Yabancı
veya yerli yatırımcıya, zararını millete ödetmek pahasına çok uygun
şartnamelerle aslında kıyak yapıyorlar. Nedeni ise önce kendi avantalarını
güven altına almak. Bu alış şekli ise uygun taksitlerle veya liyakatsiz
yandaşların açılacak iş yerlerinde ballı pozisyonlara atanması şeklinde oluyor.
Genel olarak da bu ülkeye en büyük
zararı, yatırımcıdan önce işte bu liyakatsizler veriyor. Çünkü liyakatsiz insan
kaynağı nedeniyle giderek batma potasına giren yatırımcıların bilhassa da
yabancı olanları, son bir hamle ile ülkeyi dolandırıp zararını misliyle
sırtımıza bindirerek, selameti ülkeyi terk etmekte buluyor. Kabahatli de hep şu
hırsız yatırımcı oluyor arkasından. Ve kimse de gerçek suçluyu içeride
aramıyor. İşte işin bir de bu boyutu var maalesef.
Aslında giderek zarara uğramakta olan
böylesi işyerlerinin, yatırımcılarına ödün vermeden, kalifiye kadrolar ve gerektiğinde
kurtarıcı sübvansiyonlarla yapılacak rehabilitasyonlarla rantabiliteleri
sağlanıp, ömürleri uzatılırken iş yerlerinin güvenliği de sağlanmalıdır. Kalkınmış
ülkelerde de vardır, dış kaynaklı yatırımlar. Lakin oralarda dış yatırımlardan,
söylediğim şekillerde azami kazançlar sağlanır. Yani sonuçta alan da satan da
kazançla ayrılır bu mübadeleden.
Bu da nereden bakılsa yerli ve milli
ekonomiye fayda sağlar. Çünkü bazı sanayi dallarında uygun şartlarda ve milli
ekonominin zarar görmeyeceği antlaşmalarla yerleşecek olan daha ileri seviyede
ki bir dış yatırım, milli refahın ve eğitici olacağı nedeniyle, ortak rekabet
havuzunda milli müteşebbisin de önünü açacaktır.
Kalkınırken tam bağımsızlık, ham
hayaldir. En azından bir süreliğine yabancı teknoloji ve yatırıma da ihtiyaç
vardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bizde de böyle olmuştu. Ne ki asla kendi cebini
düşünmeyen sadece ahde vefa gibi özeğine ve ruh asaleti değerlerine tutkun Atatürk
fazlalığımız nedeniyle, milli ekonomi de kurulabilmişti.
Lakin bunların yapılması için önce
kendi cepi için yaşamayı dışlayan ve milli düşünen siyasiye ihtiyaç vardır.
İşte bugüne kadar ve yüce Atatürk’ten sonra en büyük eksiğimiz bu oldu hep. Ve
bu durumun en azından yakın gelecekte de pek değişmeyeceğini, mevcut resme
bakınca ne yazık ki üzüntüyle görüyoruz.
Gerçek ve milli bayramlarımız
unutturulmaya çalışılırken, yapay olanlarının önü açılıyor ve sahte bir tarih
millete yutturulmaya çalışılıyor. Eskiler şerbetlidir; ama yeni nesiller yani
geleceğimiz, anti millî eğitimle şimdi ciddi bir tehlike altındadır. Ve neye
yanıyorum biliyor musunuz? İsyan gerekçesiyle iğfal edilerek, zorla
silahlandırılıp emir üzerine de sözde isyancı(!) sivillere ateş açtırılarak,
sonra da kaçınılamaz olan ölümler nedeniyle de aslında hiçbir günahı olmayan
askeri talebelerin geleceklerinin karartılmasına.
İşte sizlerin ve ailelerinizin
acıları üstünde inşa edilen yapay 15 Temmuz bayramı da böyle bir sinsi
emperyalist proje ürünüdür sevgili çocuklar. Yoksa Mister Binalı yutkunarak
bunu mu söylemeye çalıştı da beceremedi. Unutmayın ki ülkenizin nasıl olsa
kocaman yürekli amazon kadınları da vardır. Ve bizim milliyetçi aydın geçinen
lakin nedense şimdi sesleri kesilen bazı çakaralmaz delikanlılarımız, yine o
koca yüreklerin arkalarında yerlerini alacaklardır şüphesiz.
Umuyorum ki çok uzak olmayan bir
gelecekte tıpkı Ergenekon, Balyoz senaryolarında olduğu gibi taşlar yine yerine
oturunca bu günahsız körpelerinde hakları ortaya çıkacak ve kendilerine ömür
boyu yetecek tazminatlar ödenecektir. Ne var ki hiçbir ödül, kahırlı kayıp
yıllarını tekrar onlara geri kazandıramayacak ve kendilerine işlenen tarifsiz
günahın bedeli olmayacaktır.
Şirket profili ile ve umutsuz vaka
olarak kabul edilen bir kabine seçkisiyle kurulan, uluslararası para
babalarınca yönetileceği ve asalda emperyalist mandacılığın egemen olacağı, bu
yeni Devlet de, Başkan Erdoğan’a sadece mandacı kararlarına son ve tek adam
olarak imza atmak düşecektir. O halde yeni görevi hayırlı olsun. Allah
memleketime de zeval vermesin. Bilmiyorum bunu da nasıl yapacaksa bundan sonra
artık!
Ne yazık ki bugünkü kabine kadrosu
tam bir çadır tiyatrosu görüntüsü veriyor. Esasen bir işe yaramayacaklarından,
yani bütün komuta tek bir otokratın ağzındayken, aslında en azından
repliklerini kendi yorumlarıyla ifade edebilen çadır tiyatrosu sanatçıları bile
bizimkilerin yanında, çok daha özgür kalacaklardır.
Bizim kabineci biraderler ise sürekli
sufleyle idare edilmek zorunda kalacaklarından onların hallerine, mahallenin
sokak çomarları bile gülecektir. Gel de şimdi ceman bunlara, dolu dolu
yaşanmışlardan bir ağıt yakma…
§
Efendiler,
Maddî ve manevî çöküş, korku ile âciz île başlar. Âciz ve
korkak insanlar, herhangi bir felâket karşısında milletin de hareketsizliğe
sürüklenmesine ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar. Âciz ve duraksamada
öylesine ileri giderler ki, sanki kendi kendilerini alçaltırlar. Derler ki: Biz
adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olamayız. Biz varlığımızı
kayıtsız şartsız bir yabancının eline bırakalım. Balkan Savaşı'ndan sonra
milletin, özellikle Ordu'nun başında bulunanlar da, başka biçimde, ama gene bu
zihniyeti izlemişlerdir. Türkiye'yi böyle yanlış yollarda dağılma ve yok olma
uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir
gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye'nin düşünen kafalarını
büsbütün yeni bir inançla donatmak... Bütün millete sağlam bir maneviyat
vermek... (Atatürk, Nutuk II, s. 637)
Ne oldu
da, siyasi ve ticari burjuvanın zevk ü sefa âlemlerinin ruhani Prensi Adnan
Oktar Efendi, geri kazanımsız hurdalar arasında çoktan hak ettiği yeri aldı.
Hiç kuşkunuz olmasın ki eskinin kullanma süresi dolunca yenisi sessiz ve
derinden çoktan sahneye sürülmüştür, biline. Ne ki biz henüz yenisi ve/veya
yenileriyle tanışma şerefine nail olamadık. O halde bekleyelim biraz.
Bunalımlı
günlere rağmen beni sevindiren ve biraz teselli eden husus: Dünya Kupasında Yugo’ların
(Hırvat) ülkelerini parçalayanlara, onların karşısında dimdik ayakta kalarak
verdikleri cevaptı. İkinci bir Tito’ya ihtiyaç duymadan yeniden tek yumruk
halinde Yugoslav Birliğini oluşturacakları mesajıydı sanki verdikleri.
Şampiyonluktan değerli ikincilikleriyle sırtlanlardan daha iyi olduklarını da
ortaya koydular, onlara ders verdiler. Ve ayakta alkışlandılar. Ne diyelim
darısı bizimkilerin de başına…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder