseler, kendi kuyruğunu yiyen inşaat sektörüne dalmasalar ve ithalat sanayiine bağlı bir manda ekonomisine yönelmeselerdi, bugünkü Dolar kıskacına asla düşülmezdi.


            Ne var ki büyük birader kendisine biçilen misyonu aynen uyguladı ve daha arkası da var. O halde ülkemizdeki BOP başlıklı bu sapkın yapılaşmayı 16 yıldır alışa alışa izleyen, muhalefeti ve seçmeniyle konu mankeni biz muhterem seyircilere, şimdi şikâyet etme hakkı da kalmadı demektir. Her şeye rağmen çok iyi biliyoruz ki kadim Türk Ulusu, önünde sonunda iterek dürterek veya sokup çıkartarak bu açmazdan da kurtulacaktır. Bilmem anlatabildim mi???

  

         Bütün okur, dost ve aile bireylerimizin Kurban Bayramını en kansız ve barışçıl duygularımla kutluyor, hepinize sağlık, esenlik ve mutluluklar diliyorum…

           
           
                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder