25 Temmuz 2018 Çarşamba

MİLLİ MİSAK..


            Seçilen Cumhuriyet dönemi söylemi doğru değildir. Çünkü Millet dönem seçmemiş Cumhuriyeti seçmiştir. Cumhurbaşkanı adayına ve iktidar için uygun gördüğü bir Partiye oy vermiştir sadece. Bu demektir ki, bizde de olduğu gibi Demokratik bir sistemde milletin milli iradesi, bir iktidar Partisi ve Cumhurbaşkanı için oyunu kullanmıştır aslında.

            Cumhurbaşkanı ise bütün hakları kendisinde toplamış mış, fasa fisodur. Bu da Cumhuru bağlamaz hiçbir zaman. Yani eninde sonunda millet her zaman istediğini almıştır ve de alacaktır. Aynı millet, Partisini seçmemişken Cumhurbaşkanı seçerken adayın Partisiyle göbek bağı olması nedeniyle, hiç partisini de seçmiş olma saçmalığına imza atar mı?

            Yani millet bundan sonra, seçtiği veya daha doğrusu da olur vermediği halde zorla sandıktan çıkartılan Cumhurbaşkanının, herkesin Cumhurbaşkanı olup olmadığına bakacak demektir. Çünkü kendi önlenemez gücünün de farkında olduğu için ilk aldatılmada kafasının da atacağının farkındadır ve ondan sonrası da tufandır artık.


            Çakma Kabinenin ve yapay Bakan ve vekillerin verdikleri beyan ve demeçler giderek daha küstah ve saldırgan bir görüntü vermeye başladı. Ne oldu, yoksa son seçimden sonra Reislerinin de arkalarında olduğu düşüncesi, özgüven aşısı mı yaptı onlara. Düşüncesi yerine bilinci betiğini de kullanabilirdim. Lakin bilince kapılırlarsa belki sonunda hüsranları daha vahim olabilir kendileri hesabına düşüncesiyle, yine de insaflı davrandım.

            Bu sapkın gidişe, ani değişen gündem raporlarına, çaktırmadan sessiz ve derinden alınan acil kararlara, yeni KHK’lara ve uzatmalı kara mizaha bakınca sahnenin kontrolünü elinde tutan odakların adım adım hedefe yaklaştıkları da yadsınamıyor. Çünkü her ne kadar aksini iddia etseler de Erdoğan ve ekibi profesyonel bir üst aklın sufle güdümü altında rollerini oynuyorlar. Ve aslında her zaman son sözü söyleyecek olan Türk Milleti ise, şimdilik(!) konu mankeni olarak kalıyor.

           
            Seçim günü Erdoğan ve İnce acaba neler konuştular diye de sormadan geçemiyor insan. Mutlak favori olduğu, tarafsız istatistiklerle de ifade edilen İnce, ne oldu da birden ‘10 milyon farkla adam kazandı’ deyiverdi. Bu kendi inancı mıydı, yoksa öyle demesi mi gerekiyordu.

            Bilgisayar hesabı her zaman insan hesabından daha doğrudur. Çünkü Bilgisayar doğru veriyle doğru, yanlış veriyle de yanlış çıktı verir lakin asla dört işlem hatası yapmaz. İnsan ise doğru veriyle de gerektiğinde yanlış hesaplayabilen tek varlıktır. Bu nedenle de ben bilgisayarımın hesabına daha fazla güvenirim.

            Ve aslında kendisi de bir hesap adamı olan İnce’nin verdiği sayı çok abartılıydı. Zira Erdoğan’ı, tek adam olarak çıkamayacağı ikinci tura bırakacak oy miktarı, 1,5 Milyon bile değildi. Bu farkın da, 30.000 sandıkta yapılan oy manipülasyonlarına bakıldığında, kolayca ve defalarca elde edilebilir olduğu kendiliğinden anlaşılıyordu.

            Acaba Erdoğan İnce’ye ‘bak arkadaş, durum bildiğin gibi değil. Ortalığı hemen karıştıracak olan adamlar neticeyi bekliyor. Ki bunlar benim de kontrolümde değil. Şayet bunlar sokağa çıkarsa, sınırlarda bekleyen ABD/İsrail Lejyonerleri derhal bunlarla ilişkiye girerek, ülkeyi hemen bir alev topuna dönüştüreceklerdir.’ - Mesela son Ukrayna’da yapıldığı gibi. Lakin Ruslar bunu yememişti -.

            Mealinde bir konuşma mı geçti aralarında da İnce, 360 derecelik bir ani dönüşle, bende dâhil, kendisinden umutlu olan milyonların sorumluluğunu, hemen üstünden kirli çamaşırı gibi çıkarıp bir anda kirliler sepetine mi fırlatmak zorunda bırakıldı. Çünkü böyle bir olasılık, böyle bir sonuçta bence en kabul görenidir düz mantıkla.

            Keşke verdiği sözü yutmasa da milyonlarıyla sokağa çıksaydı. Varsın bizim de kanlarımız dökülseydi, lakin yine de şahsen ben karşımdakilerin arasında olmak istemezdim doğrusu. Çünkü ayağa kalkan Türk Milletinin alacağını koparmadan yerine oturmayacağını, gökteki sazanlar bile bilirdi. Bana öyle geliyor ki Erdoğan, ‘olaylar kontrolümüz dışında gelişiyor’ diyerek İnce’nin yardımını bile istemiş olabilir.

            Şimdi ne oldu, bu sapkın durumun düzeltilmesi ise gecikecek ve yeni bir bahara sarkarken, kaybedecek vakti kalmamış olan ülkemin de çok değerli bir zamanı daha boşuna harcanacaktır. Ne ki mevcut durumun, böyle fazla gitmeyeceği de kesindir. Ne var ki İnce de filmin sonunda Erdoğan’la bu olumsuzluğun ve de sorumsuzluğun hesabını birlikte vermek zorunda kalacaktır. Ki işte bu fenadır.

            Öyle veya böyle şu anda yegane gündem, Erdoğan’ın tek adamlığıdır. Ve bu gündem de bizi sonunda nereye ulaştıracaktır, bu da nasılsa yaşanacaktır. Şu anda ülkemin içeriden işgal altında ve zorbalıkla idare edilmekte olduğu bildiğimiz tek doğrudur. Bu da göreceli bir dönemdir ve Türk Milleti adına uzun vadeli olacağı da düşünülemez.

            Tıpkı aynı metotların tarih boyunca defalarca denenmiş ve hiç tutmamış olduğu gibi. Yalnız bu vadenin sonunda ülkenin bölüneceğini hesap edenler Türk Milletinin geleneğinde yabancı zorlamayla hiçbir bölünmenin yaşanmadığını ve yaşanmayacağını yine görüp anlayacaklardır.

            Sözün özü demek gerekirse: Bu ucube gidişatın sonunda kabak yine hesap vermek zorunda kalacak olanların başında patlayacaktır ki artık gerisini de onlar düşünsünler…


            Bahçeli ne demeye Akşener’in Partisine geri dönmesini istemiştir. Yoksa kendi başına gelecek olanı gördü de yeni MHP, Yeni Parti bileşkesinde yeniden Başkan olmayı mı hesaplamaktadır. Boşuna zahmet olur. Unutmasın ki bundan sonra Yeni MHP nin başında yine bir Bahçeli görmeyi, sade Partililer değil; ama hiç kimse arzu etmemektedir. O halde hangi seçmenden oy beklemektedir. Yoksa manipülatör seçim düzeneğinin hep böyle devam edeceğini mi zannetmektedir.


            3 Milyondan fazla Suriyeli neredeyse bir gece de ülkemize sığındı ki bu bir işgaldir aslında. Bu durumsa sosyal dengeyi altüst etti. Bitmedi, daha bunların yarın bir de ülkemizi bölmeye çalışan emperyaliste, PKK vs. yerine yataklık etmeleri endişesiyle yaşamak zorunluğu da, katladıkları taşeronluğun yanında ayrı bir yüktür bu milletin sırtında. Yani dert bir değil ki.

            İşte tam da bu Milli Beka sorunlarından ötürü, yeniden Kuvayı milli bir cephe de toplanmamız artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Tek Parti döneminin kapanmış olması da bir şanstır bu bağlamda. Çünkü Kuvayı milli duruş, esasen partiler üstü bir milli birlik ve beraberlik içinde, Milli Misak ile yekvücut olmak demek değil midir? O halde kişisel Parti ve ikbal meselelerinden arınma mecburiyetinin önemine de, elbette söyleyecek sözümüz olmalıdır.

            § “Kongre'de vatan ve milletin mutluluk ve kurtuluşundan başka hiçbir kişisel çıkar gütmeyeceğime, vatanın bugün uğradığı bela ve felaketlere sebep olan ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin canlandırılmasına çalışmayacağıma ve mevcut partilerden hiçbirinin politik emellerine hizmet etmeyeceğime vallahi billahi...”
“Dışarıdan yapılan propagandaların uğursuz etkisini gidermek amacıyla, Kongre'nin, İttihat ve Terakki çıkarı, ya da bu örgütün canlandırılması amacıyla çaba harcamadığımı kamuoyuna kanıtlamak için yukarıda belirtilen yemin biçimi çerçevesinde sayın üyelerin ant içmeleri Komisyonumuzca uygun görülmüştür.
Öneri Komisyonu Başkanı                                                                                                         
Mustafa Kemal”

            Vatan Bekası adına zorunlu Milli birlik oluşturulurken, herhangi Parti, Cemiyet ve kurumlara aidiyeti olan tüm üyelerin, yukarıda ki Mustafa Kemal'in Sivas Kongresinde uyguladığı esaslar çerçevesinde ant içmeleri de gerekmektedir. Öneride ki o dönem şartlarında uygun düşen ‘İttihat ve Terakki’ ifadesi ‘tüm Parti, cemiyet ve kurumlar’ şeklinde değiştirilebilir. Böylece de eski ruhla yeni bir Milli Misak olgusu, vatanımıza, milletimize hayırlı olur…


                                                                       Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder