17 Temmuz 2018 Salı

YATIRIM..


            Yabancı veya yerli yatırımcıya, zararını millete ödetmek pahasına çok uygun şartnamelerle aslında kıyak yapıyorlar. Nedeni ise önce kendi avantalarını güven altına almak. Bu alış şekli ise uygun taksitlerle veya liyakatsiz yandaşların açılacak iş yerlerinde ballı pozisyonlara atanması şeklinde oluyor.

            Genel olarak da bu ülkeye en büyük zararı, yatırımcıdan önce işte bu liyakatsizler veriyor. Çünkü liyakatsiz insan kaynağı nedeniyle giderek batma potasına giren yatırımcıların bilhassa da yabancı olanları, son bir hamle ile ülkeyi dolandırıp zararını misliyle sırtımıza bindirerek, selameti ülkeyi terk etmekte buluyor. Kabahatli de hep şu hırsız yatırımcı oluyor arkasından. Ve kimse de gerçek suçluyu içeride aramıyor. İşte işin bir de bu boyutu var maalesef.

            Aslında giderek zarara uğramakta olan böylesi işyerlerinin, yatırımcılarına ödün vermeden, kalifiye kadrolar ve gerektiğinde kurtarıcı sübvansiyonlarla yapılacak rehabilitasyonlarla rantabiliteleri sağlanıp, ömürleri uzatılırken iş yerlerinin güvenliği de sağlanmalıdır. Kalkınmış ülkelerde de vardır, dış kaynaklı yatırımlar. Lakin oralarda dış yatırımlardan, söylediğim şekillerde azami kazançlar sağlanır. Yani sonuçta alan da satan da kazançla ayrılır bu mübadeleden.

            Bu da nereden bakılsa yerli ve milli ekonomiye fayda sağlar. Çünkü bazı sanayi dallarında uygun şartlarda ve milli ekonominin zarar görmeyeceği antlaşmalarla yerleşecek olan daha ileri seviyede ki bir dış yatırım, milli refahın ve eğitici olacağı nedeniyle, ortak rekabet havuzunda milli müteşebbisin de önünü açacaktır.

            Kalkınırken tam bağımsızlık, ham hayaldir. En azından bir süreliğine yabancı teknoloji ve yatırıma da ihtiyaç vardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bizde de böyle olmuştu. Ne ki asla kendi cebini düşünmeyen sadece ahde vefa gibi özeğine ve ruh asaleti değerlerine tutkun Atatürk fazlalığımız nedeniyle, milli ekonomi de kurulabilmişti.

            Lakin bunların yapılması için önce kendi cepi için yaşamayı dışlayan ve milli düşünen siyasiye ihtiyaç vardır. İşte bugüne kadar ve yüce Atatürk’ten sonra en büyük eksiğimiz bu oldu hep. Ve bu durumun en azından yakın gelecekte de pek değişmeyeceğini, mevcut resme bakınca ne yazık ki üzüntüyle görüyoruz.


            Gerçek ve milli bayramlarımız unutturulmaya çalışılırken, yapay olanlarının önü açılıyor ve sahte bir tarih millete yutturulmaya çalışılıyor. Eskiler şerbetlidir; ama yeni nesiller yani geleceğimiz, anti millî eğitimle şimdi ciddi bir tehlike altındadır. Ve neye yanıyorum biliyor musunuz? İsyan gerekçesiyle iğfal edilerek, zorla silahlandırılıp emir üzerine de sözde isyancı(!) sivillere ateş açtırılarak, sonra da kaçınılamaz olan ölümler nedeniyle de aslında hiçbir günahı olmayan askeri talebelerin geleceklerinin karartılmasına.

            İşte sizlerin ve ailelerinizin acıları üstünde inşa edilen yapay 15 Temmuz bayramı da böyle bir sinsi emperyalist proje ürünüdür sevgili çocuklar. Yoksa Mister Binalı yutkunarak bunu mu söylemeye çalıştı da beceremedi. Unutmayın ki ülkenizin nasıl olsa kocaman yürekli amazon kadınları da vardır. Ve bizim milliyetçi aydın geçinen lakin nedense şimdi sesleri kesilen bazı çakaralmaz delikanlılarımız, yine o koca yüreklerin arkalarında yerlerini alacaklardır şüphesiz.

            Umuyorum ki çok uzak olmayan bir gelecekte tıpkı Ergenekon, Balyoz senaryolarında olduğu gibi taşlar yine yerine oturunca bu günahsız körpelerinde hakları ortaya çıkacak ve kendilerine ömür boyu yetecek tazminatlar ödenecektir. Ne var ki hiçbir ödül, kahırlı kayıp yıllarını tekrar onlara geri kazandıramayacak ve kendilerine işlenen tarifsiz günahın bedeli olmayacaktır.

           
            Şirket profili ile ve umutsuz vaka olarak kabul edilen bir kabine seçkisiyle kurulan, uluslararası para babalarınca yönetileceği ve asalda emperyalist mandacılığın egemen olacağı, bu yeni Devlet de, Başkan Erdoğan’a sadece mandacı kararlarına son ve tek adam olarak imza atmak düşecektir. O halde yeni görevi hayırlı olsun. Allah memleketime de zeval vermesin. Bilmiyorum bunu da nasıl yapacaksa bundan sonra artık!

            Ne yazık ki bugünkü kabine kadrosu tam bir çadır tiyatrosu görüntüsü veriyor. Esasen bir işe yaramayacaklarından, yani bütün komuta tek bir otokratın ağzındayken, aslında en azından repliklerini kendi yorumlarıyla ifade edebilen çadır tiyatrosu sanatçıları bile bizimkilerin yanında, çok daha özgür kalacaklardır.

            Bizim kabineci biraderler ise sürekli sufleyle idare edilmek zorunda kalacaklarından onların hallerine, mahallenin sokak çomarları bile gülecektir. Gel de şimdi ceman bunlara, dolu dolu yaşanmışlardan bir ağıt yakma…
 
§  Efendiler,
Maddî ve manevî çöküş, korku ile âciz île başlar. Âciz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karşısında milletin de hareketsizliğe sürüklenmesine ve bir kenara çekilip kalmasına yol açarlar. Âciz ve duraksamada öylesine ileri giderler ki, sanki kendi kendilerini alçaltırlar. Derler ki: Biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olamayız. Biz varlığımızı kayıtsız şartsız bir yabancının eline bırakalım. Balkan Savaşı'ndan sonra milletin, özellikle Ordu'nun başında bulunanlar da, başka biçimde, ama gene bu zihniyeti izlemişlerdir. Türkiye'yi böyle yanlış yollarda dağılma ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye'nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir inançla donatmak... Bütün millete sağlam bir maneviyat vermek...  (Atatürk, Nutuk II, s. 637)



            Ne oldu da, siyasi ve ticari burjuvanın zevk ü sefa âlemlerinin ruhani Prensi Adnan Oktar Efendi, geri kazanımsız hurdalar arasında çoktan hak ettiği yeri aldı. Hiç kuşkunuz olmasın ki eskinin kullanma süresi dolunca yenisi sessiz ve derinden çoktan sahneye sürülmüştür, biline. Ne ki biz henüz yenisi ve/veya yenileriyle tanışma şerefine nail olamadık. O halde bekleyelim biraz.           



            Bunalımlı günlere rağmen beni sevindiren ve biraz teselli eden husus: Dünya Kupasında Yugo’ların (Hırvat) ülkelerini parçalayanlara, onların karşısında dimdik ayakta kalarak verdikleri cevaptı. İkinci bir Tito’ya ihtiyaç duymadan yeniden tek yumruk halinde Yugoslav Birliğini oluşturacakları mesajıydı sanki verdikleri. Şampiyonluktan değerli ikincilikleriyle sırtlanlardan daha iyi olduklarını da ortaya koydular, onlara ders verdiler. Ve ayakta alkışlandılar. Ne diyelim darısı bizimkilerin de başına…


                                                                       Serendip Altındal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder