Seçilen
Cumhuriyet dönemi söylemi doğru değildir. Çünkü Millet dönem seçmemiş
Cumhuriyeti seçmiştir. Cumhurbaşkanı adayına ve iktidar için uygun gördüğü bir
Partiye oy vermiştir sadece. Bu demektir ki, bizde de olduğu gibi Demokratik
bir sistemde milletin milli iradesi, bir iktidar Partisi ve Cumhurbaşkanı için
oyunu kullanmıştır aslında.
Cumhurbaşkanı ise bütün hakları
kendisinde toplamış mış, fasa fisodur. Bu da Cumhuru bağlamaz hiçbir zaman.
Yani eninde sonunda millet her zaman istediğini almıştır ve de alacaktır. Aynı
millet, Partisini seçmemişken Cumhurbaşkanı seçerken adayın Partisiyle göbek
bağı olması nedeniyle, hiç partisini de seçmiş olma saçmalığına imza atar mı?
Yani millet bundan sonra, seçtiği
veya daha doğrusu da olur vermediği halde zorla sandıktan çıkartılan
Cumhurbaşkanının, herkesin Cumhurbaşkanı olup olmadığına bakacak demektir. Çünkü
kendi önlenemez gücünün de farkında olduğu için ilk aldatılmada kafasının da
atacağının farkındadır ve ondan sonrası da tufandır artık.
Çakma Kabinenin ve yapay Bakan ve
vekillerin verdikleri beyan ve demeçler giderek daha küstah ve saldırgan bir
görüntü vermeye başladı. Ne oldu, yoksa son seçimden sonra Reislerinin de
arkalarında olduğu düşüncesi, özgüven aşısı mı yaptı onlara. Düşüncesi yerine
bilinci betiğini de kullanabilirdim. Lakin bilince kapılırlarsa belki sonunda
hüsranları daha vahim olabilir kendileri hesabına düşüncesiyle, yine de insaflı
davrandım.
Bu sapkın gidişe, ani değişen gündem
raporlarına, çaktırmadan sessiz ve derinden alınan acil kararlara, yeni
KHK’lara ve uzatmalı kara mizaha bakınca sahnenin kontrolünü elinde tutan
odakların adım adım hedefe yaklaştıkları da yadsınamıyor. Çünkü her ne kadar
aksini iddia etseler de Erdoğan ve ekibi profesyonel bir üst aklın sufle güdümü
altında rollerini oynuyorlar. Ve aslında her zaman son sözü söyleyecek olan
Türk Milleti ise, şimdilik(!) konu mankeni olarak kalıyor.
Seçim günü Erdoğan ve İnce acaba
neler konuştular diye de sormadan geçemiyor insan. Mutlak favori olduğu,
tarafsız istatistiklerle de ifade edilen İnce, ne oldu da birden ‘10 milyon
farkla adam kazandı’ deyiverdi. Bu kendi inancı mıydı, yoksa öyle demesi mi
gerekiyordu.
Bilgisayar hesabı her zaman insan
hesabından daha doğrudur. Çünkü Bilgisayar doğru veriyle doğru, yanlış veriyle
de yanlış çıktı verir lakin asla dört işlem hatası yapmaz. İnsan ise doğru
veriyle de gerektiğinde yanlış hesaplayabilen tek varlıktır. Bu nedenle de ben
bilgisayarımın hesabına daha fazla güvenirim.
Ve aslında kendisi de bir hesap
adamı olan İnce’nin verdiği sayı çok abartılıydı. Zira Erdoğan’ı, tek adam olarak
çıkamayacağı ikinci tura bırakacak oy miktarı, 1,5 Milyon bile değildi. Bu
farkın da, 30.000 sandıkta yapılan oy manipülasyonlarına bakıldığında, kolayca
ve defalarca elde edilebilir olduğu kendiliğinden anlaşılıyordu.
Acaba Erdoğan İnce’ye ‘bak arkadaş,
durum bildiğin gibi değil. Ortalığı hemen karıştıracak olan adamlar neticeyi
bekliyor. Ki bunlar benim de kontrolümde değil. Şayet bunlar sokağa çıkarsa,
sınırlarda bekleyen ABD/İsrail Lejyonerleri derhal bunlarla ilişkiye girerek,
ülkeyi hemen bir alev topuna dönüştüreceklerdir.’ - Mesela son Ukrayna’da
yapıldığı gibi. Lakin Ruslar bunu yememişti -.
Mealinde bir konuşma mı geçti
aralarında da İnce, 360 derecelik bir ani dönüşle, bende dâhil, kendisinden
umutlu olan milyonların sorumluluğunu, hemen üstünden kirli çamaşırı gibi
çıkarıp bir anda kirliler sepetine mi fırlatmak zorunda bırakıldı. Çünkü böyle
bir olasılık, böyle bir sonuçta bence en kabul görenidir düz mantıkla.
Keşke verdiği sözü yutmasa da
milyonlarıyla sokağa çıksaydı. Varsın bizim de kanlarımız dökülseydi, lakin
yine de şahsen ben karşımdakilerin arasında olmak istemezdim doğrusu. Çünkü
ayağa kalkan Türk Milletinin alacağını koparmadan yerine oturmayacağını,
gökteki sazanlar bile bilirdi. Bana öyle geliyor ki Erdoğan, ‘olaylar
kontrolümüz dışında gelişiyor’ diyerek İnce’nin yardımını bile istemiş
olabilir.
Şimdi ne oldu, bu sapkın durumun
düzeltilmesi ise gecikecek ve yeni bir bahara sarkarken, kaybedecek vakti
kalmamış olan ülkemin de çok değerli bir zamanı daha boşuna harcanacaktır. Ne
ki mevcut durumun, böyle fazla gitmeyeceği de kesindir. Ne var ki İnce de
filmin sonunda Erdoğan’la bu olumsuzluğun ve de sorumsuzluğun hesabını birlikte
vermek zorunda kalacaktır. Ki işte bu fenadır.
Öyle veya böyle şu anda yegane
gündem, Erdoğan’ın tek adamlığıdır. Ve bu gündem de bizi sonunda nereye
ulaştıracaktır, bu da nasılsa yaşanacaktır. Şu anda ülkemin içeriden işgal altında
ve zorbalıkla idare edilmekte olduğu bildiğimiz tek doğrudur. Bu da göreceli
bir dönemdir ve Türk Milleti adına uzun vadeli olacağı da düşünülemez.
Tıpkı aynı metotların tarih boyunca
defalarca denenmiş ve hiç tutmamış olduğu gibi. Yalnız bu vadenin sonunda
ülkenin bölüneceğini hesap edenler Türk Milletinin geleneğinde yabancı
zorlamayla hiçbir bölünmenin yaşanmadığını ve yaşanmayacağını yine görüp
anlayacaklardır.
Sözün özü demek gerekirse: Bu ucube
gidişatın sonunda kabak yine hesap vermek zorunda kalacak olanların başında
patlayacaktır ki artık gerisini de onlar düşünsünler…
Bahçeli ne demeye Akşener’in
Partisine geri dönmesini istemiştir. Yoksa kendi başına gelecek olanı gördü de
yeni MHP, Yeni Parti bileşkesinde yeniden Başkan olmayı mı hesaplamaktadır.
Boşuna zahmet olur. Unutmasın ki bundan sonra Yeni MHP nin başında yine
bir Bahçeli görmeyi, sade Partililer değil; ama hiç kimse arzu etmemektedir. O
halde hangi seçmenden oy beklemektedir. Yoksa manipülatör seçim düzeneğinin hep
böyle devam edeceğini mi zannetmektedir.
3 Milyondan fazla Suriyeli neredeyse
bir gece de ülkemize sığındı ki bu bir işgaldir aslında. Bu durumsa sosyal
dengeyi altüst etti. Bitmedi, daha bunların yarın bir de ülkemizi bölmeye
çalışan emperyaliste, PKK vs. yerine yataklık etmeleri endişesiyle yaşamak zorunluğu
da, katladıkları taşeronluğun yanında ayrı bir yüktür bu milletin sırtında.
Yani dert bir değil ki.
İşte tam da bu Milli Beka
sorunlarından ötürü, yeniden Kuvayı milli bir cephe de toplanmamız artık
kaçınılmaz hale gelmiştir. Tek Parti döneminin kapanmış olması da bir şanstır bu
bağlamda. Çünkü Kuvayı milli duruş, esasen partiler üstü bir milli birlik ve
beraberlik içinde, Milli Misak ile yekvücut olmak demek değil midir? O halde
kişisel Parti ve ikbal meselelerinden arınma mecburiyetinin önemine de, elbette
söyleyecek sözümüz olmalıdır.
§ “Kongre'de vatan ve
milletin mutluluk ve kurtuluşundan başka hiçbir kişisel çıkar gütmeyeceğime,
vatanın bugün uğradığı bela ve felaketlere sebep olan ittihat ve Terakki
Cemiyeti'nin canlandırılmasına çalışmayacağıma ve mevcut partilerden hiçbirinin
politik emellerine hizmet etmeyeceğime vallahi billahi...”
“Dışarıdan yapılan
propagandaların uğursuz etkisini gidermek amacıyla, Kongre'nin, İttihat ve
Terakki çıkarı, ya da bu örgütün canlandırılması amacıyla çaba harcamadığımı
kamuoyuna kanıtlamak için yukarıda belirtilen yemin biçimi çerçevesinde sayın
üyelerin ant içmeleri Komisyonumuzca uygun görülmüştür.
Öneri Komisyonu Başkanı
Mustafa Kemal”
Vatan Bekası adına zorunlu Milli birlik
oluşturulurken, herhangi Parti, Cemiyet ve kurumlara aidiyeti olan tüm
üyelerin, yukarıda ki Mustafa Kemal'in Sivas Kongresinde uyguladığı esaslar
çerçevesinde ant içmeleri de gerekmektedir. Öneride ki o dönem şartlarında
uygun düşen ‘İttihat ve Terakki’ ifadesi ‘tüm Parti, cemiyet ve kurumlar’
şeklinde değiştirilebilir. Böylece de eski ruhla yeni bir Milli Misak olgusu, vatanımıza,
milletimize hayırlı olur…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder